Türkiye'nin Afganistan'daki kritik rolü: Hamid Karzai Havaalanı neden önemli?
Afganistan, resmi adıyla Afganistan İslam Cumhuriyeti, on yıllardır iç karışıklıklarla boğuşan, siyasi ve ekonomik istikrarı yakalayamamış bir devlet. Kuzeydoğusunda Çin, batısında İran'la komşu olması, Kafkasya ve Orta Asya arasında köprü olması nedeniyle jeopolitik olarak oldukça kritik bir pozisyonda. İngilizlerle savaşarak bağımsızlığını kazanan, Sovyetler Birliği ile çarpışan ve 20 yıl ABD ile mücadele eden Afganistan'da artık bir devir kapanmak üzere. ABD'nin ülkeden tamamıyla çekilmeye karar vermesi sonrası radikal İslamcı Taliban, Afganistan'ın en büyük gücü haline geldi. Ancak ABD Afganistan'dan tamamıyla çekilse de, çıkarlarını kaybetmeyi istemiyor. İşte burada devreye Türkiye'nin girmesi söz konusu. NATO üyesi olan ve 20 yıldır ülkede NATO çatısı altında asker bulunduran Türkiye, ABD'nin ülkeden çekilmesi sonrası Afganistan'ın dış dünyaya açılan en önemli kapısı olan Hamid Karzai Uluslararası Havaalanı'nın güvenliğini sağlayacak. Taliban ise, Afganistan'da bulunan tüm yabancı askerlere 'işgalci güç' muamelesi yapacağını ve mücadele edeceğini duyurdu. Afganistan'daki güç dengeleri, bölgenin tarihsel geçmişi ve Türkiye'nin konumunu araştırdık.
38 milyon nüfusa sahip olan Afganistan’da, nüfusun yüzde 43’ü Peştun, yüzde 27’si Tacik ve yüzde 9’u Türk’ten (Türkmen ve Özbek) oluşmakta.
İran’ın komşusu olan ülkenin nüfusu yüzde 85 civarı Sünni mezhebine bağlıyken, yüzde 15’i ise Şii mezhebinden. Ülkenin fiili otoritesi olan Taliban da halkın çoğunluğu olan ve Sünni Peştun grubundan.
Çin, Hindistan, Rusya ve İran gibi devletlerin tam ortasında bulunan ve bu stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca diğer devletlerin işgaline uğrayan Afganistan, 19. yüzyılda, Hindistan İmparatorluğu’nu Rusya'dan korumak isteyen Birleşik Krallık’ın işgaline uğradı. 1838-42, 1878-80 ve 1919-21 dönemlerinde İngiliz-Afgan Savaşları yaşandı ve son savaşta önemli bir başarı elde edemeyen Birleşik Krallık, Afganistan’ı tanımak zorunda kaldı.
ATATÜRK’Ü ÖRNEK ALAN LİDER: EMANULLAH HAN
Afganistan’ı bağımsızlığa kavuşturan lideri Emanullah Han, Atatürk ile de yakın ilişkiler kurdu. 1928 yılında Türkiye’yi ziyaret etti ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasını kendi ülkesi için örnek aldı. Laikliği anayasaya ekleyen Emanullah Han, yasama reformu, kılık kıyafet reformu ve kadınlara siyasi haklar tanınması gibi yeni tasarıları açıklayınca ülkedeki mollalardan tepki gördü. Aynı yıl Celalabad’da çıkan isyan sonrasında ülke üstündeki kontrolünü kaybeden Emanullah Han, iktidarı bırakarak Zürih’e kaçmak zorunda kaldı ve sürgünde hayatını kaybetti.
İsyanın lideri olan modernleşme karşıtı Habibullah Kalakani ülkeyi 10 ay yönettikten sonra Emanullah Han’ın generallerinden Muhammed Nadir Şah, Kalakani’yi yenerek iktidarı ele geçirdi, ancak 3 sene sonra suikaste kurban gitti. Sonrasında başa geçen Nadir Şah’ın oğlu Muhammed Zahir Şah, 40 yıl Afganistan Kralı olarak siyasi istikrarsızlığı bitirse de, bu 40 yıl boyunca ülkeyi otoriter bir şekilde yönetmeye çalıştı. Sonunda 1973’te eski başbakan Davut Han, muhalefetin ve sol örgütlerin de desteklediği bir askeri darbeyle, Roma’da tedavi gören Zahir Şah’ı devirerek yönetime el koydu. Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin Perçem kanadının desteklediği darbe sonunda cumhuriyet ilan edildi.
Zahir Şah dönemine bakıldığında, Soğuk Savaş’ın izleri net olarak görülüyor. Afganistan Kralı’nın atadığı başbakanlar ABD veya SSCB’ye yakınlıklarıyla tercih edilen ve ülkenin eksenini yakın oldukları ülkeye göre değiştiren liderlerdi. 1973 Darbesi’ne bakıldığında da son başbakan Musa Şefik’in daha batıya meyilli biri olduğu ve ve SSCB’nin desteğiyle darbe yapıldığı iddiaları hala taze. Ancak SSCB bu iddiaları hiçbir zaman kabul etmedi.
Ülkedeki sosyalistlerin desteğiyle iktidara gelen Davud Han'ın, buna rağmen yıllar içinde SSCB ile arası açıldı ve cumhuriyetin kurucusu Davud Han, ülkede SSCB’ye yakın herkesi tutukladı. Bu hareketi toplumdaki muhalefeti daha da büyüttü ve 1978 yılında SSCB’nin desteklediği ve başında Hafızullah Amin’in bulunduğu bir darbeyle devrilerek öldürüldü.
SOSYALİST AFGANİSTAN DÖNEMİ
Nur Muhammed Terakki’nin devlet başkanı olduğu bir Afganistan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu ve Amin başbakanlık görevine geldi. Fakat Terakki, Aralık 1978'de SSCB ile bir dostluk antlaşması imzaladı. Sovyetler Birliği'yle imzalanan antlaşmanın Afganistan'ı SSCB işgaline açık hale getireceğini düşünen başbakan Amin başkanlığındaki darbeciler, Devlet Başkanı Nur Muhammed Terakki’yi yönetimden indirerek idam ettiler.
Aynı dönemde muhafazakar ve İslamcı bazı aşiret liderleri sosyal değişim sürecine karşı kırsal kesimlerde silahlı mücadele başlattılar. Merkezi hükümet ayaklanmaları durduramadı ve Afgan Ordusu dağılma noktasına geldi. Ülkesinin tüm bağlılığının SSCB’ye olmasını istemeyen ve ABD’nin liderliğini üstlendiği batı bloğuyla diyalog seçeneğini değerlendiren Devlet Başkanı Amin, SSCB’nin tepkisini çekti. Sovyetler Birliği Amin'in devrilmesi amacıyla askerlerini ülkeye gönderdi ve yakalanan Amin idam edildi.
SOVYETLER’İN İŞGALİ
Demokratik Halk Partisi'nin perçem kanadından Bebrek Kemal, 1979 yılında, Sovyet askerlerinin de desteğiyle ülke yönetiminin başına getirildi. Ancak rejim karşıtı direniş de çeşitli mücahit gruplarının Sovyetlere karşı mücadeleye girişmesiyle yoğunlaştı. ABD, Pakistan, Çin, İran ve Suudi Arabistan bu güçlere para ve silah sağladı.
CIA 1989'a kadar 35 bini Arap olmak üzere 80 bine yakın mücahidin eğitilip donatılması için 3.2 milyar dolar harcadı. Suudiler ve Çin'in katkılarıyla rakam 6-12 milyar doları buluyordu.
Savaşın seyrini 1985'ten sonra ABD'nin Afgan direnişçilere sağladığı gelişmiş uçaksavar füzesi desteği değiştirdi. Dış dünyadan gelen silah desteğiyle Kızıl Ordu'nun hava gücü kırıldı ve Komünist yönetimin hakimiyet alanı da gün geçtikçe daraldı.
Dönemin Kabil yönetiminin davetini gerekçe göstererek 1979 yılında bu ülkeyi işgal eden SSCB, 10 yıl süren savaşın ardından 15 Şubat 1989'da ülke topraklarını terk etti. Afganistan savaşı, Rusya'nın yenilgisiyle sonuçlandı ve bu tarihten itibaren Sovyetler Birliği'nin dağılma süreci başladı. 1991 yılında da dağıldı.
40 YIL ARAYLA BENZER KADERLER
Bu süreçte Soğuk Savaş nedeniyle Sovyetler Birliği’ne ‘kendi Vietnam’ını’ yaratmak isteyen ABD, silahlandırdığı mücahit grupların bedelini 11 Eylül 2001’de ağır ödedi. Ve o dönemde, SSCB ülkeden çekilince merkezi hükümet mücahitlere karşı bir varlık gösteremedi. Tıpkı günümüzde ABD’nin ülkeden çekilmesi sonrası merkezi hükümet yerine ABD’ye karşı savaş veren Taliban’ın otoriteyi ele geçirmesi gibi.
Sovyet Rusya'nın 1979'da başlayan ve 10 yıl süren Afganistan işgali, 1,5 milyon sivilin hayatını kaybetmesine, 2 milyondan kişinin de yaralanmasına ya da sakat kalmasına neden oldu. En az 6 milyon kişi de mülteci konumuna düştü. Bu mültecilerden yarısı ülkeye dönerken yarısı hala dönemedi.
MÜCAHİTLER DÖNEMİ VE TALİBAN'IN SAHNEYE ÇIKIŞI
SSCB’nin 1991’de dağılması sonrasında tüm aldığı yardımlar kesilen Afganistan hükümeti, mücahitlere karşı daha fazla güç kaybetti. 1 yıl geçmeden mücahitler başkent Kabil’e girerek yönetimi ele geçirdi. Eski Başbakan Necmettin Erbakan’la güçlü bir dostluğu bulunan Burhaneddin Rabbani mücahit grupların seçimiyle devlet başkanı olurken, farklı fraksiyonların iktidar mücadelesinden galip çıkan Taliban, 1996 yılında yönetimi ele geçirdi. Rabbani de çoğu Afgan liderin makus talihinden kaçamadı, Taliban'ın bir suikasti sonucu hayatını kaybetti.
İçinde 1988 yılında kurulan El-Kaide’nin de içinde bulunduğu Mücahitler arasında iktidar savaşları kızışırken 1994'te bir talebe hareketi olarak ortaya çıkan Taliban, Peştunların desteğiyle hızla yayıldı. Diyûbend medreseleri Taliban'a sadakatlerini sundu. Artık Pakistan'ın Kabil'de iktidarda görmek istediği hareket de Taliban'dı.
PAKİSTAN'IN ETKİSİ
Taliban militanları Pakistan'da eğitildi ve silahlandırıldı. Taliban, Pakistan'ın askeri ve Suudi Arabistan'ın mali desteğiyle 1996'da Kabil'i de ele geçirdi. Yerel kaynaklara göre 1996-2001 arasında Taliban saflarına 80-100 bin savaşçı katılmıştı. ABD Dışişleri'ne göre bunların yüzde 20-40'ı Pakistanlıydı.
Taliban, bu tarihten sonra Pakistan'ın bölgedeki çıkarları için vekalet savaşı veren bir örgüt haline dönüştü. Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, Taliban'ı resmen tanıdı.
2001 yılında ABD’nin Afganistan’ı işgaline kadar de facto olarak ülkeyi yöneten Molla Ömer liderliğindeki Taliban, Birleşmiş Milletler ve birçok ülke tarafından tanınmıyordu. Bu dönemde Afganistan'da kadınların çalışması yasaklandı, kız çocuklarının eğitim görmesi engellendi. Erkeklere sakal, kadınlara ise peçe zorunluluğu getirildi.
AFGANİSTAN’IN ALTINI: AFYON
Molla Ömer afyon üretimine karşı emirler vermesine ve Taliban yönetimi haşhaş mahsulünün çoğunu ortadan kaldırmasına rağmen, Taliban'ın 2001 sonrası yeniden dirilişi kısmen narkotik üretimi ve kaçakçılığı tarafından finanse edildi. Dünyada afyon üretiminin yaklaşık yüzde 90’ı Afganistan’da yapılıyor.
Radikal İslamcı Taliban, uyuşturucu mafyasıyla ortak çalışıyor. Helmand vilayetinin yüzde 85'ine hâkim olan Taliban haşhaş tarlalarını ve kaçakçılık güzergahlarını da kontrolü altında tutuyor. 2015 yılında örgütün uyuşturucudan elde ettiği kazanç en az 500 milyon dolar olarak kaydedilmişti.
11 EYLÜL SONRASINDA ABD’NİN İŞGALİ
ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırılarının ardından ABD yönetimi, SSCB’ye karşı direnmesi ve İran’ın bölgedeki gücünü dizginlemesi için büyük destek verdiği Taliban'dan El Kaide lideri Usame bin Ladin'i teslim etmesini istedi. Taliban, Ladin'i 'misafir' olduğu gerekçesiyle iade etmeyeceğini bildirdi.
Bunun üzerine ABD, 7 Ekim 2001'de Rabbani’nin liderliğini yaptığı muhalif grupların çatı örgütü olan Kuzey İttifakı'nın da desteğiyle Taliban'a yönelik operasyon başlattı. Kısa sürede başkent Kabil dahil elindeki tüm şehirleri kaybeden Taliban, kalesi konumundaki Kandahar'a çekildi. Ardından burayı da kaybetti ve dağlara çekilmek zorunda kaldı. Örgüt 2002'den sonra gerilla taktiği ile ABD ve Batı destekli Hamid Karzai hükümetine karşı savaş vermeye başladı.
2001-2014 arasında Afganistan Devlet Başkanlığı görevinde bulunan Karzai, ABD’nin yanında olmasına rağmen Taliban ve El-Kaide’nin gücünü kıramadı. 2014'ten beri de Eşref Gani lider. O da bu akışı değiştiremedi.
Operasyonun başlamasından 7 yıl sonra, Afganistan'daki Amerikan komutanlığının takviye talebi üzerine ülkedeki asker sayısı 48 bin 500'e çıkarıldı. Seçim kampanyalarında savaşı bitirmeyi vadeden Barack Obama iktidara geldiğinde 30 bin asker daha gönderildi ve sayı 68 bine ulaştı.
2010 yılında Afganistan'da 100 bini Amerikan olmak üzere 150 bin yabancı asker konuşlandırılmıştı. Obama, daha sonra uyguladığı çekilme süreciyle Afganistan'daki Amerikan askeri sayısını bunun onda birine indirdi. ABD ve NATO, 2014'te savaş halini resmen sona erdirse dahi 9 bin 800'ü Amerikan olmak üzere 12 bin 500 yabancı asker, Afgan kolluk kuvvetlerini eğitme ve terörle mücadele operasyonlarını sürdürme misyonuyla ülkede kaldı.
ABD'NİN YENİLGİSİ
Geçen süre zarfında ne El-Kaide ile mücadelede kayda değer bir başarı kazanıldı ne de Afganistan’da güvenli ve istikrarlı bir ortam oluşturulabildi. Afganistan, 2001 yılındaki müdahalenin ardından ortaya çıkan durum ile kıyaslandığında, daha az güvenlik, daha çok yolsuzluk, artan uyuşturucu ticareti ve geleceğe dair bir belirsizlik ortamı ile karşı karşıya. Üstelik savaşın temel gerekçesi olan ABD’nin ve dünyanın daha güvenli bir yer haline getirilmesi amacına ulaşma yönünde ciddi bir adım atıldığını söylemek de güç.
Afganistan savaşında 2 bin 448 Amerikalı hayatını kaybetti. Brown Üniversitesi araştırmacıları, 2001'den günümüzde Pakistan ve Afganistan'daki savaş bölgelerinde 241 bin kişinin öldüğünü, bunların 71 bininin sivil olduğunu tahmin ediyor.
ABD VE TALİBAN ARASINDA BARIŞ GÖRÜŞMELERİ
ABD eski başkanı Donald Trump'ın, 2016'da ABD Başkanı seçilmesinin ardından müzakereler yeniden gündeme geldi ve ABD ile Taliban temsilcileri, 25 Şubat 2019'da barış görüşmeleri için Katar'ın başkenti Doha'da ilk kez bir araya geldi. Çeşitli sebeplerle görüşmeler kesilse de Trump 2019 Kasım’da Afganistan'ın başkenti Kabil dışındaki Bagram Hava Üssü'ne giderek, "Taliban anlaşmak istiyor ve biz de onlarla görüşüyoruz, aynı zamanda bir ateşkes olması gerektiğini söylüyoruz" dedi.
Aralık 2019’da ateşkes imzalandı. Trump'ın görev süresi sona ermeden Afganistan'daki Amerikan askerlerinin sayısını azaltma planlarına kendi partisinin yanı sıra NATO da tepki gösterdi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Afganistan'daki ABD askerlerinin hızla çekilmesi konusunda uyarıda bulunarak, bunun "uluslararası teröristlerin" bölgede yeniden yer edinmesine yol açabileceğini ifade etti.
BIDEN DÖNEMİ: BİR DEVRİN SONU
ABD Başkanı Joe Biden da, selefi Trump’la ne kadar zıt kutuplarda olduğunu açıkça belirtse de, ABD'nin Afganistan'daki askeri misyonunun sona ermesi planına aynen devam etti ve çekilme tarihi olarak ilk başta 11 Eylül'ü açıkladı. Birkaç ay sonra 31 Ağustos'ta askerlerin çekilmesinin tamamlanacağını duyurdu. Bazı kesimler bu çekilmeyi ABD’nin Vietnam’dan çekilmesine benzetip, “Çekilmiyorlar, kaçıyorlar” ifadesini kullandı.
ABD, Afganistan'ı yeniden şekillendirmek için 2 trilyon dolar harcadı. Ancak kamuoyu yoklamaları, ABD’lilerin büyük çoğunluğunun Başkan Joe Biden'ın Afganistan'dan çekilme kararını desteklediğini gösteriyor. Ankete katılan her üç kişiden biri, Afganistan'daki savaşın kazanılamayacağını kaydediyor.
ABD ve NATO askerlerinin çekilmesi sürerken, Taliban da ülkede kontrol alanını genişletiyor. İran, Tacikistan ve Türkmenistan ile Afganistan arasındaki bazı sınır kapılarının kontrolünün Afgan ordusundan Taliban'a geçtiği bildiriliyor. Taliban, açıklamalara göre ülkenin yüzde 85’ini, tıpkı 1996-2001 dönemi gibi, kontrol ediyor.
Ancak ABD öncülüğündeki NATO’nun Afganistan’dan çekilmesi ve 20 yıllık bir savaşın bitmesi, Afganistan’ı daha istikrarlı bir yapıya büründürmeyecek. Batı dünyasının desteklediği Afgan hükümeti ve Taliban arasında da husumetler devam ediyor ve ülkenin tarihine bakıldığında merkezi otorite kurmanın imkansızlığı çok açık. Kendi içinden Taliban’ı, El-Kaide’yi ve hatta dolaylı da olsa DEAŞ’ı çıkaran bir mücahitler grubu ile, batı destekli olan, ulus bilinci yerleşmemiş, rüşvet ve iltimasın kalıcılaştığı Afgan gruplar arasında bir anlaşma olması pek mümkün gözükmüyor. Ülkede birçok etnik unsur bulunması, 40 yıl içinde hem sosyalist rejim hem de şeriat rejimiyle yönetilen bir yapının varlığı ve coğrafi koşullardan dolayı toplu yaşamın seyrek görülmesi; toplumun paydaşlarının aynı hedefte birlik olmasının önündeki engeller.
İşte Türkiye böyle bir yapıya ve siyasi iklime sahip bir ülkenin önemli bir noktasına NATO çatısı altında aktif görev alma planı yapıyor.
TÜRKİYE’NİN ROLÜ
Türkiye, NATO çatısı altında 20 senedir Afganistan’da asker bulunduruyor. Türk ordusu, sıcak savaşta görev almadı. Danışmanlık yaptı, bakım, onarım, inşaat görevlerini yerine getirdi. Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı'nı da 6 yıldır işletiyor. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar şu an için yeni bir askeri göndermenin söz konusu olmadığını açıkladı. Halen mevcut bulunan güçlerimizin yeterli olacağı düşünülüyor.
Türkiye’nin zaman zaman ABD olmak üzere Batı dünyasıyla arasında ipler geriliyor. Ancak hem Türkiye, hem AB hem de ABD; ilişkiler ne kadar gerilirse gerilsin ipleri koparmıyorlar. Tüm taraflar, yıllarca temeli atılmış siyasi ve ekonomik ortaklıklardan dolayı birbirleriyle diplomatik olarak temas kurmanın öneminin farkında. Türkiye’nin 6 yıldır işletmecisi olduğu Afganistan’daki Hamid Karzai Uluslararası Havaalanı’nın güvenliği için sorumluluk almaya devam edecek olması bu çerçevede yorumlanabilir.
HAMID KARZAI HAVAALANI NEDEN ÖNEMLİ?
Dağlık bir bölgede yer alan, deniz ulaşımı olmayan ve karayollarında ciddi bir güvenlik sıkıntısı bulunan Afganistan'ın dış dünyayla bağının kurulabilmesi için bu havalimanı hayati bir role sahip. Bu havaalanı ülkenin dış dünyayla tek bağlantı noktası. Eğer bu havaalanının kontrolü BM’nin ve hemen hemen hiçbir devletin tanımadığı radikal İslamcı örgüt Taliban’ın eline geçerse, Afganistan’da hiçbir ülkenin veya uluslararası kuruluşun bir temsilcisi kalamaz. Herhangi bir ofis ya da bağ kurulamaz. Afganistan tecrit edilmiş bir ülke haline gelir.
Milli Savunma Bakanı Akar da bu durumu şu sözlerle açıklıyor: “Havalimanının açık olması, çalıştırılması lazım. Bunu bütün ülkeler de söylüyor. Havalimanı çalışmadığı takdirde ülkeler oradaki diplomatik misyonlarını çekmek durumunda kalacak. Çünkü güvenli iletişim, ulaşım olmadığı zaman orada kalamazlar. Böylesi bir durumda Afganistan, izole bir devlet haline gelecek, uluslararası ilişkiler bakımından çok ciddi sıkıntılar yaşayacak. Bununla birlikte havalimanı rasyonel şekilde çalışmazsa eğitim, sağlık, ticaret için yurt dışına gitmek zorunda olanlar ne yapacak? Bir devletten bahsediyoruz. Bunlar Afgan kardeşlerimizin huzuru, refahı ve gelişmesini de olumsuz etkileyecektir.”
14 Haziran’daki NATO Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden’a teklifi sonrasında başlayan süreçte, ABD’den olumlu Taliban’dan olumsuz mesajları geliyor. ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Kirby, "Havaalanında güvenliğin nasıl olacağı konusunda Türklerle hala görüşme halindeyiz, bu çabaya öncülük etmeye istekli oldukları için onlara minnettarız" derken, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da, havalimanının işletilmesi ve güvenliğinin sağlanmasına yönelik görüşmelerin devam ettiğini belirterek, "Görüşmeler doğrultusunda (ABD Savunma Bakanı) Sayın Austin ile birlikte mutabık kaldığımız konular var. Ayrıca NATO'da Türkiye'nin girişimleriyle olumlu gelişmeler söz konusu" dedi.
Taliban ise, ABD ile yapılan anlaşma sonucunda Afganistan’da ‘yabancı savaşçı’ bulunmaması gerektiğini ifade ederek, Türkiye ile iyi ilişkilerin olduğunu; ancak Türk askerinin Afganistan’da bulunması durumunda ‘hem SSCB’ye hem de ABD’ye karşı nasıl savaşılmışsa, Türkiye’ye de karşı savaşılacağını’ açıkladı. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik ise bu açıklamayı ‘bir iletişim kazası’ olarak niteledi.
"AFGANİSTAN 2001'E DÖNECEK"
Afganistan’ı en yakından tanıyan isimlerden biri olan eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Afganistan’daki durumu, “Tek kelime ile söylersek Afganistan 2001’e dönecek. 20 yıl öncesine doğru gidiyor. Taliban’dan ve terörden kurtarmak için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) ve NATO kararlarıyla Afganistan’a gidilmişti. Bunca yıl geçti aradan ve yine başa döndük. Şu anda Taliban yine ülkeye büyük ölçüde hakim. Eğer zorlarsa veya nihai kararını verirse Kabil’e de girebilir” dedi.
Türk askerinin "sadece havalimanına bir saldırı olması halinde, meşru müdafaa gerektiren durumlarda muharip görev üstlenmesi" planlanıyor.
Taliban'ın yaptığı son açıklamalar ise Ankara'da "sembolik" olarak değerlendiriliyor. Taliban'ın uluslararası alanda tanınırlık arayışında olduğunu; Türkiye'nin yürüttüğü görüşmeler doğrultusunda da Taliban'ın Türkiye'ye karşı saldırganca bir tutum içinde olmadığı belirtiliyor.
Türk güvenlik kaynakları, havalimanının güvenliğinin sağlanması için Afgan hükümetiyle temasın yeterli olmayacağı, bunu Taliban'a rağmen yapmanın mümkün olmadığı görüşünde.