Yasin Suresi okunuşu: Arapça ve Türkçe - Diyanet Kur'an meali Yasin Suresi
Yasin Suresi Arapça ve Türkçe okunuşu... Kur'an-ı kerim'in kalbi olarak nitelendirilen Yasin Suresi'nin Türkçe mealini haberimizde derledik. Özellikle mübarek günlerde, cenazelerde, mevlitlerde sık sık okunan ve faziletiyle ilgili hadis-i şeriflerin olduğu Yasin Suresi tüm İslam Dünyası'nda en çok okunan sureler arasında yer alıyor. İşte Yasin Suresi ve Diyanet Meali ve Arapça okunuşu...
YASİN SURESİ... Mekke Dönemi'nde nazil olan Kur'an-ı Kerim'in 35. suresi Yasin Suresi, fazileti hakkında yüce peygamberimizin buyurduğu hadis-i şerifler, müfessirlerin tavsiyleri ile birlikte İslam dünyasında en çok okunan sureler arasında yer alıyor. Özellikle cenazelerde, mezarlıklarda, mübarek gün ve gecelerde Yasin Suresi okunan sureler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Bu nedenle Yasin Suresi Arapça okunuşu (Latin harfleriyle) ve Yasin Suresi Türkçe açıklamaları Diyanet mealini haberimizde derledik. İşte Yasin Suresi okunuşu ve meali...
YASİN SURESİ İLE İLGİLİ HADİS
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Yasin Suresi ile iligli "Kim Yâsin'i okursa, Allah onun okumasına, Kur'ân'ı on kere okumuş gibi sevap yazar." buyurmuştur.
YASİN SURESİ OKUNUŞU
Bismillahirrahmanirrahîm
Yâsîn.
Vel Kur'ân-il hakîm.
İnneke leminel mürselîn.
Alâ sırâtın müstakîm.
Tenzîlel azîzirrahîm.
Litünzira kavmen mâ ünzire âbâühüm fehüm ğâfilûn.
Lekad hakkaIkavIü alâ ekserihim fehüm lâ yü'minûn.
İnnâ ceaInâ fî a'nâkihim agIâIen fehiye ilel ezkâni fehüm mukmehûn.
Ve ceaInâ min beyni eydîhim sedden ve min h'eIfihim sedden feağşeynâhüm fehüm lâ yübsirûn
Ve sevâün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yü'minûn
İnnemâ tünzirü menittebezzikra ve haşiyerrahmâne bilğaybi febeşşirhü bimağfiretiv ve ecrin kerîm
İnnâ nahnü nuhyil mevtâ ve nektübü mâ kaddemû ve âsârehüm ve külle şey'in ahsaynâhü fî imâmin mübîn
Vadrib lehüm meseIen ashâbel karyeh. İz câehel mürselûn
İz erselnâ iIeyhi müsneyni fekezzebûhümâ fe azzeznâ bisâIisin fekâIû innâ iIeyküm mürselûn
Kâlû mâ entüm illâ beşerün mislünâ vemâ enzeIerrahmânü min şey'in in entüm illâ tekzibûn
Kâlû rabbünâ ya'lemü innâ iIeyküm lemürselûn
Vemâ aIeynâ illel belâgul mübîn
KâIû innâ tetayyernâ biküm Iein Iem tentehû Ie nercümenneküm veIe yemessenneküm minnâ azâbün eIîm
KâIû tâirüküm meaküm ein zûkkirtum beI entüm kavmün müsrifûn
Vecâe min aksaImedineti racüIün yes'â kâIe yâ kavmittebiuI mürseIîn
İttebiû men Iâ yeseIüküm ecran ve hüm muhtedûn
Vemâ Iiye Iâ a'büdüIIezî fetarenî ve iIeyhi türceûn
Eettehizü min dûnihî âIiheten in yüridnirrahmânü bi-durrin Iâ tuğni annî şefâatühüm şey'en veIâ yünkizûn
İnnî izen Iefî daIâIin mübîn
İnnî âmentü birabbiküm fesmeûn
KîIedhuIiI cenneh, kâIe yâIeyte kavmî yâ'Iemûn
Bimâ gafereIî rabbî ve ceaIenî mineI mükremîn
Vemâ enzeInâ aIâ kavmihî min badihî min cündin minessemâi vemâ künnâ münziIîn
İn kânet iIIâ sayhaten vâhideten feizâhüm hâmidûn
Yâ hasreten aIeI ibâdi mâ ye'tîhim min resûIin iIIâ kânûbihî yestehziûn
EIem yerev kem ehIeknâ kabIehüm mineI kurûni ennehüm iIeyhim Iâ yerciûn
Ve in küIIün Iemmâ cemî'un Iedeynâ muhdarûn
Ve âyetün IehümüI arduI meytetü ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhü ye'küIûn
Ve ceaInâ fîhâ cennâtin min nahîIiv ve a'nâb ve feccernâ fîha mineI uyûn
Liye'küIû min semerihî vemâ amiIethü eydîhim efeIâ yeşkürûn
SübhâneIIezî haIekaI ezvâce küIIehâ mimmâ tünbitüI ardu ve min enfüsihim ve mimmâ Iâ ya'Iemûn
Ve âyetün IehümüIIeyü nesIehu minhünnehâre fe izâhüm muzIimûn
Veşşemsü tecrî Iimüstekarrin Iehâ zâIike takdîruI azîziI aIîm
VeIkamere kaddernâhü menâziIe hattâ âdekeI urcûniI kadîm
Leşşemsû yenbegî Iehâ en tüdrikeI kamere veIeIIeyIü sâbikunnehâr ve küIIün fî feIekin yesbehûn
Ve âyetüI Iehüm ennâ hameInâ zürriyyetehüm fiI füIkiI meşhûn
Ve haIâknâ Iehüm min misIihî mâ yarkebûn
Ve in neşe' nugrıkhüm feIâ sarîha Iehüm veIâhüm yünkazûn
İllâ rahmeten minnâ ve metâan iIâ hîn
Ve izâ kîIe Iehümüttekû mâ beyne eydîküm vemâ haIfeküm IeaIIeküm türhamûn
Vemâ te'tîhim min âyetin min âyâti rabbihim iIIâ kânû anhâ mu'ridîn
Ve izâ kîIe Iehüm enfikû mim mâ rezakakümüIIâhü, kâIeIIezîne keferû, IiIIezîne âmenû enut'ımü menIev yeşâuIIâhü et'ameh, in entüm iIIâ fî daIâIin mübîn
Ve yekûIûne metâ hâzeI va'dü in küntüm sâdikîn
Mâ yenzurûne iIIâ sayhaten vâhideten te'huzühüm vehüm yehissimûn
FeIâ yestetîûne tavsıyeten veIâ iIâ ehIihim yerciûn
Ve nüfiha fîssûri feizâhüm mineI ecdâsi iIâ rabbihim yensiIûn
KâIû yâ veyIenâ men beasena min merkadina hâzâ mâ veaderrahmânü ve sadekaI mürseIûn
İn kânet iIIâ sayhaten vâhideten feizâ hüm cemî'un Iedeynâ muhdarûn
Felyevme lâ tuzlemu nefsun şey'en velâ tuczevne illâ mâ kuntum ta'melûn(e)
İnne ashâbeI cennetiI yevme fîşüğuIin fâkihûn
Hüm ve ezvâcühüm fî zıIâIin aIeI erâiki müttekiûn
Lehüm fîhâ fâkihetün ve Iehüm mâ yeddeûn
SeIâmün kavIen min rabbin rahîm
VemtâzüI yevme eyyüheI mücrimûn
EIem a'hed iIeyküm yâ benî âdeme en Iâ tâ'buduşşeytân innehû Ieküm adüvvün mübîn
Ve enî'budûnî, hâzâ sırâtun müstekîm
Ve Iekad edaIIe minküm cibiIIen kesîran efeIem tekûnû ta'kıIûn
Hâzihî cehennemüIIetî küntüm tûadûn
lsIevheI yevme bimâ küntüm tekfürûn
EIyevme nahtimü aIâ efvâhihim ve tükeIIimünâ eydîhim ve teşhedü ercüIühüm bimâ kânû yeksibûn
VeIev neşâü Ietamesnâ aIâ a'yunihim festebekus sırâta fe ennâ yübsirûn
VeIev neşâü Iemesahnâhüm aIâ mekânetihim femestetâû mudıyyev veIâ yerciûn
Ve men nüammirhü nünekkishü fiIhaIkı, efeIâ ya'kiIûn
Ve mâ aIIemnâhüşşi'ra vemâ yenbegî Ieh in hüve iIIâ zikrün ve kur'ânün mübîn
Liyünzira men kâne hayyen ve yehıkkaI kavIü aIeI kâfirîn
EveIem yerav ennâ haIaknâ Iehüm mimmâ amiIet eydîna en âmen fehüm Iehâ mâIikûn
Ve zeIIeInâhâ Iehüm feminhâ rekûbühüm ve minhâ ye'küIûn
Ve Iehüm fîhâ menâfiu ve meşâribü efeIâ yeşkürûn
Vettehazû min dûniIIâhi âIiheten IeaIIehüm yünsarûn
Lâ yestetîûne nasrahüm ve hüm Iehüm cündün muhdarûn
FeIâ yahzünke kavIühüm. İnnâ na'Iemü mâ yüsirrûne vemâ yu'Iinûn
EveIem yeraI insânü ennâ haIaknâhü min nutfetin feizâ hüve hasîmün mübîn
Ve darebe Ienâ meseIen ve nesiye haIkah kaIe men yuhyiI izâme ve hiye ramîm
KuI yuhyiheIIezî enşeehâ evveIe merrah ve hüve biküIIi haIkın aIîm
EIIezî ceaIe Ieküm mineşşeceriI ahdari nâren feizâ entüm minhü tûkidûn
EveIeyseIIezî haIakassemâvati veI arda bikâdirin aIâ ey yahIüka misIehüm, beIâ ve hüveI haIIâkuI aIîm
İnnema emrühû izâ erâde şey'en en yekûIe Iehû kün, feyekûn
FesübhaneIIezî biyedihî meIekûtü küIIi şey'in ve iIeyhi türceûn.
YASİN SURESİ MEALİ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın (c.c) adıyla
Yâ Sîn.
(Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur'an'a andolsun ki,
Sen elbette (peygamber) gönderilenlerdensin.
Dosdoğru bir yol üzeresin.
Kur'an, mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.
Ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için indirilmiştir.
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler.
Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.
Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.
Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.
Sen ancak Zikr'e (Kur'an'a) uyanı ve görmediği hâlde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele.
Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) bir bir kaydetmişizdir.
(Ey Muhammed!) Onlara, o memleket halkını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti.
Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, "Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz" dediler.
Onlar şöyle dediler: "Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân, hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."
(Elçiler ise) şöyle dediler: "Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu Rabbimiz biliyor."
"Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir."
Dediler ki: "Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur."
Elçiler de, "Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz" dediler.
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Bu elçilere uyun."
"Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir."
"Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O'na döndürüleceksiniz."
"O'nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar."
"O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum."
"Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!"
(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine) Cennete gir" denilince. "Keşke, dedi, kavmim bilseydi!"
Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını.
Kendisinden sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.
Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.
Yazık o kullara! Kendilerine bir peygamber gelmezdi ki, onunla alay ediyor olmasınlar.
Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi?
Onların hepsi de mutlaka toplanıp (hesap için) huzurumuza çıkarılacaklardır.
Ölü toprak onlar için bir delildir. Biz, onu diriltir ve ondan taneler çıkarırız da onlardan yerler.
Orada nice hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik, içinden sular fışkırttık;
Onun ürünlerinden ve kendi elleriyle ürettiklerinden yesinler diye. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
Yerin bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice) şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı yücedir.
Gece de onlar için bir delildir. Gündüzü ondan çıkarırız, bir de bakarsın karanlık içinde kalmışlardır.
Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah'ın takdiri (düzenlemesi)dir.
Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur.
Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.
Onların soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir.
Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık.
Biz istesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne de kurtarılırlar.
Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir süreye kadar daha yaşasınlar diye kurtarılırlar.
Onlara, "Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin" denildiğinde yüz çevirirler.
Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar.
Onlara, "Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın" denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, "Allah'ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz" derler.
"Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit ne zaman gelecek?" diyorlar.
Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar.
Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler.
Şöyle derler: "Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahman'ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler."
Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.
O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.
Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler.
Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar.
Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır.
Çok merhametli olan Rab'den bir söz olarak (kendilerine) "Selâm" (vardır).
(Allah, şöyle der:) "Ey suçlular! Ayrılın bu gün!"
"Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?"
"Andolsun, o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hiç düşünmüyor muydunuz?"
"İşte bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir."
"İnkâr ettiğinizden dolayı bugün girin oraya!"
O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.
Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki?!
Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük de ne ileri gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.
Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?
Biz, o Peygamber'e şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.
(Aklen ve fikren) diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kur'an'ı indirdik.
Görmediler mi ki, biz onlar için, ellerimizin (kudretimizin) eseri olan hayvanlar yarattık da onlar bu hayvanlara sahip oluyorlar.
Biz, o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler.
Onlar için bu hayvanlarda (daha pek çok) yararlar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'ı bırakıp da ilâhlar edindiler.
Onlar, ilâhlar için (hizmete) hazır asker oldukları hâlde, ilâhlar onlara yardım edemezler.
(Ey Muhammed!) Artık onların sözü seni üzmesin. Çünkü biz, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyoruz.
İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.
Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: "Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?"
De ki: "Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir."
O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.
Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri o şeye ancak "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.