Milliyet Gazetesi ve basının görevi
MİLLİYET Gazetesi'nin BDP ile Öcalan arasında geçen görüşmenin zabıtları olarak takdim edilen metni yayınlamasının akabinde kopan fırtına dinmek bilmiyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes Milliyet'e gazetecilik dersleri veriyor. "Batsın gazeteciliğiniz" çıkışıyla Başbakan Erdoğan bu kervana katılanlar arasında.
"Milliyet devletin 'âli menfaatlerini' hiçe sayarak barış sürecini baltalama pahasına bu yayını yaptı" diyenler, "sorumlu" gazetecilik örneği olarak da işlerine geldiğinde bol bol çamur attıkları New York Times Gazetesi'ni gösteriyorlar. "Wikileaks belgelerini yayınlamadı" diyorlar. Halbuki yalan.
Aslında bu konuya girmek istemiyordum. Zira bir önceki yazımda sürecin bu mesele yüzünden sekteye uğrayacağına inanmadığımı söylemiştim. "Uğradı uğradı" diye bağırıp çağıranlar ise kendi gürültüleri dışında bu savlarını somutlandıran bir tek örnek gösterebilirler mi peki? Öcalan ile görüşmeler mi kesildi? Dördüncü yargı paketi rafa mı kalktı? Yoksa halk sokaklara mı döküldü? Ne oldu Allah aşkına? Milliyet'e yapılan haksızlık karşısında gazeteci olarak susmak mümkün değil.
Gerçek demokrasilerde basının rolü, kendini devlet yerine koyup devlet için doğru olanı yapmak, devleti korumak değildir. Türkiye'de demokrasinin gelişmesini engelleyen tam da bu vesayetçi zihniyet değil miydi? Büyük gazetelerin yayın yönetmenleri "Halk için en doğrusunu biz biliriz" kibriyle demokrasinin gelişmesine engel olanların başında değil miydi? "Memleket bölünüyorrrr", "İrtica geliyorrr" yaygaralarıyla yıllarca vatandaşlardan gerçekleri gizleyen, Güneydoğu'da süren vahşeti sansürleyenler onlar değil miydi? Oysa vatandaş hakikatleri bilseydi belki de barışa çok daha çabuk hazır olurdu. Birçok gencimiz boşu boşuna ölmezdi. Gazetecinin görevi gerçekleri araştırıp vatandaşları aydınlatmaktır. Yeri geldiğinde vatandaşı devletten, güçten korumaktır. "Dördüncü Kuvvet" kavramı buradan geliyor.
The New York Times örneğini vererek Milliyet'e sözde gazetecilik öğretenler gerçekleri saptırmasınlar. Birincisi The New York Times, Wikileaks'in ele geçirdiği ABD'li diplomatlara ait 250 bin kriptonun en az 100 tanesini yayınladı. (Belgeler, The Guardian gibi birkaç büyük gazetede daha yayınlandı.) Bu kararını da okuyucularına 28 Kasım 2010 tarihli bir yazıda uzun uzun anlattı. Konumuzla örtüşen bölümleri kısaltarak aktarıyorum: "Gizli belgelerin nasıl ele alınacağı meselesi zordur ve asla hafife alınmamalıdır... Editörler kamuoyunun aydınlanması ile milli çıkarlara verilecek zararı tartmak dengelemek zorundadır. Haberin kaynağını tehlikeye sokacak veya savaş zamanında düşmana avantaj sağlayacak operasyonel türden istihbaratları prensip olarak yayınlamıyoruz (...) Öte yandan bir kısım açık ifadeleri sırf diplomatik ihtilaf yaratır veya resmi yetkilileri zora sokabilir düşüncesiyle de sansürlemiyoruz. The Times'ın belgeleri görmezden gelmesi, okurlarını bu bilgiler kamuoyuna mal olduğunda konuya ilişkin çıkacak analizlerden mahrum etmek anlamına gelirdi. Ama (belgelere ilişkin) makaleleri yayınlamamızın daha da önemli sebebi şu: Bu belgeler hükümetlerin ülkeye en fazla can ve mal kaybına yol açan önemli kararları nasıl verdiklerini en çıplak haliyle ortaya koyuyor. Amerika'dan yardım alan müttefiklerin davranışlarına ve bazı durumlarda ikiyüzlülüklerine ışık tutuyor. Resmi itirazlara rağmen bu bilgileri yayınlamanın yarattığı yük bir tarafa, Amerikalıların kendi adlarına yapılanları bilmeye hakları olmadığı sonucuna varmak küstahlık olurdu."
Soruyorum o halde: madem The New York Times kriterleri örnek sayılıyor... Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak da İmralı zabıtlarını yayınlayarak "Türkiye'nin düşmanlarına avantaj sağlayacak operasyonel bilgi" mi sağladı? Hayır. Haber kaynaklarının hayatını tehlikeye mi soktu? Hayır. Öcalan ve BDP arasında geçen sohbetin kamuoyuyla paylaşılması milli menfaatleri zedeleyecek türden miydi? Hayır.
O halde, Milliyet ne yaptı? Gazetecilik yaptı. O kadar.