O masanın nedeni feminist dış politika
Brüksel’de NATO toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun Kanada heyetiyle buluşmasında masadaki cinsiyet dağılımına bakıp kelle hesabı yapanlar oldu. Kanada Dışişleri Bakanı Melanie Joly dahil bütün ekip kadınlardan oluşurken, Türk tarafında sadece bir kadın varmış!
Öyle. Ama o işler kadınların sayısıyla yürümüyor. Kanada bir süredir feminist dış politika yürüttüğü için masanın sol tarafında kadınlar oturuyor. Fakat Trudeau hükümetinde kota hesabıyla cinsiyet eşitliği sağlansın diye orada oturmuyorlar.
Feminist dış politika yeni bir paradigma; İsveç ve Kanada öncülüğünü yapıyor, İspanya ve Meksika takipçisi oluyor, Almanya’daki yeni koalisyon da hükümet programına feminist dış politikaya geçişi konuşlandırmış bulunuyor. Annalena Baerbock ülkenin ilk kadın dışişleri bakanı olarak henüz ısınma turlarında, konsept var ama oturmuş bir pratik yok. Hele de Ukrayna savaşı nedeniyle silahların konuştuğu ve güvenlikçi politikaların ağır bastığı ortamda.
Feminist dış politika bakanlığın başına bir kadını oturtmak, kadınlara koltuk dağıtarak patriyarkaya iliştirmek anlamına gelmiyor. Kadınların diplomasi koridorları ve kanallarında bütün köşe başlarını tutması hedefi olmadığı gibi feminist dış politikanın ilgi alanı salt toplumsal cinsiyet eşitliğinden, kadınlarla kız çocuklarından ibaret değil. Mesele kadınların sayısal temsili değil, dış politikada yapısal değişim.
Feminist dış politikanın manifestosu şu: Daha adil ve barışçı bir küresel düzen için kaba kuvvete dayalı militarist iktidar ilişkilerini değiştirip dışişleri ve güvenlik politikalarını insan odaklı oluşturmak, uluslararası ilişkilerde patriyarkaya karşı bütün marjinal grupların ihtiyaçlarından yana olup, devlet güvenliğini önceleyen ataerkil yapıları bireyin güvenliğine yöneltecek şekilde pozisyon almak; herkesin eşit haklara, kaynaklara eşit erişim ve siyasette eşit temsil imkanıyla karar süreçlerinde eşitliğe kavuşmasını sağlamak için bütün diplomatik enstrümanları kullanmak.
Kriz ve çatışmalarda ırkçılıktan homo- ve transfobiye, engelli ayrımcılığına her türlü ayrımcılıkla mücadele de feminist dış politikanın öne çıkan düsturu. Bunun için barış görüşmelerine katılacak heyetlerde profil çeşitliliği hedefleniyor. Ancak hedef masaları kadınlar, LGBT bireyler ve diğer siyasi azınlıklarla donatmak değil, klişe iktidar yapılarını değiştirip karar aşamasında bütün tarafların söz sahibi olacağı yeni masayı kurmak. Aynı konsept, insan hakları ihlalleri bulunan ülkelerle temaslar bakımından da geçerli.
Bilimsel araştırmalara göre müzakere süreçlerinde ne kadar çok kadın olursa, kalıcı barış ihtimali o denli artıyor. Bu noktada Afganistan negatif örnek. Kadın hareketi çok güçlü olduğu halde barış görüşmelerinde yeterince temsil edilmedikleri için Taliban’ın iktidarı devralmasından sonra daha büyük baskı altına girdiler.
KADINA ŞİDDET VARSA SAVAŞ VE TERÖR DE VAR
Cinsiyet eşitliği, savaş ve barışta ayırt edici faktör olarak öne çıkıyor. Üç siyaset bilimcinin 176 ülkede kadın-erkek eşitliğine dair yaptığı araştırmanın sonuçları çarpıcı. Valerie Hudson, Donna Lee Bowen ve Perpetua Lynne Nielsen’in “Cinsiyet, dünya çapında yönetim biçimlerini ve ulusal güvenliği nasıl şekillendiriyor” başlıklı çalışması şunu gösteriyor: Bir ülkede cinsiyete dayalı adaletsizlik ne kadar keskinse, iç - dış çatışma, istikrarsızlık ve terör ihtimali o denli yüksek oluyor.
Araştırmaya göre erkek egemen yapıların tasfiyesi için aktif çaba gösteren yönetimlerin uluslararası ihtilaflara askeri çözüm eğilimi daha düşük. Kadına şiddetin nadiren görüldüğü ve faillerin cezalandırıldığı ülkeler uluslararası norm ve anlaşmalara daha sadık, komşularıyla ilişkileri daha iyi. Yani feminist dış politikayla patriyarka egemenliğine son verilmesi barış ve istikrar yolunda kilometre taşı oluyor.
Ancak savaş ve barış süreçleri, kuzey yarı kürenin çoğu heteroseksüel beyaz erkekleri tarafından yönetiliyor. 1992 – 2019 Arasında müzakere yürüten kadınların oranı sadece yüzde 13; arabuluculuk görevi üstlenen kadınların oranı yüzde altı ve barış belgelerine imza atan kadınların oranı da aynı, yüzde altı. Her on barış sürecinin yedisinde kadınların ne arabulucu ne de imzacı olarak adı var.
SÖMÜRGECİ DIŞ POLİTİKAYA SON
Küresel çapta feminist dış politikayı yaymak için çalışan Berlin merkezli düşünce kuruluşu Centre for Feminist Foreign Policy (CFFP) önümüzdeki 13 Nisan’da ilk kez bir feminist dış politika zirvesi düzenliyor. Aynı örgüt geçen eylül ayındaki genel seçim öncesi Almanya için feminist dış politika perspektifi hazırlamıştı. Küresel adaletsizliğin tasfiyesi için militarist, ırkçı ve sömürgeci zihniyetten arındırılmış dış politika çizgisinde bütün diplomatik araçların kullanılmasını içeren bir manifestoydu.
Feminist anlayışla güvenliğin devlet odağından bireye yönelmesi öneriliyordu. Toplumları derinden etkileyen pandemi ve iklim krizine rağmen, reel politiğin temel taşını oluşturan militarizm hız kesmemişti. Nükleer güç sahibi dokuz ülkenin 2020 yılında nükleer silah sistemlerine yatırımı 72.6 milyar doları bulmuştu. Nükleer silahlar için dakikada 138 bin dolar harcanıyordu.
Devletlerin güvenlikçi politikları için harcanan paralar insani güvenlikten esirgeniyordu. ABD 2019’da nükleer silahlara 35.1 milyar dolar harcamıştı. Oysa aynı meblağ, pandemi yönetiminde çok acil ihtiyaç olan 300 bin yoğun bakım yatağıyla 35 bin solunum cihazı ve 225 bin sağlık çalışanının ücretlerini karşılayabilirdi. Bu nedenle sürdürülebilir güvenlik patriyarkal yapıların atom gücüyle soykırım caydırıcılığından değil, “Nükleerde küresel sıfır” ve ekosistemlerin korunması hedefinden geçiyordu.
Almanya nükleer güç olmamakla birlikte dünyanın en büyük dört silah ihracatçısı arasında. Savunma Bakanlığı’nın 2020 yılındaki bütçesi 45 milyar Euro ile bakanlıklar arasında üçüncü sırada yer alırken, Dışişleri Bakanlığı’na ayrılan bütçe ancak 6.6 milyar Euro’yu buluyordu. Küresel krizlerin önlenmesi, istikrar ve barışın korunması için harcanan miktar ise sadece 400 milyon Euro.
Yeni kurulan Scholz Hükümeti tam da feminist dış politika perpektifine hazırlanırken Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle suların akışı tersine döndü. Başbakan Scholz savunma harcamalarını artırma kararı aldıklarını açıkladı; “Gerekli yatırımlar ve silahlanma projeleri için 100 milyar Euro’luk özel fon kuruyoruz” dedi.
TEST ALANI UKRAYNA – TEK SAVAŞ ARACI SİLAH DEĞİL!
Dibine kadar patriyarka gücünü temsil eden Putin gitti Ukrayna’da savaş çıkardı.
Bu durumda feminist dış politikanın talepleri gerçeklikten kopuk, ütopik görünüyor olabilir. Ancak hedeften şaşmamak lazım. Çünkü savaşlar sadece füzeler ve tanklarla yürütülmüyor. Birleşmiş Milletler 2008’den bu yana ihtilaf ve çatışma bölgelerindeki tecavüzleri savaş suçu sayıyor. Tabii şunu da sormak lazım; fiziksel güç kullanarak her cinsiyete yönelebilen şiddet biçimini algılamakta neden bu kadar geç kalındı?
Nitekim Ukrayna’dan sadece sivillere yönelik korkunç katliam görüntüleri değil, tecavüz haberleri de geliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü’ne göre özellikle Mariupol ve Çernihiv’de Rus askerlerinin tecavüzleri kayda geçti. Silah zoruyla işlenen dehşet verici suçların detayına girmiyorum. Yerel medya ayrılıkçı Luhansk ve Donetsk bölgelerinde sistematik cinsel şiddet uygulandığına dair haberleri aktarıyor. Estonya’daki Ukrayna büyükelçisi Twitter’dan üç yaşındaki bir çocuğun cansız fotoğrafını paylaşıyor; çocukta tecavüz izleri var.
İngiltere’nin Kiev Büyükelçisi Melinda Simmons, “Tecavüz, savaş silahı olarak kullanılıyor. Çapını henüz bilmiyoruz ama Rus cephaneliğinin bir parçası olduğu kesin. Kadınlara çocukları önünde, kızlara aileleri önünde tecavüz ediliyor” diyor.
Feminist dış politika için kolları sıvayan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da Bundestag’daki konuşmasında Ukrayna’daki hamilelerden taşıyıcı annelere geniş bir yelpazede kadınların acılarına dikkat çekerken Yugoslavya savaşındaki sistematik tecavüzlere gönderme yaptı. Temmuz 1995’teki soykırım sonrası Srebrenica ziyaretinde kadınlarla konuşurken, tecavüzün silah olarak kullanılması karşısında yüreğinin nasıl paralandığını anlattı. Bu sırada, muhalefete düşen CDU’nun yeni lideri Friedrich Merz, oturduğu yerden müstehzi mimiklerle elini kalbine götürerek dalgasını geçti.
Baerbock, “Feminist dış politika fuzuli bir uğraş değildir. Artık zamanı gelmiştir” yanıtı verdi. Merz’in alaycı tavrı ise savaşa erkek egemen bakış açısını yansıtıyordu.
Alman medyasında sosyal demokrat ve Yeşiller’e yakın yorumlar “Silahlanmayı insan haklarını gözetmekle dengelemek mümkün. Feminist dış politika ütopya değil” şeklinde. Baerbock ne kadar başarılı olacak? Kadın haklarını, kadınların siyasi, ekonomik ve savunma kurumlarında daha yüksek oranda temsilini, kaynakların sivil toplumda eşit bölüşümünü “lüzumlu bir uğraş” olarak nasıl yansıtacak?
Şimdilik Ukrayna haricinde ağırdan alıyor, erteliyor olabilir.
Scholz’un Ukrayna krizi nereniyle geçen 14 Mart’taki Ankara ziyareti sürpriz olmuştu. Oysa öncesinde beklenen Baerbock’un ziyaretiydi. Yeşiller’e yakın Heinrich Böll Vakfı’nın Türkiye temsilcisi Kristian Brakel, DW’ye açıklamasında “Baerbock’un ziyareti neden ertelediği, yapmak istemediği merak konusu. Belki de Yeşiller’in daha sert bir tutum takınması beklentisi etkili olmuş olabilir. Çok geniş bir manevra alanı yok Baerbock’un” demişti.
Mesela, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini eleştirmesi gereken bir ziyaretin sırası olmadığını düşünmüş olabilir mi?