Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İlaç şirketlerinin para kazanabilmek için sağlığımızla oynadığını düşünen, çözümün doğal tedavilerde olduğuna inananlar var. Bu doğru olabilir mi?

        İlaç şirketlerine karşı büyük bir güvensizlik var. Tarihe baktığımızda bunun için geçerli sebep de çok. O yüzden her söylenene körü körüne inanmamak, eleştirel yaklaşmak güzel bir tutum. Ancak bir yerde sınırı çizmek lazım. Aksi takdirde bu güvensizlik sağlığımızı tehlikeye atacak kararlar vermemize yol açabiliyor. İlaçlar yerine işe yaramayan ürünleri “doğal” diyerek pazarlayanların ekmeğine yağ sürülüyor. İlaç şirketlerine olan güvensizliğin sebepleri neler ve haklı endişeleri engellemek için neler yapılıyor bir bakalım.

        İLAÇLARIN ZARARLARI ÖRTBAS EDİLMESİN DİYE DENETLEME MEKANİZMALARI VAR

        İlaçların yan etkilerinin örtbas edildiğine dair endişeler var. Tarihte kara bir leke, 1957’de hamilelerde mide bulantısına karşı kullanılan Thalidomide ilacı. Satan şirket ilacın güvenli olduğuna dair yeminler ediyordu ve 46 ülkede piyasaya sürüldü. Fakat yan etkileri yüzünden yaklaşık 10 bin bebek engelli doğdu. 1961 yılında ilaç piyasadan çekildi, şirket ailelere toplam 6 milyon sterlin tazminat ödedi ve etkilenen çocukların gelecek masraflarını karşılamak için 14 milyon sterlinlik bir fon ayrıldı. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye boşa dememişler.

        Amerika’da ise Thalidomide sorunu büyük ölçüde engellendi. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nde (FDA) çalışan Frances Kelsey sayesinde. Kelsey, ilacın güvenlik testlerini yeterli bulmadığı için lobilerden gelen tüm baskılara rağmen inatla güvenlik onayı vermedi. O zamanlar FDA’in bu kadar sıkı kontrol gücü yoktu, Kelsey inisiyatif kullandığı için tarihe bir kahraman olarak geçti. Bu skandal, FDA’e daha çok yetki verilmesine ve ilaç onaylanmasına giden her aşamanın çok sıkı denetim altına alınmasına önayak oldu.

        Günümüzde FDA ilaçların zararsız olduğundan emin olmak için oldukça güvenilir bir kaynak. Bir ilaç geliştirmek için 400 milyon-1 milyar dolar arası yatırım yapmak gerekiyor ve FDA onayına kadar 10-20 yıl geçtiği oluyor. FDA üzerindeki sosyal baskı ve skandal yaşama korkusu sayesinde onay sürecini oldukça zorlaştırdılar. Hatta bazı araştırmacılar FDA onay sürecinin bu kadar zor olmasının hastaların tedavilere erişimini yavaşlattığını savunuyor. Ama bence böyle iyi, Thalidomide gibi bir facia asla tekrarlanmamalı. Türkiye’ye gelen ilaçların bir kısmı FDA onayı almış oluyor.

        KLİNİK TEST SONUÇLARI YORUMLANIRKEN DİKKAT

        Yine de klinik testlerin sonuçları yorumlanırken geliştirilebilecek noktalar olduğunu düşünüyorum. Örneğin katılımcıların etnik kökeni, yaş grubu, cinsiyeti, genetiği gibi faktörler ilacın ne kadar işe yarayacağını etkileyebiliyor. Bütün katılımcıların ortalaması alınınca ilaç olduğundan çok daha etkiliymiş gibi görünebiliyor. Halbuki tedavi sadece 50 yaş üstündeki Avrupalı kadınlarda işe yarıyor ve test grubunda en çok onlar temsil edilmiş olabilir (belki de planlı olarak). Ortalama sonuçların alt grupların sonucuyla çelişmesi istatistik biliminde “Simpson paradoksu” olarak da adlandırılıyor. Klinik çalışmalar yaparken bu duruma daha çok dikkat edilmeli.

        KOLESTEROL İLACINI BIRAKMADAN TEKRAR DÜŞÜNÜN

        Burada çok tartışılan kolesterol ilaçlarına da değinmek istiyorum. 1950’lerden beri yüksek kötü kolesterolün kalp krizine yol açabileceği biliniyor. Kolesterol düşürücü ünlü bir ilaç 1996’da piyasaya sürüldü ve 21 yıldır kullanılıyor. 90 bin kişi üzerinde 5 yıl boyunca test edildi, FDA’den onay aldı. Tabii ki yan etkileri var, ancak yan etkiler kalp krizi gibi ölümcül değiller. Sırf “Bu en çok kâr edilen ilaçlardan biri ve şirketler bize ilaç pompalamak istiyor” diyerek risk altındaki hastaların kalp krizi geçirme ihtimalini yüzde 25-35 düşürebilecek bir ilacı bırakması üzücü.

        “DOĞAL” TAKVİYELERE HEMEN GÜVENMEYİN

        Bir görüşe göre doğal tedaviler, ilaç şirketleri tarafından kendi ilaçları satılabilsin diye örtbas ediliyor. Buradaki mantık, aslında çoğu hastalığın tedavisinin çok ucuz olan, pazardan alabileceğimiz şifalı otlarla mümkün olduğu. Kim buna inanmak istemez ki?

        Alternatif tedaviler pazarlayan dolandırıcılar, tam olarak da bunlara inanan insanları hedef alıyor. Oysa “doğal tedaviler”i tercih etmenin riski bazen büyük olabiliyor. Bunun bir örneği, Avustralya’da 67 yaşında bir adamın prostat kanserini atlattıktan sonra tekrarlamasın diye kayısı çekirdeği ekstresi alması. 5 yıl boyunca her gün 2 çay kaşığı ekstre ve meyve çekirdeği tableti alıyordu. Ancak kayısı çekirdeğinde siyanid bulunur. Yani bu adam 5 yıl boyunca her gün 17.3 miligram siyanid alıyordu! Doktoru kan değerlerine bakarken fark etmese ve müdahale etmese siyanür zehirlenmesinden ölebilirdi. Ne yazık ki bu hasta, doktorunun uyarılarına rağmen inatla kayısı çekirdeği ekstresi almaya devam ediyor. Halbuki bu tarz tedavilerin işe yaradığı kanıtlansa modern tıp çatısı altına alınırdı.

        SONUÇ OLARAK

        - Körü körüne kimseye güvenmeyin, ilaç şirketleri dahil. Tek bir medyatik figür (doktor veya ünlü bir oyuncu) bir ilaç zararlı diyorsa ve diğer bütün doktorlar ona itiraz ediyorsa medyatik figüre sırf daha ünlü diye öncelik vermeyin.

        - Bir tedavi FDA onayı almış ve 10-20 yıldır kullanılıyorsa, çoğu uzman faydası konusunda ısrarcıysa, o tedaviye güvenebilirsiniz. Faydası zararından çok olacaktır.

        - Doğal takviyeleri kullanırken sağlığınıza zarar vermeyeceğinden emin olun. Kaş yapayım derken göz çıkarmayın, önce doktorunuza danışın.

        Diğer Yazılar