Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yüz yılın felaketi olarak adlandırabileceğimiz deprem, kayıplarımız nedeniyle milletçe yüreğimize ateş düşürürken bizlere hatalarımızı düşünme ve eksiklerimizi gidermek için de bazı dersler verdi.

        Kahramanmaraş’ta 6 Şubat sabahı ve öğlen meydana gelen iki deprem bize adeta kıyamet gününü yaşatırken, böyle bir afete toplum-devlet olarak hazırlıklı olmadığımız da ortaya çıktı.

        Lafı eveleyip gevelemeden konuya gireceğim. Artık kendimize gelmeli ve kendimize çekidüzen vermeliyiz. Hem toplum hem de devlet olarak…

        Deprem kuşağında, aktif fay hatları üzerinde ve çevresinde birçok küresel güvenlik riski bulunan bir coğrafyada yaşıyoruz. Maalesef, şehirler kurulurken, altyapılarımız da doğal afetlere uygun yapılmamış. Gözünü kâr hırsı bürümüş sahtekârları, rüşvetçileri ve kanun tanımazları saymıyorum bile…

        Her depremden sonra ettiğimiz sığ lafları, hamasi kelamları, siz-biz tartışmalarını bırakıp şu soruyu sormalıyız önce: Kaybettiklerimizi geri getirebilecek miyiz?

        Hepimizin cevabını bildiği bu soruyu kendimize sorup cevabı aldıktan sonra doğal afetlere artık bir ulusal güvenlik meselesi olarak bakmamız gerektiğini idrak edeceğiz…

        Şu anda enkazdan canlarımızı çıkarmakla meşgulüz; yaralarımızı sarmakla ve dayanışma sergilemekle mesulüz. İşte tam da bugünlerde acımız tazeyken ve yapmamız gerekenleri unutmamak için, aynı zamanda neyi yapmamamız gerektiğini görebilmek için başka şeyleri de konuşmalıyız...

        Ülkemizde hiç kimse bu depremin olası siyasi, ekonomik ve jeopolitik etkilerini tartışmıyor. Tartışmalıyız…

        Meselenin bir ulusal güvenlik sorunu olduğunu ve böyle bakılması gerektiğini söylüyoruz...

        Deprem ve doğal afetler gibi elimizde olmayan tabiat olaylarını engellemek mümkün değil ancak tedbir almadığımız ya da yanlış/kusurlu yapılar inşa ettiğimiz için ölmemiz de kader değil. Yüce Allah da bize, “tevekkül edin” diye buyuruyor.

        Şüphesiz bireysel olarak yapmamız gerekenler var ancak devlet de vatandaşını korumak, güvenliğini sağlamak zorunda… Bunun için elinde aygıtları var.

        ABD İÇ GÜVENLİK BAKANLIĞI

        ABD’de 1979’da FEMA adıyla kurulan Acil Durum Yönetim Kurumu vardı. Bizdeki AFAD olarak düşünebilirsiniz.

        11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere yönelik terör saldırısının ardından yaşanan panik havası ve kaos, ABD’yi Homeland Security denilen İç Güvenlik Bakanlığı’nı kurmaya teşvik etti. İç Güvenlik Bakanlığı ABD Başkanı George Bush döneminde kuruldu. Homeland, Türkçe’de vatan demek. Yani her türlü tehdide ve doğal afete karşı vatanın güvenliği için kurulmuş bir bakanlıktan söz ediyoruz…

        Homeland Security, bu tür risklere odaklandı. Havayollarında eskiden bu kadar sıkı güvenlik yoktu. Ulaşım güvenliği ABD başta olmak üzere bütün dünyada en üst seviyede gözetilir oldu. İçinde masum sivillerin bulunduğu sivil uçaklar, dünyanın en iyi korunan, güvenliğini sınır ötesinden, uzak coğrafyalardan başlatan ABD’yi kalbinde -can evinden- vurdu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil; hiçbir yer mutlak güvenli değildi.

        ABD, her olaydan, her terör saldırısından, ulusal güvenliğini tehdit eden her doğal afetten dersler çıkardı. Bu tür konuların üzerine ulusal güvenlik meselesi olarak gitmeye başladı.

        2005’te Kathrina Kasırgası ile Louisiana Eyaleti sular altında kaldı. 1836 kişi öldü; tahmini olarak 80-100 milyar dolar arasında ekonomik kayıp yaşadı. Kathrina, 1928 Okeechobee Kasırgası'ndan sonra ülkedeki en ölümcül kasırga olarak tarihe geçti.

        ABD’de; Federal, resmi ve yerel makamlar, kasırgaya yeterince ve gereğince müdahale edememekle eleştirildi.

        Bu sebeple ABD Kongresi tarafından ABD Federal Acil Durum Yönetim Kurumu yöneticisi Michael D. Brown görevden alındı. Kasırga, ABD Kara Kuvvetleri istihkâm birliklerinin set koruma sisteminin başarısızlığını ortaya çıkardı ve bu birlikler aleyhine davalar açıldı.

        Sonrasında bu alanda çalışan FEMA başta olmak üzere bütün güvenlik ve afetlere müdahale ajansları İç Güvenlik Bakanlığı’nın çatısı altında toplandı. Koordinasyon ve eşgüdüm, bilimsel çalışmalar noktasında muazzam çalışmalar yapıldı.

        İç Güvenlik Bakanlığı altında her bir ajansın yaptıkları çalışmalar, geliştirdikleri yazılımlar, hazırladıkları raporlar o kadar iyiydi ki riskleri önceden görüp tedbirler aldılar. Tehditle karşı karşıya kaldıklarında yapılması gerekenleri belirleyerek birçok hayat kurtardılar.

        BİZİM DAHA ÇOK İHTİYACIMIZ VAR

        Türkiye’nin bu tarz güçlü, aksiyoner, bütçesi, yetkisi ve yetkinliği olan bir bakanlığa ABD’den daha çok ihtiyacı var. Kuzeyimizde savaş var, güneyimizde gerginlik var. Doğumuzda istikrarsızlık ve terör var, batımızda komşumuzla gerginlik var. Özetle jeopolitik risklerle kuşatılmışız. Üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevrili…

        Bunun yanında; deprem kaynaklı riskler, yaz aylarında orman yangını, bozuk yapılaşma nedeniyle sel tehlikesi, mülteci göçü, iklim değişikliği riskleriyle karşı karşıyayız.

        Son yaşadığımız depremde bir kısım kent merkezi neredeyse haritadan silindi. Büyük can kaybımız var. Afete müdahale için kurulan AFAD binamız dahi çöktü. Niye betonarme bina yapılmış onu da anlamadım. Bu tür binaların depreme dayanıklı çelik yapılardan oluşması; her şey yıkılsa dahi bu binaların ayakta kalması gerekiyor.

        Afetlere karşı kriz senaryoları ve müdahale planlarının hazır olması lazım. Varsa bile görmedik. Detaylarına şimdi girmeyeceğim…

        Bu depremde gördük ki merkezi planlama yok. Müdahale, bölgesel-yerel olarak ayrılmamış. Çalışmaları koordine edecek bir mekanizma düşünülmemiş. Aynı sitede; ailesini, yakınlarını kaybetmiş personelle enkaza müdahale edilebilir mi? Soruyorum…

        ABD’de Cathrina Kasırgası’ndan sonra krize güvenlik açısından müdahale etmek de büyük sorun oldu. Stadyumlara doldurulan insanlar birbirlerini öldürdüler. Vahşet olayları yaşandı. Devlet buna yeterince müdahale edemedi. Çok şükür bizde bu tür olaylar yaşanmadı ancak bu tür olaylardan sonra hırsızlık, yağma, çocuk kaçırma, salgın hastalıklar gibi riskler de yaşanabiliyor. Cenazelerin zamanında kaldırılması, kimlik tespiti ve adli meseleler de düşünülmesi gereken konular. Riskler birbiriyle bağlantılı…

        Siber güvenlik problemleri, iletişim alt yapısı ile birlikte depremin siyasi, ekonomik, güvenlik ve jeopolitik sonuçları da olacak.

        Terörle mücadele eden bir ülkeyiz ve dış tehditlerle de karşı karşıyayız.

        Ekonomik olarak zora düşmüş bir ülkeyi dış politika ve askeri açıdan bekleyen tehditler de var. Bunları uzun uzadıya anlatacak değilim. Herkes neyin ne olduğunu biliyor...

        ABD'de NIC kısa adıyla, Milli İstihbarat Kurulu 1979 yılında kuruldu. Her dört yılda bir dünyadaki eğilimler, gelişmeler ve genel gidişat hakkında hazırladığı raporu, bağlı bulunduğu Milli İstihbarat Başkanlığı’na (DNI) sunuyor.

        DNI ise ülkedeki 17 istihbarat teşkilatının (United States Intelligence Community-IC) liderliğini ve Milli İstihbarat Programı'nın yöneticiliğini yapan ABD yetkilisine bu raporları iletiyor.

        Amaçları, ABD çıkarları açısından geleceğe yönelik en uygun taktik ve stratejik politikaların üretilmesi…

        NIC, Yedinci Dönemsel Raporu’nu 8 Nisan 2021'de Global Trends-2040 (Küresel Eğilimler-2040) başlığı altında kamuoyuna açıkladı.

        NIC, 15 yıl önceki raporunda, covid seviyesinin yükseleceğine ilişkin bazı veriler ve öngörüler yayımlamıştı. Küresel salgın ve hastalıklar gibi riskler de ulusal güvenlik tehdididir.

        KIRMIZI KİTAP’TA VAR

        Türkiye’nin ulusal güvenliğinin anayasası olarak adlandırılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde, küresel salgın hastalıklar, doğal afetler, küresel ısınma ve iklim değişikliği, gıda arz ve güvenliği, enerji arz ve güvenliği, siber terör, konvansiyonel terör ve diğer tehditlerin yanı sıra kontrolsüz göç ve insan hareketliliği de ulusal güvenlik tehdidi olarak sayılıyor. Melese bu tehditler doğrultusunda organize olmak ve eyleme geçmekte.

        Tehditleri yazarken iyi ancak uygulamada pek iyi olmadığımız anlaşılıyor…

        Türkiye’de en fazla deprem üreten iki fay hattı; Doğu Anadolu ve Kuzey Anadolu faylarının enerjilerinin büyük bir kısmını boşalttığı, bunun Türkiye’ye alt yapısını ve konutlarını güçlendirmek, deprem hazırlıkları için fırsat tanıdığı bilim insanları tarafından ısrarla vurgulanıyor.

        Uzmanlara göre İstanbul ise hala çok büyük risk altında…

        Yer Bilimci Prof. Dr. Naci Görür de bu konularda uyarıda bulunmuş ve Türkiye’nin acilen bir afet bakanlığı kurmasını önermişti.

        Bütçesi, yönetim kadrosu, uzmanları ve üstün yetkileri olacak bu bakanlık; beş yıllık planlar, öngörüler, dönüşüm planları, risk analizleri ve kriz yönetim uygulama planları hazırlayacak.

        Harekete geçmek için artık geç kalmayalım. Yoksa daha çok canımız yanacak…

        Diğer Yazılar