Kahramanmaraş depreminin ardından bu kez sel afeti vurdu Şanlıurfa ve Adıyaman kentlerimizi. Bu felakette şu ana kadar 15 vatandaşımızı kaybettik. Depremde ise yüz bine yakın canımızı yitirdik.
Daha ne bekliyoruz…
Yitirdiğimiz insanların yanında, şehirlerin ekonomik tahribatı da cabası… Gelecek nesillere de çıkarılan maliyetler söz konusu…
Hükümete verilen brifingde, depremin Türkiye’ye maliyeti 105 milyar dolar olarak hesaplandı. Bölgenin eski kalkınmışlık seviyesine getirilmesi için 3-4 yıl içinde harcanması gereken toplam rakam bu. Bunun 40-45 milyar dolarının önümüzdeki yıla kadar harcanması gerekiyor.
TEPAV depremin ekonomik maliyetini 140 milyar dolar civarında hesaplarken, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM), 77 ile 105 milyar dolar arasında bir maliyet çıkardı.
Kaybettiğimiz insanlarımızın, yetişmiş değerlerimizin ise herhangi bir ekonomik değerle ölçülemeyeceği veya kıyaslanamayacağı tartışmasız bir gerçek…
Hal böyle iken doğal afetleri önleme ya da gerçekleştikten sonra kayıpları azaltma noktasında kurumlarımız yetersiz. Bunu acı tecrübelerimizle gördük.
Daha önce çok sık dile getirdiğim bir konu var: Acilen Afetle Mücadele Bakanlığı kurulmalı ve doğal afetlere de bir ulusal güvenlik meselesi olarak yaklaşılmalı. Zaten Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde, doğal afetler ve iklim değişikliği konusu, ülkemizin ulusal güvenlik maddeleri arasında sayılıyor.
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen’in kaleme aldığı ve Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM) tarafından yayımlanan, “İklim Değişikliği ve Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri” başlıklı raporda çok önemli tespit, değerlendirme ve öneriler yer alıyor.
Özetle ifade etmek gerekirse raporda şu hususlara dikkat çekiliyor:
- Hava kirliliği, hava sıcaklığı ve yağış değişiklikleri nedeni ile geleneksel tarım tarzları değişmekte, ormanlar azalmakta, denizlerdeki sıcaklık değişiklikleri bazı balık türlerinin yer değiştirmesine neden olmaktadır.
- Ani iklim değişiklikleri, aşırı iklim olayları; fırtınalar, kasırgalar, seller, heyelanlar, yağış karakterinin değişmesi, aşırı yağışlar, soğuk hava dalgaları, sıcak hava dalgaları, yer altı sularının çekilmesi, kutuplardaki buzulların erimesi neticesinde açık denizlerde su seviyesinin yükselmesi, sahil kesimlerinin ve adaların sular altında kalması, buzulların erimesi neticesinde okyanuslardaki suyun ısısının, yapısının ve deniz akımlarının karakterinin değişmesine neden olur.
- Yer altı ve yer üstü su kaynaklarının kuruması, temiz suya erişimde sorunlar, kuraklık, su krizleri, kuraklık neticesinde gıda krizleri, su ve gıda krizlerinin neden olduğu ekonomik kayıplar, ekonomik şoklar, açlıklar, ekonomik krizler, sosyal olaylar, gıda ve su krizleri, ekonomik şoklar neticesinde kitlesel göçler ve göçlerin neden olduğu istikrarsızlıklar, salgın hastalıklar, eko-sistemdeki değişiklikler ile birlikte bazı hayvan ve bitki türlerinin yok olması, biyoçeşitliliğin azalması söz konusu.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KÜRESEL SORUN
Küresel bir sorun olan doğal afetler ve iklim değişikliği küresel bir çözüm gerektirir.
İklim değişikliğinin etkileri, jeopolitik istikrarı bozabilecek, kaynakların kontrolü için rekabete, gerginliklere, çatışmalara ve savaşlara neden olabilecek potansiyel güvenlik sorunları olarak değerlendirilir.
Bu nedenle ülkelerin ulusal güvenlikleri için, yaşanabilecek kuraklık, su ve gıda krizleri, hastalıklar, göçler gibi gerilimlere ve jeopolitik istikrarsızlıklara karşı hazırlıklı ve tedbirli olmaları gerekir. Çevredeki tahribat neticesinde kaynaklar azalabilir ve bu gelişme kitle hâlinde göçlere neden olarak çevre bölgeleri istikrarsızlaştırabilir. Yoğun kuraklıklar, seller veya doğal felaketler kısa vadeli ekonomik şoklara neden olabilir; istihdam imkânlarını zora sokabilir ve böylece silahlı gruplara katılanların sayısını artırarak şiddete neden olabilir.
Türkiye açısından küresel çapta alınacak tedbirlere katkılar ile birlikte iklim değişikliğinin hem kendi coğrafyasında hem de komşu coğrafyalarda ortaya çıkaracağı sorunlara ve istikrarsızlıklara karşı hazır olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle iklim değişikliğinin öncelikle bir ulusal güvenlik sorunu olarak tanımlanması ve iklim değişikliğinin potansiyel güvenlik sorunu oluşturan etkilerinin bu amaçla hazırlanacak kapsamlı bir strateji ile karşılanması kaçınılmazdır.
SAREM raporuna göre; Türkiye'ye komşu coğrafyalarda ve özellikle de Orta Doğu coğrafyasında ortaya çıkabilecek su ve gıda krizlerinin, göçlerin neden olabileceği jeopolitik istikrarsızlıkların Türkiye'nin güvenliği üzerine etkilerini araştırmak, potansiyel tehditleri ve fırsatları tanımlamak, çeşitli tedbirler geliştirilmelidir.
Bir bütünlük içinde şu tedbirlerin gündeme getirilmesi düşünülmelidir: Su havzalarının korunmasını, suyun verimli kullanılmasını sağlayacak, su kaynaklarının kirlenmesini önleyecek, tedbirler geliştirilmeli, yanlış sulama önlenmelidir. Yasal düzenlemelerle su havzaları ve kaynakları üzerinde mutlak devlet denetimi sağlanmalıdır. Bütün bu tedbirler, kurulacak ulusal su yönetimi mekanizması içinde planlanarak uygulanmalıdır. Su kaynakları ve verimli tarım alanları, millî değerler olarak tanımlanarak koruma altına alınmalıdır.
Yer altı su kaynaklarının aşırı kullanım ve yanlış yönetiminden kaynaklanan sorunlar bilimsel olarak ortaya konulmalı, uygulanabilir ve ciddi yasal düzenlemelerle denetim altına alınarak çözümlenmelidir. Dicle Nehri kontrol altına alınmalı, projelerle sularının çok amaçlı kullanılması sağlanmalıdır.
Doğudaki su kaynaklarının (Fırat, Dicle, Seyhan, Ceyhan gibi) gerektiğinde Batıda da kullanılmasını sağlayacak projeler şimdiden planlanmalıdır.
GAP sulama sistemi tamamlanmalı, güneydoğuda sulanan tarım alanları genişletilmelidir.
Ormanlık alanlar geliştirilmeli, mevcut ormanları koruyacak tedbirler pekiştirilmeli, ormanları iklim değişikliğinin etkilerinden koruyacak tedbirler planlanmalıdır. Erozyonla mücadele etkinleştirilmeli, çölleşmeyi önleyecek veya yavaşlatacak tedbirler geliştirilmeli, kuraklaşan bölgelerde suya daha az bağımlı tarım ürünlerinin yetiştirilmesi planlanmalıdır.
İklim değişikliğinin etkilerine karşı, gıda güvenliği mekanizması kurulmalı, tedbirler planlanmalı, kuraklık nedeni ile tarım dışı kalacak bölgelerde alternatif sanayi ürünleri üretimi için planlar yapılmalıdır.
İklim değişikliğinin Türkiye’nin demografik yapısı üzerindeki potansiyel etkileri araştırılmalı, bu amaçla bir makro plan içinde tedbirler geliştirilmelidir.
Fırat ve Dicle nehirleri bir jeopolitik hassasiyet olmaktan çıkarılmalı ve bir jeostratejik güce dönüştürülmelidir.