ABD'nin Suriye'deki 'Kırmızı çizgisi' Fırat
Terör örgütü DAEŞ ’in Irak’tan sonra Suriye’de de yenilgiye uğramasını takiben 7 yıldır kanın durmadığı Suriye’de süreç nasıl devam edecek? Bu savaşa sahada ya da siyasi olarak taraf olan bazı ülkelerin diplomatlarından duyuyoruz ki Amerikalılar bu hususta iyi kafa yormuşlar. Söylenen o ki, ABD ve diğer bazı oyuncular Fırat’ın doğusunda kalarak savaşın süresini uzatmaya ve ülkeyi bölecek detaylı bir plana göre hareket etme kararı almışlar. Öyle ki ABD Suriye’ye yönelik yeni projeksiyonuna dair bazı ülkeleri bilgilendirmiş bile. Yeni sürecin özeti aslında şu: Amerikan savaş uçaklarının Fırat’ın batısından doğusuna geçmeye çalışan Rus güçlerini ve on bağlı Suriye güçlerini vurmasının ardından ABD, Fırat’ın doğusu ile batısı arasına “iki Suriye” oluşturacak kırmızı çizgisini artık fiilen çizdi.
Suriye sahasında önümüzdeki süreçte işler daha sertleşecek gibi gözüküyor. ABD’de geçtiğimiz günlerde gerçekleşen dikkat çekici özel Suriye toplantısı sırasında verilen mesajlar ve akabinde bazı ülkelerin Suriye politikaları karar vericilerine yollanan özel mektuplar konusu üzerinde düşünmek ve konuşmak gerekiyor. Söz konusu diplomatik telgrafın beş sayfadan oluştuğu ve Suriye’yi bölmeye yönelik yeni stratejisini özetlediği belirtiliyor. Tıpkı “Suriye Grubu” temsilcilerinin 11 Şubat tarihinde Washington’da gerçekleşen toplantıda İngiltere’nin Washington büyükelçisi, meşhur Orta Doğu Uzmanı Diplomat Benjamin Norman ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin, ayrıca ABD’nin Orta Doğu politikasından sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterfield’in önerdiği şekilde...
Daha önceki yazımda da dile getirmiştim bundan böyle Wagner adını sıklıkla duyacağız diye. ABD’nin Suriye’de Rus ordusuna bağlı şirketi Wagner’in paramiliter güçlerine yönelik direkt saldırı, Fırat’ın iki yakasının geleceğine dair sınırı da çizdi ABD. Nitekim Amerikalılar, yedi hafta önce “Suriye Grubu” içindeki müttefiklerine bir sonraki hedefin Suriye’nin doğusunu haritanın geri kalanından ayırmak olduğunu, Beyaz Saray’ın bölgede çalışan güçleri finanse etmek için yıllık 4 milyar dolar tahsis ettiğini, ayrıca doğudaki terör örgütü PKK çoğunluğunu hatta ana omurgasını oluşturduğu SDG içinde eritecek bir sınır muhafız gücüne eğitim verileceğini, bölgeyi temsil edecek ve Suriye ordusunun buraya dönüşünü engelleyecek bir siyasi muhalefet icat edilmesinin kolaylaştırılacağını bildirdiler. Kaynaklarım, bu paranın bir kısmının başta Rmeylan ve Kobani olmak üzere PKK/PYD’nin kontrolünde bulunan topraklardaki ABD üslerinin genişletilmesine de harcanacağını söylüyor.
Söz konusu tartışmalı toplantıya, Satterfield’in yanı sıra İngiltere Dışişleri Bakanlığı Suriye Ekibi Koordinatörü Hugh Clary, Fransız Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Jerome Bonnafont katıldığı belirtiliyor. Aynı toplantıda Washington’ın iki önemli Ortadoğu partneri de vardı: Ürdün Dışişleri Bakanı Müsteşarı Nawwaf Wasfi el Tell ve Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı Güvenlik Sorumlusu Tuğgeneral Cemal el Akil.
Bu gizemli toplantı sonrası ortaya çıkan sonuç üzerinde çalışılması planlanan 5 hedefin olduğu söyleniyor:
Suriye’yi bölmek, Soçi’yi baltalamak, Türkiye’yi geri çekmek, Staffan De Mistura’ya Cenevre’nin yeniden canlandırılması talimatı vermek ve Suriye’de çözüm ile alakalı olacak sekiz maddelik belgeyi uygulamaya koymak.
Bu senaryoda BM’in, Amerika’nın Suriye’yi bölme planında büyük rol oynayacağı kesin gözüküyor. Zira öncelik Cenevre sürecinin güçlendirilmesi olacak. Hatta Amerikalılar, partnerlerine, bundan böyle Astana toplantılarına katılmayacaklarını ve buradaki diplomatik temsili en alt düzeye çektiklerini bildirdiler bile.
Suriye’yi bölme yolunda tereddütsüz gözüken Amerikalılar, geçiş hükümeti fikrine de bunun uygulanması ile ilgili 2254 sayılı Birleşmiş Milletler kararının uygulanmasına da aldırış etmeyeceklerdir. Kaldı ki Satterfield, toplantıda, “Muhaliflere geçiş hükümeti fikrini desteklememeleri çağrısında bulunduk” mesajı ile süreci sil baştan yürüteceklerini göstermiş oldu.
Amerikalılar tüm bu diplomatik girişimleri sürdürürken şunu gözetiyor: Bir tarafta imajlarını korurken diğer tarafta muhalefeti bu müzakerelerde görevlendirme hususunu abartmadan ve nihai hedef olan Suriye’yi bölme ve Esad’ı gönderme planından vazgeçmeden ne kadar esnek olduklarını göstermeye çalışacaklar.
Amerikalıların ayrıca kurumlar oluşturmanın ve Esad’ın kazanamayacağı seçim koşulları hazırlamanın da plan kapsamında olduğunu, bu sebeple de Esad’ın seçime katılmasına mani olmaya yönelik bir neden olmadığını konuştukları belirtiliyor .
Katılımcılar bu bağlamda Rusya’ya yönelik bir stratejiyi de kabul etmişler. Oldukça dikkat çekici bu stratejiye göre Rusya’nın Suriye’de seçimlerin BM gözetiminde yapılmasına yönelik şartları kabul etmesi, rejimi yeni anayasa üzerinde müzakereye çekmek gibi yumuşamaya paye verilmeyecek. Yani Amerikalılar bundan böyle Lavrov’un “tatlı sözleriyle” yetinmeyecek.
Amerikalılar, Güvenlik Konseyinde daha fazla toplantı yapmak ve medyadaki karşıt kampanyaları daha da genişletmek suretiyle Rusları Esad’dan vazgeçmeye ikna etmek için seçim sürecinde Vladimir Putin’in durumunun kırılganlığından faydalanmaya çalışacaktır.
William Roebuck’ı SDG elçisi tayin eden Amerikalılar, Fırat’ın doğusu ve Kürtlerle diplomatik kanal kurmaya bir adım daha yaklaşmış gözüküyor. ABD sahada daha sivil görüntü verme derdinde. Aynı zamanda müzakere sürecinde Türkiye’yi provoke etmeden PKK/PYD’nin temsil edildiği gruplara daha fazla diplomatik ağırlık verilmesi yönünde önerileri oldu. Oysa PYD, Amerika’nın bu yöndeki planlarından daha önce haberdardı nitekim Türkiye de Afrin operasyonunu bununla gerekçelendirdi. Amerikalılar, Cenevre müzakerelerinde PYD temsilcisini SDG bayraklarıyla kamufle etmeyi ve Fırat’ın doğusunu temsil edecek bir delegasyon oluşturmayı böylece hükümet heyetini kuşatmayı da önerdiler.
Bu arada Rusya’ya nasıl baskı kurulacağı hususunda da 3 sayfalık bir planlamanın hazırlandığı ifade ediliyor. Ki sanırım en zorlu süreç bu noktada başlayacak.
İdlib’te hareketli günler...
Halep’in rejimin kontrolüne geçmesi ile birlikte Suriyeli muhalifler için en kritik ve yegane savuma hattı haline gelen İdlib’te de sıkıntılı bir süreç yaşanıyor. Zira Rejimin ve Rusya’nın baskıları ile güç kaybına uğrayan Suudi destekli Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ), İdlibli sivillerden de ciddi tepkiler görmeye başladığı belirtiliyor. HTŞ güç kaybederken Ahraru Şam grubu HTŞ’nin kalan boşluğu dolduruyor. HTŞ’nin Türkiye’nin Zeytin Dalı Operasyonu’nu başlattığı ilk günlerde HTŞ içinden ‘Zengi’ gibi önemli iki grubun Afrin’e geçişe sıcak bakmaması, hatta engelleme girişimi önemli bir tartışma yaratmıştı. HTŞ şimdilerde bir yandan içeriden gelen tepkilerle uğraşırken bir yandan da kendisi için stratejik bölgeleri Ahraru Şam grubuna ve rejime terk ediyor. Elindeki tek kritik noktanın ise 106 no’lu bölge olduğu ifade ediliyor.