Suriye boşluk kabul etmiyor
Amerikan birliklerinin Suriye’den çekileceğinin ilanı itibariyle Suriye sahasında dengeler yeniden şekillenmeye başladı. Güç boşluğunu doldurmak üzere Rusya, topraklarını korumaktan aciz Şam rejimi, Fransa, Suudi Arabistan, Mısır, terör örgütü PKK bölgede siyasi ve askeri bir güç üretmek istiyor. Yeni komplike ittifaklar nasıl pozisyon almak gerektiğini tartışırken bir hamle de Almanya’dan geldi, 20 Arap aşiret liderini başkent Berlin’de bir araya Suriye’deki aşiret liderlerini topladı. Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin güvenliğini sağladığı ve siyasi desteği ile Azez bölgesinde bir araya gelen Arap, Kürt ve Türkmen aşiretleri Suriye’nin geleceğine dair önemli kararlar almıştı. Öyle görünüyor ki Almanya Türkiye’den rol çalmaya çalışıyor.
Almanların ev sahipliğinde, Suriyeli (Sünni, Alevi, Hristiyan, Kürt ve Dürzi olmak üzere) aşiret liderleri ve kanaat önderleri, Suriye’deki halk grupları arasında gerilimin nasıl giderilebileceğini görüştüler. Toplantının gizli olmasının nedeni ise bazı katılımcıların Beşar Esad’ın adamları veya radikal gruplar tarafından suikasta uğrayabileceği ihtimali. İşte tam bu noktada Suriye savaşının yükünü sırtlamış olan Ankara’nın, Suriye meselesine dahil olan ülkelerin bu aşiretler üzerinde etki oluşturma çabalarını dikkatle izlemesi, hatta engellemesi gerektiği görüşündeyim.
Şeyh Emir el Dandal Almanlar tarafından Suriye’nin doğusundaki bazı halk gruplarını temsilen davet edilmiş toplantıya. Ben de kendisi ile yaptığım sohbet sırasında bu toplandan haberdar oldum. Dandal, bu toplantıda Cenevre veya Astana görüşmelerinden farklı bir konseptle Suriye meselesini ele aldıklarını, bunlara bir alternatif olmadıklarını anlattı. “Astana ve Cenevre’de rejim ve muhalefet arasında siyasi bir çözüm bulunmaya çalışılırken biz bu toplantıda sosyal düzeyde bir barışı sağlamaya, aşiretler ve mezhepler arası diyaloğu pekiştirmeye, uzlaşıyı sağlamaya çalışıyoruz” dedi.
Şu noktadan sonra Alman Vakıfları’nın Suriye’nin yeni sosyolojik sürecine dahil olacağını görmek gerekir... Almanlar belli ki siyasi sürecin ağırlaşması ve uzaması ihtimaline karşı ağır maliyetlerle uğraşmak yerine orta vadeli kamu diplomasisi faaliyetleri ile Suriye sürecine dahil olmanın hesaplarını yapıyor.
Dandal ile konuştuktan sonra Berlin’de gerçekleşen bu ilginç toplantı hakkında biraz daha bilgi toplamak istedim. Rus ordusunun konuşlandığı Tartus bölgesini temsilen bu toplantıya davet edilen bir başka temsilci ile ile irtibata geçtim. Konuyu bilmeme şaşırdı, sonra 2018’in Ekim ayından buyana bu toplantıların gerçekleştiğine vurgu yaparak, bu görüşmelerde diğer temsilcilere Suriye’deki bütün Alevilerin Esad’ı desteklemediğini anlatmanın önem taşıdığını ve Aleviler arasında büyük farklılıklar olduğunu söyleyerek görüşmelerin derin tartışmalar ve çözüm önerileri ile devam ettiğini anlattı.
Bu toplantılara Homs bölgesinden gelen Suriyeli Hristiyan Abdullah Rifai Beşar ile de görüştüm. Esad’ın Suriye’de azınlıkları koruduğu iddiasının büyük bir yalan olduğu yüksek sesle ifade etmekten çekinmiyor kendisi. Rifai, “Hafız Esad’ın iktidara gelmesinden önce Hristiyanlar halkın yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyordu ancak babası gibi diktatör olan Beşar’ın iktidara gelmesiyle bunlar Suriye’den kaçtı. Sayımız yüzde 50 azaldı. Şimdi diasporadaki Suriyeli Hristiyanlar yıkılan ülkelerini ve topraklarındaki aşırılıkçı grupları gördükçe bunların Avrupa’ya gelişleri ile birlikte kendilerini daha fazla tehlikede hissediyorlar. Hristiyanların çoğu Esad için ya da ona karşı savaşmak istemedikleri için ülkeden kaçtı. Ne İslamcılar ne de rejim bizim için iyi bir alternatif. Karar verme özgürlüğümüz olsaydı zaten hiçbir tarafı seçmezdik." Şeklinde konuşuyor.
Kobani’li Kürt olan Şeyh Abdul Şahin ise, kısa bir süre önce ABD’nin desteklediği Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG tarafından kontrolünün ne çözüm, ne huzur getirmediğini söylüyor. YPG’nin Kürtlerin çoğunluğunu değil sadece küçük bir bölümünü temsil ettiğini, istediklerini yaptırmak için halka karşı şiddet kullandığını, Berlin'deki bu girişimin her şeyden önce Suriye’deki savaş öncesi ortamı diktatör Esad’ın olmadığı bir şekilde yeniden canlandırması gerektiğini ifade ediyor.
Suriye’de sosyolojik uzlaşmanın nasıl sağlanabileceğini çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Esad savaşın başlarında, Alevi köylerde yaşayan erkekleri kendisi için savaşmaya ikna etmişti. Bu da etraftaki Sünni köylerde yaşayanların silaha sarılmasına bununla mücadele vermesine neden oldu. Bu da katliam getirdi zira aşiretlerin mantığına göre tüm aşiretler kendi üyelerinin işlediği her suçtan sorumludur. Esad bu kuraldan faydalandı ve binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu nedenle Suriye savaşının 7’inci yılı biterken aslında hala Alevilerin ve Esad taraftarlarının aynı kişiler olmadığını algılamakta ve algılatmakta zorlanıyoruz. Ama yine de Berlin’deki toplantıya katılan kanaat önderleri, Homs’taki aşiretlerin yüzde 30 ila yüzde 40’ını Esad’ın milisleri ile Alevilerin aynı grup olmadığına ikna etmeyi başarmış gözüküyor.
Öğrendiğim kadarıyla toplantıya katılan gruplar ‘İntikam değil sorumluluk’ prensibiyle aşiretler arası ilişkilere yönelik temel şartlarını son görüşmede kaleme almışlar. Bu çok önemli bir adım. Bir gün siyasi bir çözüm sağlanacak olursa bu temel kurallar halk grupları arasındaki ilişkilerin şekillenmesinde büyük önem taşıyacak. İşte Almanya tam da bu noktada işe giriyor. Bir nevi geleceğin toplumunu dizayn etmeye çalışıyor Suriye’de... Almanya vakıfları ve istihbaratı ile bu işe soyunmuş gözüküyor.
Ancak Esad Suriye’nin büyük bir bölümünü hala kontrolü altında tuttukça ve İran, Rusya ve ABD gibi dış güçlerin Suriye’de sözleri geçtikçe bu mümkün olmayacaktır. Berlin’deki zirve yine de her şeye rağmen Suriyeli halk gruplarına en azından siyasi güç oyunlarının karşısında durabilenlere önemli mesajlar veriyor. Türkiye de çok geçmeden buna benzer bir toplantıya ev sahipliği yaparak benzer bir kamu diplomasisi sürecine hız vermeli diye düşünüyorum. Aksi takdirde Almanya Türkiye’nin bölgedeki ürettiği etki rolünü çalmaya çok hevesli gözüküyor.
Birçok ülkede, ABD'nin şu anda Suriye'den neden çekildiği tartışması sıcaklığını koruyor. Suriye'deki günlük olayları anlamak için Orta Doğu politikasını iyi bilmek gerekiyor. Suriye'deki ana aktör Rusya ve Türkiye'dir. Aslında İran da masada oturuyor ancak Şii milisler dışında bölgede büyük bir hakimiyeti yok. İran şuan ABD’nin baskısını en aza indirmek üzere kuyruğu kıstırmış vaziyette.
Türkiye, tüm küresel aktörlerin münakaşa etmek istemeyeceği kadar önemli bir ülke. Amerikalılar Türkiye'yi tamamen kaybetmeyi göze alamaz, kaldı ki ikili ilişkilerde ve bölgesel kararlarda bu niyeti teyit etmiş oldular. Zira Orta Doğu'da, Rusya'nın bölgedeki nüfuzunu daha da genişlettiği bir ortamda İsrail dışında güvenilir müttefikleri yok. Suudi Arabistan her geçen gün Rusya'ya yakınlaşıyor. Öyle ki Suudi gazeteci Cemal Kaşıkcı’nın İstanbul’da Suud başkonsolosluğunda hunharca katledilmesinin ardından, Washington ve Riyad arasındaki kırılgan ilişkiler daha da hassaslaştı. Bu koşullarda Başkan Trump’ın Erdoğan ile ilişkilerini geliştirmekten başka bir seçeneği yoktu. Bu bağlamda Suriye sorununun anlaşılması oldukça basit, Trump söz konusu ülkeden çekilmek gerektiğine inanmış durumda. Böylece Erdoğan'ın en önemli taleplerinden birini karşılamak suretiyle FETÖ terör örgütü elebaşı Gülen'in Türkiye'ye - ki bana göre Washington'ın hiçbir koşulda yapmayacağı - iade edilmeyeceğine dair oluşan havayı bir nebze yumuşatmış olacak.
Diğer taraftan Rusya ile ilişkiler Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından stratejik öneme sahip. Moskova ile yapılan S-400 anlaşması teorik olarak hala iptal edilebilir. Ancak politik duruşu değişmeyecektir. Türkiye, 21’inci yüzyılın en büyük güçleri arasında yer almak istiyor ve olabilir de. Fakat Rusya ile kapsamlı ve güvenilir bir stratejik ortaklık olmadan, bu mümkün değil. Kaldı ki bu da ABD ile yürütülen süreçten daha zorlu, daha çetin. Mayınlı bir arazi gibi.
Politik açıdan bakıldığında, bu halat çekme yarışında terör örgütü PKK’nın elindeki kozların pek iyi değil. Asıl sorun, PKK’nın hala Türkiye'ye karşı bir savaş yürütüyor havasında olması. Örgüt, 40 yıllık çatışma sürecinden sonra, Türkiye'nin rızası dışında Orta Doğu'da bazı şeylerin yapılamayacağının farkına hala varabilmiş değil. Öte yandan, PKK’nın bölgede kurguladığı süreç Orta Doğu’da yeni bir ateş hattı anlamına gelecek. Orta Doğu’nun yeni bir kuzey Kore’ye değil nihai barışa ihtiyacı var.
İşte bu nedenle fizikte var olan “doğa boşluk kabul etmez” esası siyasi, askeri alanda olduğu kadar toplumsal alanda da sabit. Türkiye’nin Suriye’de toplumsal dizayn konusunda da artık kafa yorma vakti geldi; geç olmadan, boşluk dolmadan...