Pakistan'ı kazanmak
Kardeş ülke Pakistan, çok zorlayıcı bir süreçten geçiyor. Bugüne kadar Türkiye’nin en zorlu mücadele süreçlerinde yanında ilk yer alan ülke her zaman Pakistan olmuştur. Hem devlet hem halk olarak Çanakkale Savaşı sırasında verdiği maddi ve manevi destekle tarihimizde müstesna yer almıştır. Bundan yüzyıl sonra, Pakistan Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin zorlu ve uzun soluklu FETÖ ile mücadelesinde, ‘FETÖ terör örgütüdür’ kararı almış ve örgütün Pakistan’da tüm faaliyetlerini durdurarak eşsiz bir destek vermiştir.
Pakistan ekonomisi, siyaseti ve güvenliği zorlu bir süreçten geçiyor. Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğim ziyaretle katıldığım birçok programda, Pakistan halkının, siyasilerin ve bürokratların Türkiye’ye karşı derin sevgisini yakından görme fırsatım oldu. Ortadoğu’daki hızla değişen konjonktür içerisinde, Asya’da yaşanan hareketliliği gözden kaçırdığımızı ve değerlendirmekte geç kalmaya başladığımızı düşündüm.
1947 yılından beri Keşmir sorunu nedeniyle üç kez savaşa sürüklenen Hindistan ve Pakistan bölgede sık sık hâkimiyet krizi yaşıyor. Öyle görünüyor ki, Pakistan – Hindistan ilişkileri önümüzdeki süreçte daha da gerilecek, hatta önemli bir hat haline gelecek. Geçtiğimiz hafta, Pakistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Muhammet Faysal, Twitter üzerinden Pakistan’ın Hindistan’daki Yüksek Komiserini geri çağırdıklarını ve kendisinin Delhi’den ayrıldığını belirtti. Yine geçtiğimiz hafta Pakistan’da olduğum sıralarda, Srinagar kentine giden bir konvoya saldırı gerçekleşti ve 44 Hint askeri yaşamını yitirdi 20 asker de yaralandı. Hindistan, saldırıdan Pakistan’ı sorumlu tuttu ve Pakistan’ı teröristleri beslemekle suçladı. Saldırıyı Ceyş-i Muhammed örgütü üstlendi.Yani anlayacağınız Hindistan ile olan ilişkiler akut bir hal almış durumda gözüküyor.
Diğer taraftan Pakistan da gözlemlediğim kadarıyla ciddi bir ekonomik krizin içinde. Bu krizi aşmak için olağanüstü bir çaba var. Bölgesel güçler ise bu çabayı kaybetmeden kendi siyasi emelleri için kullanmak istiyor. Örneğin, Suudi Arabistan bunu fırsata çevirmek için ilk adımı attı bile. Geçtiğimiz günlerde Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın Pakistan ziyaretinin çok sıcak karşılanması aslında ekonomik krizin derinleşmesini durdurabilmek için gösterilen bir umut niteliğini taşıyor. İki ülke arasındaki yakınlık Prens’in, Kaşıkçı cinayeti sonrası Batılı ülkelerle gerilen ilişkilerine ters bir durum gösteriyor. Ancak kanımca, Muhammed Bin Selman’ın muhafazakâr monarşiyi yeniden yapılandırmaya ve Ortadoğu’da İran’ın nüfuzunu kırmaya çalışması, Asya’daki gövde gösterisi uluslararası arenada ABD ile ilişkilerini onarmaya yardım edecek gibi gözükmüyor.
Bunun bir sebebi de aslında Suudi Krallığının Asya ile bağlarının güvenlik ilişkisinden ziyade büyük ölçüde ticari olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle aslında hiçbir Asya ülkesinin Suudiler için varoluşsal bir tehditle karşılaşması halinde güvenlik şemsiyesi vazifesi göremeyeceğini bilmek gerekiyor.
Prensin, Uzak Doğu ziyaretinin sadece bir öteleme anlamı taşıdığını görmek lazım. Halen Yemen savaşı, Kaşıkçı cinayeti ve kadın aktivistlerin hapsedilmesi, ABD’de ve AB ülkelerinde de endişe yaratmaya ve tartışılmaya devam ediyor. Yani kısacası, Prens’in Asya turuyla uluslararası imajını düzeltme çabasını gösterdiğini ancak bunun işe yaramasının da zor olduğunu söyleyebilirim.
Dost dostluğunu gösteriyor
Türkiye-Pakistan ilişkisine dönüp baktığımızda ise, bu dostluğunun ne kadar önemli kapsamlı ve sağlam temellere sahip olduğunu algılamak için Pakistan hükümetinin attığı adımları dikkatle bakmak gerekiyor. 2019’un ilk haftası, Amerikan Adli ve güvenlik heyetinin Türkiye'ye ziyaretiyle Pakistan Başbakanı İmran Khan'ın resmi ziyaretinin aynı zamana denk gelmesi oldukça önemliydi.
Pakistan Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz yıl Aralık ayının sonlarında, kendi İçişleri Bakanlığına FETÖ'yü terör örgütü listesine koyma kararı aldı. Bu kararla terör örgütü FETÖ’ye ait eğitim kurumlarının, yani 75 okulun, Türkiye Cumhuriyeti'nin eğitim aktivitelerini yurt dışında koordine eden “Maarif Vakfına” devredilmesinin yolu açıldı.
Bunun yanı sıra Pakistan, FETÖ ile bağlantılı olduğu bilinen “Pak-Turk International Cağ Education Foundation” (PTICEF) vakfına çalışma yasağı koymaya hazırlanıyor. Bu bahsetmiş olduğum kararlar ve uygulamaları Türkiye için çok önemli, zira Türkiye’nin dışında FETÖ’yü mahkeme kararı ile terör örgütü ilan eden ilk ülke, dost ülke Pakistan olmuş oldu.
Pakistan’ın bu adımlarının elbette Türkiye tarafından çok olumlu tepkiler gördüğünü de rahatça söyleyebilirim. Bu kapsamda Türk Dışişleri, “Türkiye ile Pakistan arasındaki güçlü ortak bağlardan beslenen karşılıklı iş birliğinin tezahürü olarak değerlendirdiğimiz bu kararın bütün ülkeler için emsal teşkil etmesi gerekmektedir,” şeklindeki açıklaması Pakistan hükümetinin bu adımına karşılık minnet göstergelerinden sadece biriydi.
Bu gelişmeler ışığında Pakistan’ın Türkiye dışında FETÖ'yü terör örgütü olarak kabul eden ilk ülke olması gerçeği, dostluğun ne kadar kapsamlı ve karşılıklı hassasiyetleri önde tutan bir durumda olduğunu söyleyebilirim. Kendi son ziyaretimde de gördüğüm kadarıyla, geleneksel olarak iyi olan diplomatik ilişkilerin öncelikle ticaret olmak üzere iş birliği alanlarının tamamında toplumda karşılık bulduğunu gözlemledim. Ancak halen iki ülke arasındaki ticaret hacmi bazı nedenlerden ötürü beklentileregöre oldukça düşük görünüyor. Pakistan coğrafyasının zorluğu yani lojistik nedenler bunlardan bazıları olarak sayılabilir. Konu ile ilgili Pakistan Başbakanı İmran Khan, Çin'in Bir Kuşak Bir Yol bildiğimiz adıyla “İpek Yolu” projesinin hayata geçmesiyle birlikte lojistik sorunun önümüzdeki yıllarda çözüleceğine inandığını dile getirdi. Zira bu proje ile, Pakistan şu ana kadar iş birliği yapamadığı ülkelerle bağlantı sağlamasına yardımcı olacak.
Şöyle tarihten bugüne baktığımızda aslında, siyasi süreci sürekli etkileyen ve demokrasiye büyük bir saldırı olan askeri darbeler dışında iki ülke arasında çok fazla benzerlik gözükmüyor. Belki de bu yüzden Pakistan’ın FETÖ örgütünün dış ülkelerdeki örgütlenmesine karşı yürütülen çabalara cevabı bu kadar etkin ve net çizgiler taşıyor.
Pakistan’ın okullar konusundaki dost hamlesiyle, Maarif Vakfı okulların devirlerini tamamlandı. İki yıldan beri sürdürülen çabalar, Pakistan hükümetinin atadığı kayyumlar aracılığı ile yönetilen okullara şimdi Vakıf öğretmeler yollamaya başlamış durumda. 75 okula yönetici, öğretmen ve koordinatörler yollamak kolay olmamış. Şu anda Türkiye, Pakistan’da Türk Okulları markası ile aslında dünyada bir ilki gerçekleştiriyor. Dolayısıyla bu işten anlımızın akı ile çıkmamız gerekiyor.
Maarif Vakfı’nın çalışmalarını bu kapsam içerisinde hızlandırması, 75 okulluk dev organizasyon için teknik ve öğrenim açığını kapatması ve bahsettiğim bu okulların hızla yenilenip bakım onarımlarının yapılması gerekiyor. Kanımca bunların yanı sıra, Kültür bakanlığımızın da Lahor ve Karaçi’de kültür merkezleri kurması çok önemli bir çalışma olacaktır. FETÖ örgütünün yapılanmasının ortadan kaldırılarak Pakistan halkı ile daha sıkı kültürel bağların kurulması dostluğun bundan sonra daha da sıkılaşmasına yardımcı olacaktır.
Çanakkale muharebesinde Türk halkına gönüllü asker toplayan, halkının büyük çoğunluğunun bugün de olduğu gibi büyük bir fakirlik içinde olmasına rağmen Padişah camisi avlusuna açılan yardım sergilerine, kulaklarındaki küpeleri, parmaklarındaki alyansları, evlerindeki eşyaları satarak elde ettikleri paraları koyan kadim dostlarımızın kardeşlerimizin eğitim, ticaret, kültür ve güvenlik gibi alanlarda Türk milletine ihtiyacı var. Maarif vakfının çalışmalarının desteklenmesi bu nedenle önemli gözüküyor. Bize yapılan dostluğun karşılığını böyle verebileceğimizi düşünüyorum. Elbette bir diğer taraftan da ticari ilişkilerin geliştirilmesi ve arttırılması maksadıyla hızla ticari müşavirlerimizin atamaları yapılmalı, keza Pakistan devleti ve Pakistan halkı Suudi Arabistan’ın eline terk edilmeyecek kadar değerli olduğunu düşünüyorum.