Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kasım Süleymani’nin öldürülmesini bir savaş eylemi olarak görülebilir. Amerikalı yetkililer de İran’ın ABD'nin çıkarlarına ve müttefiklerine yönelik misilleme saldırısı düzenlemesi ihtimaline karşı hazırlanıyor. Nitekim ABD Kerkük Al Ambar ve bölgedeki en donanımlı askeri üssü olan, Erbil yakınlarındaki Harir’de tüm hazırlıklarına başlamış durumda.

        Amerikan tarafının resmi görüşüne göre, Süleymani Irak savaşı sırasında yüzlerce Amerikan askerinin ölümünden sorumlu olan şahıs. Ayrıca Süleymani’nin İran’ın Orta Doğu genelinde istikrarı bozan ve ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ı hedef alan faaliyetlerini planladığı görüşünde.

        Birçok Cumhuriyetçi, ABD Başkanı Donald Trump’ın bu saldırıyı düzenlemekte haklı olduğunu söylese de Tump’ın İran politikasını eleştirenler bu saldırının gerginliği tek taraflı olarak ihtiyatsız bir şekilde tırmandırdığını ve bunun Orta Doğu genelinde öngörülemeyen sonuçlara yol açabileceği görüşünde.

        KOORDİNATLARI MOSSAD VERDİ

        Iraklı güvenlik kaynakları, Kasım Süleymani’nin sıklıkla bölgede olduğunu, özellikle Bağdat’ta hükümet krizinin baş gösterdiği tarihten buyana bölgeden hiç ayrılmadığına dikkat çekiyorlar. Ancak konaklama dahil Süleymani’nin sabit bir yerde kalmadığına dikkat çekerken kaynaklar, Irak topraklarına dün geldiğini, öncesinde Lübnan ve Şam’da kaldığını, ancak 10 gün kadar bir süre Irak’ta kaldığı belirtiliyor.

        Süleymani’nin Iraklı Şii milis grup olan Haşdi Şabi’nin üssüne gittiğini ve bunun İsrail istihbaratı tarafından tespit edildiğini ve bilginin İsrail tarafından ABD’ye verildiği iddia ediliyor. Güvenlik kaynakları, Süleymani’nin Lübnan’dan itibaren dört gün boyunca fiziki ve teknik takipte olduğunu belirtiyorlar. Zaten kendisi de Bağdat havalimanı yakınlarındaki bir askeri üsse girerken vuruldu.

        Bu durum şimdilerde en çok İsrail’i endişelendirecektir. Zira Lübnan Hizbullahı’nın akıl babası Süleymani’nin öldürülmesine karşılık verilmesi beklenen bir durum.

        ‘YAŞAYAN ŞEHİT’ DİYE ANILIYORDU

        Orta Doğu'da İran Özel Kuvvetler Birliği Kudüs Tugaylarının yani İran’ın paramiliter güçlerinin komutanı General Kasım Süleymani muhtemelen İran’ın aynı anda hem en çok sevilen hem de nefret edilen figürü idi. Kudüs Ordusu’nun İran dışındaki operasyonlarından sorumluydu. Düşmanları dahi cesaretini takdir etmiş ama acımasız karakterinden de korkmuştur. Ortadoğu’da bir strateji ustası olarak tescillidir.

        Uzun yıllar Irak’ta yaşadığım ve gördüğüm tecrübelerden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, İran’ın Orta Doğu'daki stratejik yayılmacı politikasının mimarı Kasım Süleymani’dir. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki Şii milis güçlerin hepsine, İran İslam Cumhuriyeti'nin nüfuzunu artırmak için eğitim vermiştir. Oldukça geniş ve çok çeşitlilik arz eden bir coğrafyada geniş bir ajandası ile ABD başta olmak üzere herkesin başını ağrıtan adam pozisyonundaydı.

        Süleymani’nin en önemli projelerinden birinin arkasında, İran’ın Suriye’de mütemadi ve büyük bir askeri varlık kurması yatıyordu. Böylece Tahran’ın İran Körfezi’nden Akdeniz’e uzanan bir köprükurmayı odaklayan eski stratejik hayali gerçek olacaktı. Bunun içinde sahada terör örgütü PKK dahil herkesle görüşme içindeydi.

        Kendisi 1998’den buyana ABD’nin hedefindeydi. Öyle ki, 11 Ocak 2007’de Amerikan birlikleri, Erbil’deki İran diplomatik temsilciliğini bastı. O dönemde CIA’ye gelen istihbarata göre Süleymani, Bağdat’tan Kerkük’e oradan da Erbil’e geçerek Kürt liderlerle görüşecekti. Ancak Süleymani’nin Kerkük’ten Erbil yerine Köysancak kasabasına geçerek terör örgütü PKK üst düzey yöneticisi Murat Karayılan ile görüşmeye geçmesi üzerine ABD’nin konsolosluk operasyonu boşa çıkmıştı. Baskında konsoloslukta bulunan beş İranlı gözaltına alınmıştı. Ama başarısız bir operasyon olarak kayıtlarda kaldı.

        Dikkat çeken nokta ise Süleymani daha önce 7 kez ABD’li istihbaratçılarla ve diplomatlarla Bağdat’ta bir araya gelerek DAEŞ ile mücadele konsepti dahilinde görüşmeler yapmıştı. Bağdat’ta Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin doğruladığı bu görüşme trafiğinde bir görüşme de Musul yakınlarındaki bir bölgede gerçekleşmişti. Bu durum ortak düşman DAEŞ’in ortadan kalkması ile birlikte düşmanlığın bir kez daha su yüzüne çıktığını gösteriyor.

        DİRENİŞ EKSENİNE EN SERT DARBE

        Süleymani ve birlikte can verdiği arkadaşı, Haşdi Şabi’nin başkan yardımcısı Ebu Mehdi el Mühendis Irak’ta yapılan ziyaretler sırasında olağan dışı önlemler almıyorlardı. Ama Bağdat’a geliş zamanı, kimle görüştüğü veya görüşeceği kamusal alanda çalışanların çoğu tarafından özellikle gizli tutulurdu. İki adamın da ölüme yaklaştığı çok oldu. Ancak daha önce öldürülmemeleri, Iraklı Şii direniş ekseninin püskürtme gücünün marifetiydi.

        3 Ocak 2020 tarihinde, Cuma günü sabaha karşı öldürülmeleri ise karmaşık bir güvenlik operasyonunun sonucu değildi. Ama İslami Cihat ve Hizbullah’ın üst düzey yöneticilerinden İmad Mugniye’nin öldürülmesinden sonra direniş ekseninin maruz kaldığı en sert operasyon oldu.

        Bu kararı veren ya ne yaptığının farkında değilya da çok planlı bir savaşın kapısını araladı. ABD bu şekilde Irak ve İran’ı içine alan direniş eksenine “her noktanı ve her komutanını hedef alacağız” demek istedi. Bu denklemde direniş ekseni, intikam güdüsüyle hareket edeceklerdir.

        SÜLEYMANİ KİMDİ?

        Süleymani en ünlü İranlı komutandı. 2006 Temmuz savaşında Lübnan’ın savunulmasında Mugniyye’nin ortağıydı; ABD-İngiliz işgaline karşı Irak Şii direnişinin ilk destekçilerindendi; Şam’ı müdafaa hattının mimarı ve Suriye Cumhurbaşkanı Esad’ın cephedeki ortağıydı. Putin’i Suriye’ye müdahale etmesi için ikna eden adamdı. İran ve Filistin direniş örgütleri arasındaki köprüydü.

        Onun döneminde Kudüs Ordusu, güneyde Yemen, kuzeyde Irak ve ötesi, yanı sıra Lübnan, Suriye, Filistin ve özellikle Gazze şeridi arasında lojistik destek gücü gibi çalışan bölgesel bir süper askeri güce dönüştü. Suriye ve Irak’ta dengeleri değiştirecek silahlar taşımasını engellemek amacıyla İsrail tarafından yakından takip edildi.

        El Mühendis ise - asıl adı Cemal Muhammed Cafer –Haşdi Şabi komutanıydı. Geçmişte de milletvekiliydi. 2003 yılında, 20 yıl süren sürgünün ardından Tahran’dan Bağdat’a dönüş yaptı. Saddam’a ve BAAS rejimine muhalefeti onu 1980’lerin sonunda “Feylak el Bedr” komutanı yaptı. O dönemde kapsamlı bir askeri deneyim kazandı ve bunu ABD işgaline direnişte ve DEAŞ ile savaşmakta kullandı.

        Öldürülmeleri, Irak’ta oldukça karmaşık bir siyasi ve askeri süreçle eş zamanlı olarak meydana geldi. Zira Irak’ta Washington’ın sonuçlarını kendi yararına çevirmeye ve bu yolla Tahran’ın bu ülke üzerindeki nüfuzunu küçültmeye, bir yandan da “Haşdi Şabi” ve direniş gruplarını devirmeye çalıştığı bir halk ayaklanması süreci var.

        ABD işgalinin geçtiğimiz pazar günü Suriye-Irak sınırında Haşdi Şabi'ye bağlı Irak Hizbullah'ının ana karargahını bombalaması, Bağdat’ta ABD’ye ait üssün hedef alınmasına karşılık vermek amaçlı değildi. Bu saldırının amacı, ana başlığı Suriye ve Irak’ı ayırmak, Haşdi Şabi ve diğer direniş gruplarını sınırlandırmak olan “yeni siyaset kurallarını”dayatmaktı. Nitekim herkes ABD’ye verilecek karşılığı konuşurken ABD bir adım daha öteye geçerek, bu kez ana başlığı Irak ve İran’ı ayırmak olan bir operasyonla Süleymani ve el Mühendis’i öldürdü. İran ve Irak arasındaki en kuvvetli köprüyü yıktı.

        ABD NEDEN ANİ BİR KARAR ALDI?

        Haşdi Şabi komutanlarından aldığım bilgiye göre, Kasım Süleymani, üç hafta önce Bağdat’ta Iraklı milislerle bir toplantı düzenleyerek “vekil savaşına hazırlanmalarını” söyledi.

        Kaynaklarım, Irak’ın Halk Seferberlik Güçleri çatısı altındaki bütün milis gruplarının liderlerinin bu toplantıda yer aldığını belirtiyor. Süleymani, Irak’ın Şii grup liderleriyle son beş yıldır belli aralıklarla görüşüyorsa da bu görüşmenin atmosferinin farklı olduğunu, görüşmenin savaşa çağrı niteliği taşıdığını ifade ediyorlar.

        Görüşmenin, Tahran ve Washington arasında çatışma çıkma ihtimalini engellemeye çalışan ve Irak’ın bir çatışma bölgesi haline gelmesinden endişe eden İngiltere, ABD ve Iraklı yetkililer arasında diplomatik hareketliliğe yol açtığını ifade eden kaynaklarım, tüm görüşmelere rağmen yol alınamadığını ve ABD’nin geçtiğimiz hafta doğrudan Kasım Süleymani ile irtibatlı bir grubun vurulduğuna ve bugüne gelindiğine işaret ediyorlar.

        OPERASYONUN ‘ŞAHİN’ AKLI KİM?

        Hatırlanacağı üzere, Trump John Bolton’ı ulusal güvenlik danışmanı olarak atadıktan sonra dünya genelinde ABD’nin İran’a karşı askeri bir karşılık vereceğine dair endişeler artmıştı. Bolton, uzun zaman İran’da rejim değişikliğini teşvik etti. Ayrıca İran’ın bombalanması gerektiğini ve ülkenin Orta Doğu’daki yayılmacılığına karşı Amerika’nın daha iddialı bir politika benimsemesi gerektiğini savundu. Iraklı diplomatlar ise Bolton’un diplomatik görüşmelerin tamamında Süleymani bu topraklardan uzaklaştırılmadığı sürece Irak’ta huzur olmaz savı ile her fırsatta İranlı generali hedef gösterdiğine vurgu yapıyorlar.

        IRAK KÜRT BÖLGESİ NE DÜŞÜNÜYOR?

        Iraklı Kürtler Süleymani’nin öldürülmesini bir provokasyon olarak okuyorlar. Zira ABD Süleymani’yi düşman ilan etse de Süleymani’nin ajandasındaki en önemli dosyalardan biride Kürt dosyasıydı. İranlı general, Irak Cumhurbaşkanı Talabani öldüğünde ABD’li diplomatların gözünün içine baka baka Süleymaniye’ye gelmişti.

        Ama Kürtleri korkutan, ABD’nin tüm yükünü diplomatik temsilciliklerini Erbil’e taşıması oldu. Ve dahası Ortadoğu’nun en büyük askeri üssü Kandil’e sadece 36 kilometremesafedeki Harir askeri üssü kurulmuş olması. Kürtler, Iraklı Şii güçlerin bu üsleri korudukları için kendilerinihedef almasındanendişeli. Zira, Kürt liderlerle direkt görüşebilen Süleymani, zaman zaman tehditler savurabilecek kadar cüretkâr bir isim olarak biliniyor. Ama en dikkat çekici pozisyonu PKK ile olan ilişkileri oldu hep.

        SÜLEYMANİ’NİN PKK İLE İLİŞKİLERİ

        Türk askeri ve istihbarat birimleri 1998’den beri Kasım Süleymani dosyasını ellerinde tutuyorlar. Daha Kudüs Ordusu komutanlığına gelmeden önce 1994’de İran devletinin batı savunma hattı yani Kandil dağları için oluşturmak istediği strateji o yıllarda kabul gördü. Böylelikle yükselişi başladı.

        Süleymani’nin Stratejisi, ABD’nin El Kaide bağlantılı ve İran muhalifi grupları İran Irak sınır hattına getirme ihtimaline karşı terör örgütü PKK’nın ana üssünü Zap Avaşin hattından alıp 1996’da Kandil’e taşınmasına öncülük etmişti.

        O tarihten itibaren her daim yakın bir ilişki içinde yer alan Sülaymani 2012’de Türkiye’nin Suriye rejimi üzerindeki baskısını arttırması üzerine PKK’nın Suriye kolu PYD’yi sınırımızın yanı başında harekete geçirmiş, 2013 itibari ile Suriye-Irak sınır hattındaki Sincar Dağı’nı ‘ikinci Kandil’e çevirmişti. PKK’nın içindeki derin eli nedeniyle PKK her daim İran ile doğrudan ilişkiler içinde yer almıştı.

        Bu ittifak Suriye’de ABD lehine değişirken, PKK’nın Kandil ayağı ABD’nin Kandil’i kullanarak İran operasyonlarına izin vermeyeceği sinyali vererek örgüt içinde Kasım Süleymani etkisinin ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkarmıştı.

        KERKÜK’Ü KÜRTLERDEN O ALDI

        Kürtlerin bağımsızlık referandumu sonrası Bağdat yönetimi ile girdiği kriz sürecinde ülkenin petrol zengini kenti Kerkük’ün kaderinin nasıl şekilleneceğine dair tartışmaların yaşandığı bir süreçte Süleymani kendisine bağlı Haşdi Şabi güçleri ile Kerkük’e girip kenti almıştı. Barzani’nin lideri olduğu KDP peşmergeleri ve Talabani’nin lideri olduğu KYB peşmergeleri kenti boşaltırken PKK’lı teröristlerin kentte kalmasına bizzat Kasım Süleymani göz yummuştu.

        İRAN DIŞARIDA KARŞILIK VERMEK İSTEYECEKTİR

        Sesiz diplomasi yolunu iyi bilen İran, bu ölümle bölgede önemli bir prestij kaybına uğradı. Ancak geçmişte 11 siyasi muhalifini yurt dışında suikastlarla öldüren İran’ın ABD’ye yönelik hamlesinin askeri hedeflerden çok siyasi figürleri hedef alacağını düşünüyorum. Bunun içinde Ermenistan, Gürcistan, Irak, Katar, Rusya, Bulgaristan ve en önemlisi Türkiye gibi ülkelerde harekete geçirebilecek hücreleri var.

        IRAK SİYASETİNDE SON DURUM NEYDİ?

        Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih, gelecek başbakanı seçme konusunda İran’ın hesaplarını karıştırdı. Salih, Tahran’ın adayı Esad el İdani’yi görevlendirmek yerine istifayı tercih ederek birçok olası gelişmeye kapıyı araladı.

        Salih şu ana kadar Irak parlamentosundaki el Bina koalisyonunun sunduğu üç adayı görevlendirmeyi reddetti. Koalisyonun bütün vekilleri İran yanlısı . Bahsi geçen adaylar, Humam Hammudi liderliğindeki İslami Yüksek Konsey mensubu eski Petrol Bakanı İbrahim Bahr el Allum, Nuri el Maliki liderliğindeki Kanun Devleti koalisyonuna mensup mevcut eğitim Bakanı Kusay el Suheyl ve Hadi el Amiri liderliğindeki el Fetih koalisyonuna mensup mevcut Basra Valisi Esad el İdani’dir.

        Reddedilen bu üç aday, Irak’taki siyasi sahnede zirveye ulaşmalarını sağlayan İran ile sıkı ilişkilere sahiptir. Bu durum, söz konusu adayları reddetmenin büyük bir cesaret gerektirdiği anlamına geliyor.

        İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani, El İdani’nin adaylığını desteklemek için bizzat müdahalede bulunmuştu. Kaynaklara göre Süleymani, bahsi geçen adayı onaylamadığı takdirde Salih’i görevden almakla ve kovmakla tehdit etmişti.

        Kaynaklarımın anlattığına göre Tahran’ın Salih’e karşı kullandığı tehditlerden biri de yetkililer ve siyasilerle yaptığı toplantılar sırasında Salih’in Bağdat’taki evinin üstünde insansız hava aracı uçurmak oldu.

        Salih geçtiğimiz perşembe günü Bağdat’ı terk ettiğini ve doğum yeri olan Süleymaniye’ye gittiğini ifade etti.

        Iraklı siyasi kaynaklar, Salih’in Bağdat’ı terk etmesini, İran destekli partilerin adaylarını reddetmesinin ardından gerçek bir can tehlikesiyle karşı karşıya olmasına dayandırdı.

        Salih’e yakın olanların anlattığına göre Salih, aile bireylerine kadar ulaşan büyük İran tehditlerine rağmen bu süreçte halkın sesine kulak vermeyi tercih etti.

        Şii lider Mukteda el Sadr’ın cesaretlendirmesi olmasa Salih, bu derece ileri gidemezdi. Nitekim el Sadr’a yakın olanlar, sokağın yanında durduğu ve İran’ın önerdiği adayı reddettiği için Irak Cumhurbaşkanı'na teşekkür etmekte hızlı davrandılar.

        El Sadr, Irak Parlamentosunda 54 sandalyesi olan bir milletvekili bloğuna hükmediyor. Bu durum adayları oylama sürecinde onun belirleyici bir rol oynamasını sağlıyor.

        Parlamentodaki el Sadr vekilleri, Cumhurbaşkanı Salih’in istifasının kabul edilmesine izin vermeyeceklerini söylediler. El Sadr’ın vekilleri, Iraklı protestocuların belirlediği vasıflara uygun adayların seçilmesini talep ediyorlar.

        SÜLEYMANİ’NİN YÖNETTİĞİ NETWORK

        Suriye iç savaşı patlak verdiğinden ve DAEŞ’in bölgede yükseldiğinden beri İran’ın bölgedeki nüfuzu arttı. İran; on binlerce Hizbullah savaşçısının yanı sıra Irak, Pakistan ve Afganistan’dan getirdiği Şii milisleri Suriye’de Beşar el Esad güçlerinin yanında savaşmak üzere harekete geçirdi. Bu milisler, Suriyeli muhalif grupların yenilmesinde kritik bir rol oynadı. Ayrıca Suriye ve Irak’ta zaman zaman Amerikan güçlerine çok yakın yerlerde DAEŞ’e karşı savaştılar.

        ABD ile savaşırken deneyim kazanan Iraklı Şii milisler, 2012’de Suriye’de Esad güçlerinin yanında savaşmaya başladı. Hizbullah 2013’te stratejik Kuseyr kentini muhalif savaşçıların elinden aldı. Aralarında Afgan savaşçıların da olduğu Şii milisler, Aralık 2016’da Halep’in ele geçirilmesinde önemli rol oynadı. Bu olay belki de Esad rejiminin ayakta kalmasını sağladı.

        Son iki yılda İran’ın bu vekilleri Humus gibi şehirlerin ve Şam’ın etrafındaki bölgelerin geri alınmasına yönelik savaşa önderlik etti. Stratejik olarak önemli noktaların kontrolü onlarda ve de kırsal bölgelerde Suriye ordusunun mevzilerine destek sağlıyorlar.

        Bedir Örgütü, Ketaib-i Hizbullah, Asaib Ahl el Hak ve Nuceba Hareketi gibi Iraklı milisler ve Hizbullah, Suriye’de sahada İran’ın en etkili ortakları oldu. Bu grupların onlarca yıllık savaş meydanı deneyimi var ve ayrıca İran onları Afganistan ve Pakistan’dan gelen Şii milislerin eğitimiyle görevlendirdi.

        Fakat İran’ın bu vekilleri yalnızca savaşıp ülkelerine geri dönmüyor. Hizbullah’ın Lübnan’daki siyasi nüfuzu ve “devlet içerisinde devlet” statüsü bir zamanlar istisnai bir durumdu. Ama şimdi başka milis gruplarının kopyaladığı bir model haline geldi ve bunun da yıkıcı etkileri söz konusu.

        İran, bu grupları, düzensizlikten faydalanmak ve genelde umutsuz durumdaki topluluklara bazı hizmetler ve güvenlik sağlamak üzere eğitti. Bu vekilleri denetleyen İslami Devrim Muhafızları, meşruiyet ve popülarite kazanmanın bir yolu olarak bu grupların yerel insani yardım örgütlerini veya hayır kuruluşlarını bünyesine katmasına veya devralmasına yardımcı oldu. İran, yardımların bu vekiller aracılığıyla dağıtılmasını sağladı.

        Irak’ta olduğu gibi İran’ın Suriye’deki vekilleri de kontrolleri altında bulunan topraklarda Şii olmayan veya İran’ı desteklemeyen toplulukları buralardan ayrılmaya zorladı.

        Suriye’de devlet kurumları üzerinde kurdukları kontrol, İran’ın vekillerinin mülk alımı üzerinde söz sahibi olmasını sağladı; bu da onlara kendi mevkilerini daha da sağlamlaştırma fırsatı tanıdı. Burada nihai amaç ise kazanımlarını meclis üyeliği, bakanlık görevi ve devlet kurumları üzerinde resmi kontrole dönüştürmek.

        Şİİ DEVLET, Şİİ MİKRO ÖRGÜTLER

        Savaş dönemindeki milislerin önde gelen siyasi aktörlere dönüşmesinin örneklerinden biri, Irak’taki Şii milislerin Lübnan Hizbullahı’nın bazı türlerine evrilmesi. Mezhepsel mezalimlerle ve Batılı ve Iraklı personellere yönelik saldırılarla ünlenen Asaib Ahl el Hak, Saddam Hüseyin’in düşmesinin ardından İran tarafından kurulmuştu. Şimdi ise bu grup, Irak hükümetinden bağımsız bir şekilde, tıp merkezleri ve kliniklerin de dahil olduğu geniş çaplı toplumsal ve dini faaliyetler yürütüyor.

        İran’ın Irak’taki vekilleri, Halk Seferberlik Güçleri’ne hakim konumda. Halk Seferberlik Güçleri, 2014’te İslam Devleti Musul’u ele geçirdikten ve Irak ordusu çöktükten sonra kurulan ve 100 bin savaşçıdan oluşan gönüllü bir örgüt. İran’ın baskısı, 2016’da Şiilerin egemenliğindeki Irak devletini bu gücü meşrulaştırmaya itti. Bu da onlara önemli miktarda bir mali kaynak ve ağır silah sağladı.

        İran’ın Suriye’deki Şii vekilleri, Esad rejiminin devrilmesinin Şii inanışa yönelik varoluşsal bir tehdit oluşturacağı korkusuyla hareket ediyor. Tahran da bu korkuyu teşvik ediyor. İran, Şii inanışı ve İran teokrasisine desteği temel alan toplumsal ve dini ağlar kuruyor. Teknik destek ve propaganda yoluyla vekillerinin sesinin daha çok duyulmasını sağlıyor. Bunların hepsi, Tahran’a, yerel ve ulusal makamları es geçme ve nihayetinde hükümetleri şekillendirme, anlaşmazlıkları çözme ve politikaları belirleme fırsatı veriyor.

        KİMİN KIRMIZI ÇİZGİSİ?

        Bu, yerel siyasi aktörleri endişelendiriyor ama savaşın harap ettiği ülkelerde İran’ın rakipleri genellikle onun söylemine ve sahadaki ağlarına karşı çıkamayacak kadar zayıf durumda.

        Sürekli değişen Amerikalı yetkililerin ve askeri liderlerin aksine, İslami Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani ve adamlarının bölgede büyük bir otonomisi var ve uzun zamandır bu bölgeyle ilgileniyorlar. General Süleymani, 1998’den beri Kudüs Gücünü yönetiyor ve yardımcılarıyla birlikte bölgede çok çeşitli silahlı gruplarla ve siyasi partilerle ilişkiler geliştirmek için onlarca yıldır zaman ve enerji harcıyor.

        Milisler açısından ise geçmişte bazı kırmızıçizgileri dayatan ve müttefiklerinin yanında duran Devrim Muhafızları cazip bir hami veya ortak. Suriyelilerin, Kürtlerin, Sünni Arapların ve Irak’taki Batı ile müttefik Şii hiziplerin anladığı üzere ABD, kendisinin ve sahadaki müttefiklerinin menfaatleri söz konusu olduğunda kırmızıçizgileri dayatmak bir yana, belirleyemedi bile.

        Diğer Yazılar