Fransa'nın kabadayılığı söker mi?
Lübnan patlamasının hemen ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un Beyrut’a alelacele ziyareti, Fransa’nın Akdeniz’de giderek artan müdahalelerini gözler önüne serdi. Diğer bir ifade ile “sömürgeci” ruhunun hortladığını gördük.
Ergen siyasetçi tarzı ile Avrupa siyasetinde boy göstermeye çalışan Macron, Türkiye karşıtlığının merkezi ve liderliğine soyunmuş görünüyor.
Libya krizi, Lübnan’da Macron’un takındığı tavır, Suriye’de Fransa’nın PYD’ye açıktan destek vermesi, Irak Kürt bölgesindeki petrol sahalarındaki kıyasıya mücadele ve en son Yunanistan ile karşı karşıya geldiğimiz Oruç Reis sismik araştırma gemisinin arama faaliyetlerine başlaması ile birlikte Macron’nun Türkiye’ye yönelik üslubu kontrolden çıkarken bölge de artık geri dönüşü olmayan bir krize doğru sürükleniyor.
Avrupalı siyasi liderler ise Fransa ile Türkiye arasında, denizlerde jeopolitik bir patlama yaşanması riskini kabullenmiş görünüyor.
Dört yıldan bu yana birbirinden uzaklaşan iki NATO müttefiki, Libya’dan Kıbrıs’a kadar uzanan alanda birbiri ile kıyasıya mücadele içinde. Macron’un diplomasi dışı tavrı ve dili nedeniyle ortam gerilirken, Türkiye de anbean gerekli mesajı vermekten kaçınmıyor.
Söz düellosu sertleşirken Fransa savaş gemilerini ve uçaklarını Yunan Adaları’na gönderdi. Ankara Oruç Reis’i Akdeniz’e yollarken Yunanistan’ın karşısına çıkamayacağını bilerek hamlelerini yaptı. Fransa’nın sahneye çıkacağının hesabı da yapılmıştı ve bu meyanda Türkiye için çeşitli aşamalardan oluşan bir projeksiyon oluşturulmuştu…
Öncelikle Türkiye, Fransa’nın söylem ve hamlelerine karşı sessiz kalmayacak…
Bu nedenle "Oruç Reis" yine yola koyuldu. Adını Osmanlı İmparatorluğu'nun efsanevi bir amiralinden alan 86 metre uzunluğundaki Türk araştırma gemisi, Doğu Akdeniz'de gaz ve petrol arıyor.
Yunanistan ile anlaşmazlıklar, Türkiye’den üç kilometre, ancak Yunanistan’dan en az 550 kilometre uzaklıktaki Meis Adası’nda kilitleniyor! Cumhurbaşkanı Erdoğan da Oruç Reis’e yönelik provokasyona dair açıklamasında bu mesafeye vurgusunu yaptı.
Öte yandan Macron’un Avrupa Birliği’nin sınırlarını ve egemenliğini koruma söylemleri kimseyi yanıltmasın. Aslında Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi Fransa’yı güçlü bir müttefik olarak görüyor. AB’nin geri kalanı açıklama bağlamında destek veriyor ve hatta Türkiye’ye karşı yaptırım tehdidinde dahi bulunabilirler. Ancak konu muhtemel bir güç kullanımı olduğunda AB üyesi ülkeler Macron’un gazına gelmeyecekleri bir bölgesel stratejiyi çalışmış durumda.
Fransa’nın tavrına karşın İngiltere Macron’un Avrupa’yı sürüklemeye çalıştığı kaosu sadece gülümseyerek izliyor. Zira Macron’un konuşmalarının ardından görüştüğüm İngiliz diplomatlar, İngiltere’nin Kıbrıs dahil birçok konu başlığından dolayı Akdeniz havzasında söz söyleme pozisyonunda olduğunu ancak Macron’un politikalarının peşinden koşmaya niyetlerinin olmadığını belirtiyorlar.
İngiliz diplomatik kaynaklar, İngiltere’nin Doğu Akdeniz’de yaklaşmakta olan fırtına konusundaki politikasına yön veren ruh, Winston Churchill veya Margaret Thatcher’dan ziyade Harold Wilson gibi göründüğüne vurgu yaparak, Britanya’nın riskler karşısında teyakkuza geçip Macron’un kafasına göre asker göndermeyeceğini belirtiyorlar.
İngilizlerin desteğini alamayacaksa Macron nasıl hareket edecektir?
Macron, Merkel’i ikna etmenin yollarını arayacaktır. Ama Almanya’nın da bu süreçte Fransa’nın yanında yer almak gibi bir niyeti yok. Berlin’den sadece resmi destek açıklamaları gelecektir.