Rusya Karabağ'da neden ateşi kesemiyor?
Karabağ bir insani felaket ve trajedi ile karşı karşıya ancak uluslararası diplomasi bu duruma pek duyarlı, ilgili değil. Yaşanan sivil drama yönelik gelen açıklamalar ise oldukça zayıf…
Çatışmalar tüm hızıyla sürerken İkinci kez insani amaçlı olarak ateşkes ilanı yapıldı ama ne kadar devam edeceği şüpheli. Zira ilk ateşkes daha üzerinden bir saat dahi geçmeden Ermenistan tarafından ihlal edilmişti.
Azerbaycan 30 yıl önce kontrolünden çıkan Karabağ’da, son 21 günden buyana kaybettiği toprakları geri almaya başladı. Halihazırda Karabağ’ın yüzde 21’ini geri almış durumda ve yüzde 16’sında ise tam anlamı ile kontrolü sağlamış vaziyette.
1991’de bağımsızlığını ilan eden ancak dünyada sadece adını bile duymadığınız Transnistria, Güney Osetya ve Abazya tarafından tanınan, ama Ermenistan’ın dahi tanımadığı sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ni Ermenistan destekliyor. Erivan, savunmada başarılı olduğunu duyurmakla birlikte genel anlamda zor bir durumda olduğunu da kabul ediyor.
Zira Ermenistan Savunma Bakanlığı sözcüsü Shushan Stepanyan günlerdir sosyal medya hesaplarından dış medyaya ve Ermeni diasporasına “Her şey yolunda, siz desteğinizi devam ettirin” mesajları verse de Ermenistan ordusunun temas hattı ve savunma hattı tamamen dağılmış vaziyette. On sekiz noktada tamamen dağılan yedi noktada ise geri çekilen Ermenistan ordusu yeni bir savunma hattı da kuramıyor.
Tüm bunlar yaşanırken bölgedeki sivil halk bir insani felaketle karşı karşıya…
Çünkü Azerbaycan tarafında 60 bin insan evlerini terk etmek zorunda kalırken Ermenistan Başbakanı Mikol Paşinyan aldığı bir kararla Karabağ’da yaşayan 130 bin sivil Ermeni’nin Karabağ’dan çıkışını ve Ermenistan tarafına geçişini yasakladı. Paşinyan 130 bin sivili ‘’canlı kalkan’’ olarak kullanmak istiyor. Kaygılar her geçen gün artarken uluslararası diplomasi, gerilim ve çatışmaların patlak vermesinin üzerinden üç hafta geçmesine rağmen bölgeye hala duyarsız görünüyor.
10 Ekim sabahı saat üçte Moskova Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arabuluculuğunda gerçekleşen Ermenistan-Azerbaycan ateşkes görüşmeleri 11 saat sürdü. Ancak zafer gibi başlayan anlaşma, çatışmaların saatler içerisinde yeniden alevlenmesiyle arapsaçına döndü.
Bu durum aynı zamanda Kremlin’in arka bahçesi olarak gördüğü topraklarda Rusya’nın olayları şekillendirme konusundaki kabiliyetinin sınırlarını da ortaya çıkardı.
Durum o ki Moskova için bu günlerde haritanın her yanında bir sınav var…
Güneyde Ermenistan ile Azerbaycan arasında otuz yıldır süren anlaşmazlık yeniden su yüzüne çıktı. Batı da Belarus diktatörü Aleksandr Lukaşenko’nun görevden ayrılması çağrısı yapan protestolar ikinci ayına girdi. Doğuda ise Kırgızistan 15 yıl içerisindeki üçüncü siyasi krizine girdi.
Türkiye, Çin ve Batı'nın rekabeti Moskova’nın bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin alanındaki baskınlığına meydan okuyor.
Rusya'nın aracılık ettiği ateşkesin çökmesi ve bölgesel güçlerin çekilme tehdidinin artmaya devam etmesiyle, Güney Kafkasya'da Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışma yoğunlaştı.
Görünen o ki Ermenistan tarafı Karabağ’daki çatışmalarda her geçen gün daha fazla köşeye sıkışıyor. Bakalım kendisi de Emeni kökenli olan ve Ermeni tarihinde önemli bir aile olan Kalantaryan ailesine mensup olan Lavrov bu süreci nasıl yönetecek, daha doğrusu adil bir şekilde yönetebilecek mi?
Kalantaryan ailesinin tarihine dikkatlice bakmak ve okumak gerekirse, Nahçivan ile Azerbaycan arasındaki topraklarında zorla hüküm süren aile olarak karşımıza çıkıyor.
Umuyorum Lavrov her zamanki soğuk kanlılığını korur ve ‘damarlarımda Ermeni kanı akıyor’ dediği halde değiştirdiği soyadından farklı olarak davranır…
Yaşanan savaşta Azerbaycan’ın askeri üstünlüğünün büyük bir bölümünü, çoğunluğu özellikle de Türkiye menşeili ve bir kısmı da İsrail yapımı olmak üzere savaş dronları oluşturuyor.
Azerbaycan televizyonları, her saat başı haberlerinde Türk Dronlarının Ermeni hedefleri nasıl teker teker yok ettiğine dair görüntüler yayımlıyor. Bu görüntülerden de anlaşılıyor ki, Ermenistan’ın hava savunma sistemleri söz konusu drone saldırıları karşısında yetersiz ve çaresiz kaldı.
Söz konusu bu görüntülerde, yıllardır gelişmekte olan Türkiye’nin de aslında yol hikayesininin izleri yatıyor. Dronlar tıpkı geçmişte bir yumuşak güce (soft power) dönüştüğü zamandan, Türkiye’nin bölgesel bir güce evirilmesinin en önemli ve vurucu askeri yüzünü (hard power) oluşturmuş vaziyette.
Bugün Türkiye dış politikası artık kendi savunma endüstrisinin ürünü olan silah ve teçhizatlarıyla ön plana çıkmış vaziyette. Söz konusu savunma sanayi ürünleri arasında ise ülkeyi dünyanın önde gelen tasarım ve üreticileri arasına sokan dronlar var.
Türk Silahlı Kuvvetleri kendi üretimi olan dronları daha önce de Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı, Suriye’de PKK’nın bir kolu olan YPG ile mücadelede, İdlib’in savunmasında ayrıca Libya’da da devreye soktu. Hatta Libya’daki drone savaşları ülkedeki savaşın seyrini dahi değiştirmiş ve darbeci General Halife Hafter’in üstünlüğünü elinden almıştı.
Artık savaşların kaderi ve psikolojik hali değişti. İkinci dünya savaşında zırhlı birlikler ve tanklar savaşların kaderini belirlerken bugün artık dronlar belirliyor. Dünyada 18 trilyon dolarlık askeri savunma araçlarının artık bir çöp yığını haline geldiğini iddia edenler var ancak ben bunun yorumunu savaş stratejistlerine ve sahada bunu tecrübe eden komutanlarımıza bırakıyorum. Mutlaka her cephenin kendine has karakteristikleri vardır.
Azerbaycan’a dönecek olursak, sahada eli bu kadar güçlüyken, uluslararası hukuk ondan yanayken bu savaşın uzaması gerçekten dikkate şayan. Moskova’nın arabuluculuğu ise başarısız olduğu kadar belki de maksatlı.