Türkiye açılıyor mu, dağılıyor mu?
Son bir yıldır Türkiye’ye karşı uygulanan uluslararası diplomatik baskı giderek sertleşiyor. Bunu bazen bir ülke politikası olarak bazen de siyasi liderlerin salvoları şeklinde görüyoruz. Bu çıkışların özüne baktığımızda ise talep şu: Türkiye’nin dış politikada esnemesi, bölgesel politikalarda daha alt perdeden gitmesi.
Bu konuda iki farklı bakış açısı söz konusu. İlki Türkiye’nin askeri ve siyasi olarak sahada giderek açıldığı yönünde. İkincisi ise Türkiye’nin dış politikadaki bu açılımının aslında bir dağılma olduğu yönünde.
Türkiye’nin Suriye’de, Kuzey Irak’ta yürüttüğü askeri operasyonlardan Libya’daki eğit donat faaliyetlerine, doğu Akdeniz’de her kıyıdaş ülke gibi kendi sahasında yürüttüğü sismik araştırma faaliyetlerinden Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarmak için başlattığı operasyona verdiği siyasi ve lojistik desteğe kadar tüm adımları sorgulanıyor.
Bu konuda en çatlak ses AB’den, özellikle Fransa’dan çıkıyor. Türkiye ile karşı cephede yer alan kim varsa ona destek veriyor. Hakeza Türkiye petrol ve doğal gaz aramayı bırakmadığı takdirde ekonomik yaptırımlar veya askeri ambargo uygulanacağına dair konuşmalar son dönemde Yunanistan ve Fransa tarafından köpürtülüyor.
Ancak Almanya, İspanya, İtalya, Malta ve Macaristan ile Fransa arasında bu konuda yaşanan fikirsel bölünme birlik içinde herkesin aynı düşüncede olmadığını açıkça ortaya koyuyor.
AB üyesi ülkelerin kendi ulusal gündemlerinin dışında karar ve söylemlerinde belirleyici bir faktör daha var: Kasım ayında gerçekleşecek olan ABD başkanlık seçimi… Oldukça belirsiz bir atmosferde, küresel pandeminin gölgesinde yapılacak bu seçim Avrupa ülkelerinin siyasi, iktisadi karar mekanizmalarını geçici olarak durdurmuş halde.
Diğer yandan Covid-19 krizi ile beraber değişen küresel güvenlik paradigması, endüstri 4.0’ın getirdiği devrim nitelikli değişim ve dönüşüm, yeni ticaret yolları ve bu güzergahlar üzerindeki ülkelere yönelik yapılması gereken nice hesaplar var bu bekleyişi tetikleyen…
Amerikan seçimlerine dönecek olursam, yeni başkan kim olacak sorusuna henüz bir öngörü yapılamazken Türkiye’ye yaptırım olmalı mı, olmamalı mı sorusuna Avrupa cevap bulamıyor.
Örneğin, ABD Dışişleri Bakanlığının tepkilerine rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD Başkanı Donald Trump ile kişisel ilişkileri oldukça iyi. Türkiye Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini satın aldığında, Trump kongrenin ve NATO’nun Türkiye’ye yaptırım uygulama planını durdurdu.
Bir diğer örnek ise Trump’ın, Azerbaycan’ın Ermenistan işgalindeki topraklarını yaklaşık 30 yıl sonra geri almak için başlattığı Karabağ operasyonuna Türkiye’nin tam desteğine rağmen, Erdoğan ile karşı karşıya gelmekten imtina etmesi. ABD Başkanı, Fransa ve Rusya’nın ateşkes çağrısına katılsa da bu süreçte sessiz kalıp yalnızca taraflar arasında müzakerelere ev sahipliği yapmayı teklif etti.
Öte yandan seçim öncesinde Trump’ın işi oldukça zor. Ermenistan'ı suçlayabilecek durumda değil zira demokratların elindeki New York, Boston ve Los Angeles kentlerinde yoğunlaşan 1,5 milyon Ermeni kökenli Amerikan vatandaşının oyuna ihtiyacı var...
Demokratların adayı Joe Biden ise Trump’ı zorluyor. Avrupa, Biden’ın seçilme ihtimali dahilinde Washington’un Türkiye'ye yönelik politikasının temelden değişeceğini ve Erdoğan'a diplomatik baskı kurma hususunda AB’yi destekleyeceğini düşünüyor olabilir.
Ankara Washington’un gözünden düşmüş gibi gözükebilir. Hatta kısmi yaptırımlar dahi söz konusu olsa bile, ABD müesses nizamı Türkiye’yi tamamen gözden çıkarabilir mi?
Ukrayna’da Kafkasya’da Rusya ile, Asya’da Çin’le, Ortadoğu’da İran’la kökten sorunları olan ABD devlet aygıtı Türkiye’yi bypass ederek BAE, Suudi Arabistan gibi Vahabi ülkelerle nereye kadar, ne yapabilir? Misal, Suudi devletinin sırf ABD ve İsrail ile son dönemki yakınlaşması uğruna Vahabi Selefi ideolojiden vazgeçeceği fikri ne kadar gerçektir?
Ya da Biden’ın seçilmesi ile birlikte mülteci tehdidi, Avrupa üzerinde bir kara bulut misali dolaşmaktan bir anda vaz mı geçecektir? AB, Yunan-Türk ihtilafını kendisi çözmek zorunda kalıp Washington'un Doğu Akdeniz'deki oyunun kurallarını belirlemesine izin mi verir?
Hangi ülke olursa olsun, devlet aklı kendi bekasını riske atmaz.
Bize dönecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti devleti için gerçekten beka meselesi olan politikaların günlük siyasi malzemeye dönüşmemesi dış politikadaki açılımların dağılmaya dönmemesi için esastır.
Türkiye’nin Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Kafkaslar’da ağırlığını hissettirmesi hayati önem arz etmektedir. Ancak bunun hamasete evrilmesi hayati riske dönüştürebilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da İster İsrail-Filistin çatışması, Libya'daki ve Dağlık Karabağ'daki savaş olsun, ister Akdeniz'de petrol arama, Suriye'deki Kürtler veya Katar ile savunma paktı olsun, Türkiye'nin her yerde olacağının altını son günlerde yaptığı konuşmalarında gayet net çizmiştir.
HAYFA LİMANI’NA TÜRK TALİP
Dünya ekonomik daralma yaşarken, bir Türk şirketi İsrail’in en büyük limanı olan Hayfa Limanı’nı satın alma konusunda BAE ile rekabete girmeye hazırlanıyor.
Bölgedeki kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, ABD merkezli bir şirketle ile merkezi İstanbul’da bulunan Yıldırım Holding’in, İsrail’in en düşük değer olarak 660 milyon dolar takdir ettiği Hayfa Limanı’nı satmak amacıyla açıkladığı ihaleye girmek için çalışmalar başlattı. Bu liman, bölgesel dengeler açısından da oldukça önem arz eden bir lojistik merkez.
İsrail’in bu ihaleyi, daha önce limanın yenilenme ve genişletilme işlerini yapan Çin’in “Şangay” şirketine limanı satma kararına ABD’nin itiraz etmesi üzerine açtığı biliniyor. Zira ABD Akdeniz’de savaş gemilerinin rahatlıkla demirleyeceği bir liman arayışında. Şimdilerde Birleşik Arap Emirlikleri’nde konuyla ilgili 3 şirket, Hayfa Limanı’nın Türk şirketine satış sürecini engellemeye yönelik hamlelere kalkışabilir.