Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        85 yıl öncenin İzmir’i, bugünün Siirt’i gibiydi.

        Dünya Savaşı, İstiklal Harbi geçip Rumlar ve Ermeniler yolcu edildikten sonra, 1927 nüfus sayımına göre İzmir, 315 bine kadar düşmüştü.

        O yıl doğan çocuklar 33 yaşına bastığında, yani 1960 yılında İzmir 1 milyonu aştı.

        Salı günü TÜİK ilçe ve köylerle birlikte 4 milyonu geçtiğini açıkladı İzmir’in.

        Türkiye nüfusu 85 yılda 6 kat artarken, İzmir aynı dönemde 12 kat büyüdü. Belli daha da büyüyecek, büyütülecek.

        İktidardaki AK Parti’nin İstanbul için 30 milyonluk bir nüfus projeksiyonu olduğunu biliyoruz.

        Bu İstanbul’un Tokyolaşması, Seulleşmesi anlamına da gelebilir. Hindistan’ın Delhi ya da Mumbai kentine dönüşmesine de yol açabilir.

        Ancak iktidarın bu konuda kendine göre tutarlı bir yol izlediği ortada. Bundan kolay kolay ödün vermeyeceğini tahmin etmek güç değil.

        Uzağa gitmeye gerek yok, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta Gaziantep’te çadırda yaşayan Suriyeliler’i ziyaretindeki sözleri hükümetin nüfusu stratejik bir kalkınma aracı olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Başbakan Erdoğan, şöyle diyor:

        *

        “Bakınız şu anda dünyanın ilk 5 ülkesi arasında yer alan iki önemli ülke var. Birisi Çin, diğeri Hindistan’dır. Bunların kişi başına milli geliri aslında çok çok kötüdür. Fakat toplam nüfusta durum çok farklıdır. Yoksa belli bir kaymak takımının dışında her iki ülke de sefilleri yaşıyor. Onu da söyleyeyim. Biz onların yanında hamdolsun çok çok iyi noktadayız. Benim bir prensibim var. Ekonomide başarının sırrı, söylerler emek, sermaye, tüketim, üretim ve yatırım planı. Ben diyorum ki hayır, sadece insandır. Çünkü insan varsa emek, sermaye, tüketim, üretim, yatırım var. İnsan yoksa bunların hiç biri yok.”

        Başbakan’ın sözlerinde açık seçik ifade edilen şey aslında yalnız bir kalkınma stratejisi değil, bir toplum tahayyülü.

        Genç nüfusun geniş çaplı istihdamı, sosyal politikaların mevcut yükünün de bu yeni çalışan sınıf tarafından taşınmasını öngörüyor. Şayet o zamana kadar bir sosyal politika kalırsa tabii.

        Ancak, bu strateji içinde Türkiye, kalkınmasını benzer silahlarla sürdüren Çin, Hindistan’a rakip olabilecek konumda mı o tartışılır.

        Ucuz işgücü ve üretimde rakipsiz durumda görünen bu ülkelerin yerini alabilmek sosyal açıdan ciddi bir bedel ödemeyi gerektiriyor.

        Obezlik nasıl, kalp, damar, şeker gibi rahatsızlığı getirirse şişmanlayan kentlerin de sorunlarını “sefilleri yaşayan” o Asya kentlerinde görmek mümkün.

        Diğer Yazılar