Yeni yıl okuması: Mavi Defter
Şavkar Altınel’in bir röportajında da söylediği gibi, okuru bini geçmeyen bir yazar. Bu, onun yazdıklarının değerini azaltmak bir yana, belki de sadık okurda tam tersi bir duygu oluşturuyor da denebilir. Onun yazdıklarını okumak çok az insana ulaşabilen büyük bir şans. Altınel’in Mavi Defter’i yaz sonuna doğru Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Neyse ki, bir kitap ekinde kendine yer buldu ve o sayede haberdar olup ben de hemen satın aldım. Ancak şöyle tuhaf bir durum oluştu, kitabı okumayı çok istiyor olmama rağmen bir türlü başlayamıyordum. Aylar boyunca neredeyse günün yarısından çoğunu geçirdiğim masada kitabımı baş köşeye yerleştirdim, fazla vaktimi almayacağını da görebildiğim incelikteki kitapla her sabah göz göze geldim, neredeyse her öğlen işlerimi bitirip okumayı planladım ve o kadar gözümün önündeydi ki her akşam da hâlâ başlayamamış olmanın pişmanlığını yaşadım.
OKUYUP BİTİRMEKTEN KORKTUM
Altınel gibi ben de bundan bir sonuç, hatta bir neden çıkarmak istedim ve karşıma çıkan şu oldu: Kitabı okuyup bitirmekten korkuyor olabilirdim. Yine de bir Frankfurt seyahati öncesi ilk on sayfasını hızlıca okudum. Bir seyahat için heyecanlanırken Altınel’in seyahatlerinden parçalar okumak iyi geldi. Kitap şöyle başlıyordu: “Kuzey Denizi’nin üzerinde gün soluyordu. İnişe geçmek için az önce sıyrıldığımız bulutlardan süzülen ölgün ışıkta aşağıda bir tanker nereye gittiğinden emin değilmiş gibi gri suları ağır ağır yararak ilerlemekteydi... Tek tük yeldeğirmenlerinin olduğu beyaz evli bir iki köy altımızdan kayıp gitti, yollarda ilerleyen taşıtlar görülebilir hale geldi, sonra ‘Dünyanın deniz seviyesinin en önemli havalimanlarından biri’ olmakla övünen Schiphol’da bizi bekleyen iniş pisti belirdi.”
YENİ YILIN İLK GÜNÜ OKUDUM
Okur okumaz beni kendine hayran bırakan o 10 sayfadan sonra nedense yine de kitabı seyahatte yanıma almadım. Onun yerine zar zor bulduğum ama seyahatime kesinlikle ayak uyduracağını düşündüğüm Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesi’ni çantama attım. Yazık ki kitabı daha uçağa binmeden havaalanında bitirince aklıma tekrar Mavi Defter düştü, keşke alsaydım diyerek o ilk on sayfadan aklımda kalanları hayal ederek ve bir gün gittiğim yerleri Altınel gibi sade ama o derece zarif yazabilmeyi düşleyerek yola çıktım. Altınel’in kitabını ise ancak yeni yılın ilk gününde hepimizin yaptığı gibi hevesle yeni yıl kararlarımızı uygularken okuyabildim. Önce onun kitabını, sonra da okumak üzere ayırdığım diğer her şeyi sırasıyla okuyacaktım. Hollanda’dan Almanya’ya, oradan Polonya ve derken de İtalya’ya götüren Mavi Defter’i cam kenarı berjerimde soğuk bir kış gününde en sevdiğim içeceklerden biri olan çay eşliğinde okudum. Beni yolculuğa çıkaran bu kitap ve Altınel’e ait diğer gezi kitapları, ilgilenirseniz şiirlerinden siz de haberdar olun istedim. Bitirdiğinizde yazarın hissettiğine benzer bir keder kaplayacak olsa da içinizi, bence yeni yıl okumalarınızdan biri de bu olsun. Son söz kitaptan: “Gemilerle dolu nehrin aksine bomboş olan Baltık artık alçak bir duvarın ötesinde karşımdaydı. Ama yolculuğum son noktası ve dolayısıyla da bir anlamda hedefi olmasına rağmen, içimde buraya ulaşmanı bana vermesi gereken başarı duygusu yoktu. Baktığım gri deniz on gün önce Bremerhaven’de gördüğüm gri denizden farksızdı. Yüzlerce kilometre yol alıp iki ülkeyi boydan boya kat ettikten sonra başladığım yere dönmüş gibiydim. Bir yandan da duyduğum garip düş kırıklığının gerçekte kendime yönelik olduğunu seziyordum.”