Bir yangının külünü yeniden yakıp geçen 'Kırmızı Yorgunları'
ÇEKEN bilir kontenjanından; Allah'ın hiçbir kalbe çektirmemesini dilediğim bir fiildir 'yorulmak'. 'Yorgun', tek işlevi boş boş atmak olmayan kalplere en yakıştıramadığım ama yapışmasına da engel olamadığım sıfat. Çöplük mü hazine mi bir türlü karar veremediğim yorgun bir yürekle, hayata özellikle de aşka "Yorma artık beni" diye yalvardığım bir dönemde, 'Kırmızı Yorgunları' adlı oyun arz-ı endam etti tiyatro sahnesinde. Oyunun yazarı Özen Yula. Daha önce de defalarca belirtmiştim bu köşede; kendisi yüreğine de kalemine de âşık olduğum biri. Masallara hâlâ inanıyor olmamın nedeni... Yine öyle bir oyun yazmış ki; hayatın içinde kendi kendimize ve çevremize oynadığımız tüm oyunların ipliğini pazara çıkarmış. Komedisi bol bir dille mızıkçılıklarımızla yüzleştirmiş bizi. Bir de sormuş oyunun içinde, "İnsan müsveddesinden farkımız kaldı mı?" diye. 'Kırmızı Yorgunları'nı izlemesini öneriyorum solundaki kırmızı yorgun düşen herkese...
MAYIN TARLASI GİBİ...
Oyun, ev görüntüsünde bir mayın tarlasında geçiyor. Ev sahibi Red Kit (Barış Atay), çiçeği burnunda ev arkadaşı Tenten (Sezgi Mengi), yüreğinin götürdüğü yeri Tenten'in yanı ilan eden Fatoş (Pınar Yıldırım), alt kat komşusu Safinaz (Füsun Erbulak) ve "Bir kurşun mu daha hızlı yürür bir insanın içinde yoksa bir aşk mı?" sorusunu sorarken bir kurşuna bir aşka dönüşen Betty/Jessica (Ayçe Abana) bu mayın tarlasında köşe kapmaca oynarken, seyircinin içinde patlamalar yaşanıyor. "İstanbul yangın yeri kokuyor" diyen oyun, seyircinin gönül penceresinden ansızın bakıp geçiyor ve içindeki yangının hatta yangınların küllerini yeniden yakıyor.
Gerçek isimleri yerine sahte kimliklerle varolmayı seçiyor oyundaki eve yolu düşenler. Çoğumuz için hayat sahnesinde de maalesef bu durum geçerli. Hepsinin dilinde uzaklar var çünkü bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde özlerinden, insan doğalarından uzakta yaşıyorlar. En yakınlarına üç maymunu oynamaları bundan; kendilerine uzaklar... Hepsi, çocukluk kahramanının ismiyle anılan sahte kahramanlar. Kendi hayatında başrol olamayan, 'yasak elma'yı yedikten sonra bir bardak elma suyunda boğulan... Yalnızlıklarıyla, korkaklıklarıyla, çok yakın gelen uzaklıklarıyla, huzursuzluklarıyla, şuursuzluklarıyla, en derinlere dokunan sığlıklarıyla dekordaki gramofonu utandıran...
ZAMANI BİR YERİNDEN KOPARDIM
Tüm oyuncular, hiç yormayan ve hedefi yani kalbi 12'den vuran performanslarla seyirci karşısındalar. Sezgi Mengi oyunun lokomotifi. Komedinin hakkını öyle güzel vermiş ki... Füsun Erbulak yer aldığı her sahneye kendi rengini taşıyor, oyunun enerjisi... Ayçe Abana Betty ile Jessica arasında gidip gelirken, kendi arafta kalmışlığımla öyle bir yüzleştim ki... Ece'den geceye dönüştüğüm zamanlar bir bir gözümde canlandı. Özen Yula'nın neden özel olduğunu gözler önüne seren metnin ruhuyla bütünleşmiş bir ekip ruhu var sahnede. Yönetmen Beyti Engin'in bayıldığım ışık oyunlarının da işin içine eklenmesiyle ışık saçan bir ekip ruhu... Oyunun bir sahnesinde zamanı koparmaktan, anda kalmaktan bahsediyor Fatoş Tenten'e... 'Kırmızı Yorgunları', zamanı bir yerinden kopardığım, izlerken her anından tat aldığım oyunlardan biri. Değişken bir tat; bazen acı, bazen tatlı, bazen ekşi... Aşk gibi...
Pınar Yıldırım'ın ayakta alkışladığım tiyatro aşkı sayesinde tekstil atölyesinden tiyatro salonuna dönüşen Emek Sahnesi'ndeki koltuğunuza kurulduğunuzda, 'Senede Bir Gün' filminin afişini göreceksiniz dekorda. Oyunun sloganı da 'Senede bir gün'. Ah Yeşilçam filmleri, sizin yüzünüzden içim kördüğüm! "Bu aşka canımı adayacağım" diyenleri izleyerek büyüyen biri olarak alışamadım yaşadığımız mayın tarlasına. Yoruldum, yorgunum...