Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hayat bir anlık…

        Gerçekten bir anlık.

        Saniyesinde değişiyor her şey.

        Bugün çok kötü uyandım.

        Pazartesi gününden bu yana evden hiç adımımı atmamıştım ki, o zaman da dişçiye gitmek için bir saatliğine çıkmıştım zaten.

        Sabah kendi kendime “Esin at kendine biraz dışarıya” dedim.

        Markete, eczaneye gitme bahanesiyle dışarıya çıktım.

        Ama daha da kötü oldum.

        Nişantaşı sokaklarını öyle görmek

        Mağaza vitrinlerinin tozdan görünmediğini görmek, çok daha ağır geldi.

        Ağladım, içim sıkıldı.

        Koşarak eve girdim.

        Kendimi oyalamaya çalışıyorum. Sosyal medyada dadandım. Paylaşımlar yapıyorum falan saçma sapan.

        Eğlendirmeye çalışıyorum kendimi anlayacağınız.

        Sonra tak telefon: “Ebru Şallı’nın oğlu vefat etti” haberi geldi.

        Öylece durdum kaldım.

        En son iki gün önce mesajlaşmıştık.

        Bu gördüğünüz buruşmuş fotoğrafı gönderdi o an Ebru Şallı. Yoğun bakım önünden…

        Elinde buruş buruş olmuş fotoğraf.

        Zor günler geçiyordu epeydir.

        Ve günlerdir de hastanedeydi Ebru.

        Ve yine her zaman olduğu gibi mesajın sonunda “Dua et Esin” demişti.

        Ettim…

        Çok ettim.


        Uzun zamandır Ponçik hep dualarımda..

        Ve olmadı…

        Kazanamadı.

        Küçük beden çok savaş verdi, çok uğraştı.

        Gerçekten hala inanmak istemiyorum.

        En son hastane odasında görmüştüm.

        Bilezik yapıyordu.

        Boncukları vardı… Bana da bir dahakine yapacağına söz vermişti.

        Daha iyiydi.

        Ama günü gününe tutmuyordu… Her gün değişiyordu..

        Yani hayat yine numarasını yapmıştı anlayacağınız bana yine önceki gün.

        Demek bana “Dur Esin” dedi hayat.

        Dur…

        Hayat o an işte..

        Plan yapmanı istemiyor çoğu zaman.

        Yolun ışık olsun Ponçik çok özel bir çocuktun gerçekten… Seninle en son vedalaşırken bana kart hediye etmiştik. O kart ile indirimli bilezik satın alacaktım senden.

        O kart bende.

        Bir gün buluşursak alırım güzel yüzlü bebek.

        Ve ve ve Ebru kriz yönetmeye çalışıyordu

        Acının üstüne laf yok aslında.

        Ölümün üstüne asla laf yok.

        Ama bizim insanımız anlamıyor.

        O yüzden bu konuyla ilgili bir kaç kelam etmek istiyorum.

        Kime mi?

        Size, yani kendini bilmiş, densiz, gerçekten dedikoducu ve içi fesat dolmuş, kötülük kusan insanlara…

        Evet bu süreçte Ebru Şallı’nın her zaman yanındaydım. Bir gazeteci olarak değil. Bir insan olarak…

        Bir insan evladı olarak.

        Neler yaşadığını, çok iyi biliyorum, ki bunları da zaman zaman yazmaya, anlatmaya çalıştım.

        Ki anlatmaya çalışırken de, yine sürekli “Sen yalakasın”, “Sen uyduruyorsun” gibi laflara maruz kaldım.

        Şöyle ki:

        Pars hastalandığı günden bu yana Ebru Şallı, ciddi kriz yönetmeye çalışıyor kendince bir sistem oturttu.

        Ve ayakta dimdik durup kimseye çaktırmamaya çalışıyordu.

        Ki zaten bir seneye yakın da inkar etti Pars’ın hastalığını.

        Asla kabul etmedi hasta olduğunu.

        Hastaneden oğlunun yanından çıkarken karşılaştığı ve sorduğu basın mensubu arkadaşlarımıza “Kendi kontrolüm için geldim”, “Biraz üşütmüşüm”, “Yok bir şeyim” tadında farklı açıklamalar yapıyordu.

        Daha sonra haber tamamen duyulunca Ebru yine de çok konuşmadı aslında. Yorum yapmadı.

        Ama artık önüne de geçemedi.

        Ama bu zaman zarfında sosyal medyada paylaşım yapıp normal süreci sürdürmeye çalışıyordu.

        Hiç ağlamadı.

        Yani ben görmedim o ana kadar.

        Kimseye de zor durumda olduğunu çaktırmamaya çalıştı.

        Çoğu kişinin özel hayatıyla ilgili söylediği sözlere bile duymadı…

        Hatta bana “Özel hayatımla ilgili her şeyi yazsınlar. Umurumda değil. Ama çocuğuma dokunmasalar” diyordu.

        Evet…

        Çocuk ve hastalık…

        Adı üstünde.

        Neyse bu zaman zarfında çocuğu olan yani anne olan bazı kadınlar “Reklam yapıyor”, “Ebru üzülüyormuş gibi yapıyor ama yok böyle bir şey”, “Oğlunun hastalığını bile kullanıyor” gibi gibi yorumlar yaptı.

        Beni bile arayıp söyleyenler vardı.

        Evet evet.

        Çoğu ile kavga ettim.

        Bakın ben anne değilim.

        Çocuğum yok.

        Empati kuramayabilirdim.

        Ki çok normal.

        Ama bazı annelere karşı empati kurup anlatmaya çalıştım. Onların derdi “Neden paylaşım yapıyor, madem acısı var” oluyordu.

        Yok yok anlatamadım.

        Bazı insanlar gaddar.

        Acıyı gözyaşıyla görmek istiyorlar.

        "Perişansa bunu da göstersin sosyal medyada” diyorlar.

        Ne komik!

        Sosyal medya hayatları…

        Ve Allah bu kadınlara neden çocuk vermiş hep sorguladım.

        Hala da sorguluyorum kimse kusura bakmasın.

        Hatta çoğu gazeteci arkadaşlarımla da tartıştım. Hatta ilk zamanlar çoğuna da “Ne hastalığı yok hastalık” diye ben de yalan söyledim.

        Ve çoğu zaman “Aşk-meşk yazın ya ne hastalığı. Çocuğunun hastalık haberini yapınca ödül mü kazanacaksınız. Varsın bu hastalık haberini de yapmayın” diye dil döktüm.

        Belki meslek etiğine uymuyor ama bu benim doğrum kusura bakmayın.

        Bir çocuğun hastalığının haberi de batsın…

        Yapılmayıversin ne olmuş yani!

        Ben gazetecilik hayatım boyunca asla hastalık haberi yapmadım.

        Gerçekten yapılmasını da hiç anlamıyorum.

        Ve bir gece Ebru’yu ilk kez ağlarken gördüm.

        O da zorla “Hadi gel biraz değişiklik olsun” diye götürdüğümüz Deniz Seki sahnesi sonrasında.

        Deniz ilk kez sahne sonrası yanımıza geldi. Kimseler kalmamıştı People'da.

        Bizden başka.

        Ebru, Deniz’in elini tuttu. Ve ağlamaya başladı.

        Ama nasıl ağlamak.

        Belki de gerçekten acı çekmiş bir kadına yani Deniz Seki’ye kendi duygusunu aktarmaya çalışıyordu.

        Gerçekten ayakta zor duruyordu.

        İnanın o an şok oldum.
        Bir kadının, ünlü bir kadının, bir annenin o an çektiği acıya gerçekten şahit oldum.

        O an belki Deniz Seki bile anlamamıştır olayı ciddiyetini.

        Çünkü o ana kadar çocuğunun hastalığı konuşulmamıştı.

        Hatta Deniz o an duydu hastalığını.

        Neyse uzatmayacağım Ebru Şallı bu durumu gerçekten kimseye çaktırmamaya çalıştı.

        Peki Ebru Şallı bunu neden yaptı?

        Diğer oğlu için.

        Ve Pars için.

        Ebru’nun büyük oğlu Bero uzun süre bilmedi kardeşi Pars’ın hastalığını.

        O yüzden ki, gazetelerde çıkan haberleri hep yalanladı ilk başlarda.

        Ve hastalığın ciddi boyutta olduğu duyulursa Pars’ın daha fazla etrafındaki kişiler tarafından “Ah ah vah vah” durumunu yaşamamasını istedi.

        Hayatta davranışlar herkesin aynı olmuyor.

        Bazıları “Ah ah yavrum”, “Vah vah yavrum” derken bazıları da “Normal” bir süreç olarak geçirmeye çalışabilir.

        Ebru’da ikinci yöntemi sürdürmeye çalışıyordu.

        Çok kez, hastane odalarında, kapılarında hiç bir şey yokmuş gibi ağlarken fotoğraf paylaşıyordu.

        Pilates videoları paylaşıyordu.

        Durumu idare etmeye çalıyordu kendi açısından.

        O da belki onun güçlü durma yöntemiydi.

        Gerçekten buna çok kez şahit oldum.

        Ve işte önceki gün vefat haberi geldi.

        Eminim birçok kişi “Demek ki, doğruymuş. Kadın yalan söylemiyormuş” dedi.

        Evet gerçekten o inanmayan, empati kuramayan, acımasız kadın, annelere ve insanlara lafım.

        Gerçekten kötü yüreklisiniz.

        İnşallah Allah bir an önce sizlere akıl fikir, kalp ve sevgi verir.

        Hele ki, şu geçtiğimiz korkunç günlerde bir an önce beyin verir.

        İnsanların hayatlarını sosyal medya paylaşımları ile değerlendirmeyin…

        Neyse.

        Gerçekten Allah sizlere bir an önce yardım etsin…

        Başka ne söylenir ki!

        Hayatta ölümden başkası yalan işte…

        Tekrar güle güle Ponçik…

        Yolun ışık olsun…

        Güzel suratlı bebek…

        Bazı insanlar

        -Eğer acı çekiyorsan gerçekten bağırmanı isyan etmeni istiyor.

        -Eğer acı çekiyorsan yayın yap istiyor.

        -Eğer acı çekiyorsan ağla bunu da göster istiyor.

        -Eğer acı çekiyorsan çık ekranlara anlat istiyor.

        Yani eğer sen acını, kaderini, sıkıntını içinde yaşıyorsan ama dışarıya karşı gülüyorsan doğru yapmıyorsun kardeş.

        “Yalansın sen” diyor ve öyle düşünüyorlar…

        Ben bunu bu olayda Ebru Şallı olayında birebir yaşadım. Şahit oldum.

        Yani “Kol kırılır yen içinde kalır”, “Dört duvar arasında ne yaşanır kimse bilmez”, “Aç yatıyorsan da tokmuş gibi davranacaksın” gibi laflar tarih olmuş sosyal medya dünyasında.

        Millet çıldırmış.

        İnanmak istemiyor.

        Ancak gerçekten feryat, figan ağlayıp, sızlayıp, “Açım açım” diye inlersen.

        Ya da “Oğlum hasta, ölüyor”, “Kızım bilmem ne oluyor”, demen gerek.

        Ah insanımız ah…

        Bunu gerçekten şuna benziyorum:

        Cebinde parası yok ama başkasının arabasıyla hava atan tiplere…

        Cebinde parası yok ama başkasının parasıyla dayılanan tiplere.

        Ayranı yok tahtırevanla gider s..maya hesabı gibi…

        Anlatabildim mi?

        O kadar kızgınım ki, insanımıza…

        O kadar hiddetliyim ki, bazı tiplere.

        Her türlü lafı söyleyip timsah gözyaşları döken tiplere…

        O kadar kızgınım ki!

        Anlatamamış olabilirim anlayacağınız…

        Ölüm olması gerek bazılarına aymak için

        Ölüm işte.

        Adı üstünde.

        Dünyada ölümden başkası yalan…

        İşte bazıları da ölüm olana kadar aymıyor.

        Yani bazı tipler birbirine yaşarken saygı göstermek, anlamak, konumlandırmak, empati kurmak istemiyor.

        Yapmıştır.

        Yalancıdır.

        Sahtekardır.

        O zaman bilmem ne meraklısı.

        Yok canım o şöyle, böyle…

        Deyip ölüm işin içine girince “Vah vah” deyiveriyorlar ya…

        Kardeşim gerçekten benim için almıyor artık bu tipleri…

        Asla görmek bile istemiyorum…

        Diğer Yazılar