Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Market ve arada küçük yürüyüşler ile sınırlı benim sokak ile sosyalleşmem.

        Geçen hafta ile birlikte çok uzun süredir çıkmıyordum. Ta ki, düne kadar.

        Bir çıktım amanda aman.

        Sokaklar tıklım tıklım.

        Trafik maşallah eskiyi aratmıyor.

        Trafik ışıklarında cam silen çocuklar iş başı yapmış bile.

        Hatta araba camları açılmış, müzik sesleri yükselmiş.

        Maske desen eh…

        Takan var evet ama takmayan da bir hayli fazla.

        Kısa kol kıyafetler, şortlar, elbiseler fora.

        Hatta bir değil üç-beş kişide açık ayakkabılar, terlikler falan gördüm.

        Kafamda deli sorular dolanmaya başladı:

        -Ben de bir sorun mu var?

        -Ben neyi kaçırıyorum?

        -Acaba bunalıma girdim de farkında mı değilim?

        -Hayata neden bu kadar çabuk adapte olamıyorum?

        -Hayır benim evde oturmamam mı gerekiyor acaba?

        -Ben neden evde oturuyorum?

        -Evden çıktığımda alışverişi ve işlerimi halledip koşa koşa neden eve gidiyorum? İnsanlar ciddi ciddi sohbette, gülüşüyor, havalar güzel. Kendine gel Esin…

        Gibi gibi dolanıyor deli cümleler.

        Tamam bahar geldi gevşedi gönül telleri ama Sağlık Bakanı “Aman dikkat” diyor.

        “Normal bir hayata dönmek gibi değil bu aman dikkat” diyor da diyor.

        E ben böyle duyuyorum. Yani Türkçesi bu… Anladığım bu...

        REKLAM

        Acaba bu sokakta hiç bir şey yokmuş gibi takılan ahali hangi dilde dinliyor bakanı ya da doktorları.

        Ya da gerçekten normalleşme olmuş da bana mı haber vermiyorsunuz?

        Harbi gönül koyarım. Bak şimdiden söyleyeyim.

        Sen de haklısın canım benim

        İrem Derici şu karantina günlerinin yıldızı bana göre…

        Kendini çok güzel eyliyor.

        Karantina günlerini dolu dolu geçiriyor.

        Sosyal medyadan da geri durmuyor.

        Bırakmadı kendini.

        Salmadı yani.

        Pırıl pırıl.

        Makyajını da yapıyor, kıyafetini de giyiyor. Pozlarını da veriyor.

        Oh mis! Daha ne olsun…

        Normal bir günde yaşıyor gibi.

        Helal…

        Hatta “Ben bu evden kilo almadan çıkacağım” dedi ve bunu da uyguluyor gibi.

        Görüntüsü fıstık.

        O yüzden kendisine kocaman bir helal üstü helal.

        Tabii çok görünür olunca da didikleyen de fazla oluyor.

        Malum kıskanç ve beyinsiz insan fazla..

        Hele ki, şu ara hepsi patır patır saçılıyor etrafa. Yapacak işleri yok onlarda haklı tabii.

        Ve hal böyle olunca da takipçileri didikliyor.

        En son bir İrem’in takipçilerinden biri, “Dövme yaptırma artık, vücudunu kirletme… “ gibi haddini aşan bir cümle sarf etmiş.

        Yazık zavallım. Haklı elbet.

        İşi gücü yok.

        Beyni çalışmıyor. Beyinsiz yani.

        Bir başkasının vücudundan kendini sorumlu hissediyor zavallıcık. Ne boş hayat.

        E kendini de eyleyemiyor belli ki, üretemiyor.

        Kendini böyle bir şeymiş gibi hissediyor. Yani önemli hissediyor ona buna çirkin çirkin laf sokunca.

        Yazık…

        Ne diyeceksin… E o da haklı!

        Prison Break

        Malum karantina günleri. Dizi üstüne dizi bitiyor.

        E maşallah izlemediğim dizi kalmamış.

        Ama o da ne?

        2005’te ortalığı kasıp kavurmuş bir dizi “Prison Break” vardı.

        O dönem izlemeyen, sevmeyen, bayılmayan yoktu çok iyi hatırlıyorum.

        Hatta “Nasıl izlemezsin” laflarına çok maruz kalmıştım.

        Tabii benim o dönem dizi izlemeyi bırakın eve gidecek vaktim olmuyordu.

        Magazin döneminin en janjanlı, en hareketli yıllarıydı.

        Bir diziyi kaçırmadan izlemem ne mümkün!

        O dönem bir ekranı ancak televizyona yaptığım röportajlarda görüyordum.

        Neyse yıllar geçti.

        Bir türlü izleyemedim. Bir türlü olmadı ve zaman zaman da “Amannn her sezon 22 bölüm. Bitmez bu dizi” diye erteledim.

        Ve şu anda gerçekten kendimi tebrik ediyorum.

        Çünkü şu karantina günlerine ilaç gibi geldi.

        Evet her sezon 22 bölüm maşallah…

        Ama acayip iyi geldi.

        Sanki bu sene çekilmiş gibi tazeliğini de koruyor üstelik.

        Modası geçmemiş asla sıkılmıyorum.

        En sevdiğim karakter elbette Michael Scofield…

        Tartışma su götürmez pardon…

        Şu ara en sıkı arkadaşım kendisi.

        Ve sonrasında kesinlikle Sucre. Yani Amaury Nolanco.

        Fanları bilir, tanır kendilerini.

        Sosyal medya ahalisine diziye başladığımı söylediğimde sesler yükseldi. Sevilen ve sevilmeyen karakter dökülüverdi. Ve çoğunluk “T-Bag adamım?” dedi.

        REKLAM

        Hayır kötü karakterler ne çok seviliyormuş meğer. Şaşkınım.

        Ben de kötü karakter çok sevmem. T-Bag den nefret ediyorum üstelik.

        Ve evet kötüler ölmüyor kardeşim…

        Bir kez daha son kararım.

        Yani diyeceğim şudur: Eğer dizi arıyorsanız. Bir türlü izleyemediyseniz şu ara gayet iyi gidiyor. Oyalanıyorsunuz ve zaman su gibi akıp geçiyor. E az biraz heyecanda var. Daha ne olsun ve aklınızda bulunsun…

        Diğer Yazılar