"Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü?" izlerken
Yılmaz Erdoğan’ın eseri “Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü?” izlerken sayıklayıp durdum.
Yıllar yıllar önce tiyatroda izlemiştim. Ama bu kadar sayıklamamıştım. O yıllar da hala güzel yıllardır.
Şimdi film versiyonunu Netflix’te izlerken sürekli şu cümleleri kurarken buldum kendimi:
-Eskiden insanlar ne kadar naif, kibar ve güzelmiş.
-Yıllar geçtikçe insanların ruhu da çirkinleşmiş.
-Evet evet ruhları gibi kıyafetler de çirkinleşmiş. Eskiden ne kadar temiz, pak ve güzel giyiniyorlarmış insanlar. Ki azıcık ucundan yakaladım o dönemi.
-Sadece kıyafetler mi. Eşyalar, tavırlar, konuşmalar, hal ve hareketler. Berbatlaşmış.
-Teknoloji ilerledikçe geliştikçe, televizyon kanalları çoğaldıkça hoyratlaşmış.
-O eski mahalle gibi mahallemiz vardı bizim de. Sonraları ne kötü olmuştu. Aynen “Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?” filminde olanlar gibi.
-2000'lerden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamış meğer.
Neyse efendim…
Yaş ilerledikçe, insanın gözüne daha çok şey batıyormuş meğer.
Şu ara özellikle daha çok şey batıyor ve sevimsiz gözüküyor dünya gözüme.
Filme gelecek olursak ben şahsen beğendim.
Gayet yerinde ve güzeldi.
Son yapılan Türk filmlerinde uğradığımız hüsrandan sonra iyi geldi.
Demet Akbağ'lı, “Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü?” oyununu izlerken kıkır kıkır güldüğümü yer yer hüzünlendiğimi hatırlıyorum. Filmde de bu duyguları yakaladım.
Yer yer kıkırdadım, yer yer hüzünlendim. Yer yer düşündüm.
Yormadan, sıkmadan, boğmadan izlettirdi kendini “Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?” filmi.
Baba ve kızı arasındaki diyaloğa bayıldım.
Babalar ve kızları özeldir. Şahsen ben babamla öyle bir arkadaşlık durumu yakalamıştım.
Şimdi geriye dönüp baktığımda çok kıymetli olduğunu görüyorum.
Hala da babamla bir araya geldiğimizde çatıştığımız kadar eğleniyoruz da.
Annemle de çekişiyoruz elbet. Her anne ve kız gibi.
Neyse efendim izleyin… Eve kapandığımız şu günlerde keyifli bir film izlemiş olursunuz.