Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tam da Ajda Pekkan'nın, Seda Sayan'nın sosyal medyada uyguladıkları filtreleri konuşuyorduk bir doktor arkadaşım; "Eskiden elinde fotoğraf 'Bana bu burnu yap' diye gelenler. Şimdi de 'Yüzüm böyle gözüksün' diye filtreli hallerini getiriyor" dedi.

        Bir dönem magazin eklerinden bir elbise beğenip terziye gidilir "Ben bu elbiseyi istiyorum" denirdi.

        Keza saçlar için de aynı durum vardı ve kuaföre giden kişi "Bu saç rengi olsun, bu saç modeli olsun" derdi. Bu mevzular demode oldu. Dönem filtre dönemi. Dönem sosyal medya dönemi.

        Ünlüsü, ünsüzü herkes kendini güzel görmek ve göstermek istiyor.

        Şimdi, "Aaa sen hiç filtre uygulamıyor musun" dediğinizi duyar gibiyim.

        Uygulamaz olur muyum? Tabii ki uyguluyorum.

        Ama daha ne Ajda Pekkan, ne de Seda Sayan filtresi uygulamadım Allah sizi inandırsın.

        Hatta o uygulama yok bende. Satın almadım. Geçen bir arkadaşım yaptı benim fotoğrafımı kendimi tanıyamadım. Zaten onu da paylaşmadım. Çünkü düşünsenize beni görüyorsunuz, bir de paylaştığım fotoğrafa bakıyorsunuz. Biraz da gerçekçi olmak gerek öyle değil mi? İnceltme hadiselerine de öyle bakıyorum. Yani tabii uygulansın ama şiraze kaçmadan.

        Aaa tabii evden hiç çıkmıyor, kendinizi göstermiyorsanız yapın tabii. En alasını... Yani fotoğraftaki kişi ile sokaktaki kişinin arasında uçurum olmasa pek güzel tabii. Ama kimse bu detayı umursamıyor artık. Sosyal medya, sokaktaki hallerinden daha önemli bazılarının.

        Mesela Ajda Pekkan, zaten harika gözüküyor. O yaşta böyle fıstıklıkta olması ile bir mucize ve alkışı hak ediyor. Sahnedeki hallerini böyle abartı bir filtre ile paylaşmak bana tuhaf geliyor. Keza kendisini o an canlı canlı izleyenler filtresiz hallerin paylaşıyor. Ki orada tezatlık oluşuyor.

        Kadınların hüznü

        Kadınların hüznü
        0:00 / 0:00

        Bayramda bir günü Prenses Diana ve Marilyn Monroe ile geçirdim.

        Netflix'te Prenses Diana'nın üç günlük bir Noel kutlaması sırasında, bir yandan kraliyet ailesindeki yerini bulmak bir yandan da kocasının ilişkisini kabul etmek için geçirdiği mücadeleyi anlatan "Spencer"i ve Marilyn Monroe'nin hem başarıyla hem de kalp kırıklıklarıyla dolu bir hayatın gizli kayıtlarının detaylarının anlatıldığı "Kasetlerdeki Sırlar"ı izledim.

        İki kadın.

        İki hayat.

        İki farklı ortam.

        İki yalnızlık izliyorsunuz.

        İki kadın da ölümsüz. Ve ölümünün üzerinden kaç sene geçerse geçsin tüm dünya konuşup, severken onlar sadece bir kişiden sevgi dilenmişler.

        Prenses Diana kocasından.

        Marilyn Monroe aile sevgisinden.

        Ne acıdır ki, bunu öyle yüreklerinde hissediyorlar ki, ciddi acılar çekip bundan kurtulamamışlar. Oysa ki, "Dünya sizi seviyor, izliyor bırakın artık geçmişi" demek geliyor insanın içinden. Ama öyle olmuyor işte.

        O yüzdendir ki, bilir kişiler çocuklukta yaşanan her şeyin ilerde hayatları ne kadar etkilediğini belirtiyor ki, yüzyıllarca konuşulacak Marilyn Monroe'da bunu çok net görüyorsunuz.

        Anne-baba ve tabii aile olma isteğini.

        Bu iki filminde çok ortak noktası var. Bir kadının sevilme, aşkı arama, yer bulma çabasını. Şöhret var. Zenginlik var. Ün var. Ama derinlerde kocaman bir boşluk ve yalnızlık onları hiç yalnız bırakmamış. O da "Sevgi" ki hayattaki en büyük ilaç ve iyileştiren şey de "Sevgi" olduğunu bir kez daha görüyor ve izliyorsunuz.

        Beni bu iki filmde en etkileyen sahnelerden biri de tabii ki yalnızlıklarının anlatıldığı anlardı. Fakat ne zaman görsem, ne zaman izlesem Marilyn Monroe'nin son fotoğrafına baktığımda her zaman için cız ediyor. Evinde intihar ettiği anın tek bir karesi. Dünya starısın yatak odasında tek bir yatak. Başında bir lamba. Ve yerlerde torbaların göründüğü an hep beni üzmüştür. Filmde bunu bir kez daha görüyorsunuz ve içiniz gerçekten cız ediyor. Dünyanın aşık olduğu kadının üzerine kayıtlı tek bir evinin yatak odasında hayatını sonlandırması. Şaşadan uzak dağınık bir odada.

        Soğuk ve yalnızlık içinde bu dünyadan göçüp gitmesi her zaman derinden yaralayacak.

        Keza Diana'nın da ölüm şekli. İKi muhteşem kadına iki yakışmayan ölüm ile hayatı bir kez daha sorguluyorsunuz.

        Şu meşhur ikonik elbise

        Şu meşhur ikonik elbise
        0:00 / 0:00

        Marilyn Monroe'nin her filmi, her kitabı çıktığında günlerce konuşuluyor elbet.

        Ama bu hafta Marilyn Monroe'nin şu meşhur ikonikleşmiş kıyafetini de konuştuk. Kenndy'nin doğum gününde sahnede giydiği özel kostümü. Ki filmde bu sahneyi de izliyorsunuz. Bu hafta gündemdeydi bu elbise çünkü MET Gala'da Kim Kardashian giydi maalesef.

        Maalesef diyorum Marilyn Monroe'nin 1962 yılında giydiği bu elbiseyi giyecek biri varsa o da Kim Kahdashian değildi elbet. Zaten tüm moda dünyası eleştirdi.

        Bana göre "Kim giyerse giysin bir Marilyn de olamaz" ama kimse giymeyip sadece hafızalarda Marilyn Monroe'nun üzerindeki muhteşem haliyle kalsaydı.

        Diğer Yazılar