Fikir ayrılığı mı?
İlk yıllarında AK Parti hükümetlerinde önemli danışmanlıklar yapmış, halen de iktidar partisinin güç merkezlerine çok yakın olan ve partinin iç dinamiklerine hâkim bir dostum aradı sabah sabah.
“Hafta sonu için İstanbul’a geldim. Gazetedeysen uğrayayım, o taraflardayım” dedi.
Şansa bak ki gazetedeyim.
“Hemen gel; çünkü öğlen çıkacağım” dedim.
“Ben de cumaya gideceğim zaten. Merak etme fazla kalmam, sizin cuma buluşmalarınızı biliyorum. Kaçırmazsın” dedi gülerek.
Biraz Ankara dedikodusu anlattı.
Ben sordum, o da bildiklerini söyledi.
“Bugün Sabah Gazetesi’nde Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında kabine değişikliği konusunda bir fikir ayrılığı olduğu yazıyor. Var mı böyle bir fikir ayrılığı?” diye sordum.
“Benim böyle bir duyumum yok. Binali Bey ile Beyefendi arasında bir fikir ayrılığı olacağını hiç zannetmiyorum. Bunca yıldır bir kez fikir ayrılıkları oldu. Sayın Cumhurbaşkanı, Binali Bey’i İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı yaptığı zaman böyle bir durum oldu. Çünkü Binali Bey o adaylığı hiç istemiyordu. Buna rağmen Sayın Cumhurbaşkanı söyleyince kabul etti. Binali Bey itirazı varsa söyler, ama bunu asla bir fikir ayrılığına dönüştürmez. Son kararı Tayyip Bey’e bırakır ve bunu bir mesele haline getirmez. Detay bilmiyorum ama aralarındaki hukuku bildiğim için aralarında bir fikir ayrılığı olduğunu hiç zannetmiyorum.”
“Yani hükümet değişikliğinin gecikmesinin nedeni bu değil mi?”
“Bana sorarsan alakası yok. Hükümet değişikliğinin gecikmesinin asıl nedeni Katar krizi. Katar’da yaşanan gelişmeler Türkiye açısından zannettiğinizden daha önemli. Bu yüzden de şu anda oraya odaklanılmış durumda. Kabine değişikliği bu yüzden gecikti...”
“Hükümette yapılacak değişiklik konusunda Cumhurbaşkanı ile Başbakan farklı düşünüyormuş diyorlar.”
“Öyle şey olmaz. Cumhurbaşkanı artık AK Parti’nin de genel başkanı. İstişare olur ama kararı Sayın Cumhurbaşkanı verir. Binali Bey de buna asla itiraz etmez. Fikrini söyler, kararı Sayın Cumhurbaşkanı’na bırakır.”
“Ali Babacan kabineye girecek diye bir dedikodu var. Cumhurbaşkanı’yla da bir görüşme yaptı.”
“Bunu ben de duydum. Dünyaya bir mesaj verilmek için Ali Babacan kabineye girebilir diyorlar ama bana sorarsan kesin değil. Çünkü Ali Babacan kabineye girerse, 3 belki 4 bakanlıkta daha değişiklik yapmak gerekecek deniyor. Bu da çok istenen bir şey değil. Kararı Sayın Cumhurbaşkanı verecek.”
“Kabinede kimler kalıcı kimler gidici?”
“Kesin bir şey yok. Ama bazı bakanların eski görevlerine döneceği, yani bakanlıklar arasında yer değişimi olacağı söyleniyor. Bazı bakanların da fazla yumuşak bulunduğunu biliyorum. Çok köklü bir şey beklemesin kimse...”
YESİNLER SİZİN GİBİ MUHAFAZAKÂRI
Bazıları Şeytan’ın tuzağına balıklama atladı ve Arda’yı savunmaya başlayıp “Evet dediği için başına bunlar geldi” demeye başladı.
Yeni Türkiye’de en olmadık şeye bile bir anda siyaset kılıfı geçirmek çok kolay hale geldi.
Oysa konunun ne “Evet”le ne “Hayır”la alakası olduğunu zannetmiyorum.
En azından benim için yok.
Ben sanatçıların, sporcuların, fikir önderlerinin hangi yönde olursa olsun fikirlerini açıklamalarından her zaman memnuniyet duydum.
Arda ve diğerleri de fikir açıklarken asla eleştirmedim.
Tek eleştirim, bu kampanyanın başkalarını da zorlamasınaydı. “Sen de açıkla” demesineydi.
İşin garibi Arda’yı savunmaya geçenlerin kendilerini “muhafazakâr” olarak tanımlayanlar arasından çıkması.
Bu nasıl muhafazakârlık ki, bir büyüğüne ana avrat küfredilmesini “doğru ve haklı” bulabiliyor.
Bu nasıl bir muhafazakârlık ki, ramazan günü aile değerlerine alenen sövülmesini “savunabiliyor”.
Bu nasıl muhafazakârlık ki, “büyüklere” saygısızlığı, “Evet”in arkasına sığındırabiliyor.
Bazıları da diyor ki, “Baban yaşında adam” denmesi doğru değil.
Hadi canım siz de...
Tabii ki doğru. Bizim kültürü-müzde büyüklere saygı diye bir şey vardır.
Yaşça hayli büyük biriyse ağır bir laf söylese bile ona el kaldırmazsınız.
20 yaşında bir çocuk, haklı bile olsa 70 yaşındaki bir adamı dövmeye kalkarsa 20 yaşındaki iki delikanlının kavgasıyla aynı şey midir bu!
Bırakın saçmalamayı.
EŞEK VE SEMER
Milli Takım kampında meydana gelen olaylar ve sonrasında Arda’ya yönelik saldırılarda Arda’yı savunan tek kalem ben olmuştum, arşivi açın okuyun.
Bugün hâlâ o konuda Arda’nın haklı olduğunu savunuyorum.
O günlerde Arda’yla uzun uzun konuşmuşluğum, kendisine “itidal” tavsiye etmişliğim vardır.
Benim bugün Arda’ya kızmamın nedeni, hesabını doğrudan doğruya muhataplarıyla değil, bir gazeteci üzerinden görmesinden kaynaklanıyor.
Terim’in yakınlarına, Bülent’e, Hande’ye ve hatta Terim’e kızgınsan onları hedef alırsın.
Bilal Meşe’ye saldırdıktan sonra Hürriyet Spor’a anlattıklarını, kimseye saldırmadan anlatırsın.
Olaydan sonra basın toplantısı yapmazsın, olay çıkarmadan basın toplantısı yapar ve “Bu nedenlerle Milli Takım’ı bırakıyorum” der, nedenlerini sıralarsın.
Öfkene gerçekten hâkim olamıyorsan ve ille de birini yumruklayacaksan Bülent’i, Terim’i ya da Federasyon Başkanı’nı yumruklarsın.
Türkçe’deki güzel deyişle “Eşeğini dövemediğin için semerini dövmezsin”.
Arda’yı peş peşe kınayan sözde basın kuruluşlarına gelince.
Vedat Danacı, Volkan tarafından tehdit edildiğinde çıtınız çıkmadı.
Tehdit ve saldırılar çok fazla ortalık yerde olunca mı kınamak aklınıza geliyor.
Siz de beş para etmez, ikiyüzlü teşkilatlarsınız.
Bilesiniz!
YIKILMADI AYAKTA
Çevre ve Şehircilik Bakanı, “En büyük yolsuzluklar imar yoluyla yapılıyor” dedikten sonra iki kenti işaret etti.
İstanbul ve Ankara.
İnsanı ister istemez gülümseten bir durum.
Cumhurbaşkanı da “Gerekeni yapın, gerekirse yıkın” diye desteğini açıkladı.
Bu da gülümseten bir durum.
Bu imar meselesi öyle bir mesele ki, Türkiye’nin güçlü adamının bile gücü yetmiyor bazen.
Mesela Cumhurbaşkanı’nın yıllar önce “Tıraşlanacak” dediği iki bina vardı İstanbul Kazlıçeşme’de..
Silueti mahveden, tarihi yarımadanın üzerine kâbus gibi çöken.
Aradan 4 yıl falan geçti.
Ben tıraşlanan bir şey görmedim.
“Dikey yapılaşma olmasın” dedi mesela.
Gelip bir görsün Kâğıthane ve Ayazağa’yı.
Yolu izi olmayan bölgelerde birbirinin içine yığılmış kat kat binalar yükseliyor.
Cendere’nin çevresi Ayazağa’dan başlayan felaket bir yapılaşma içinde.
Kennedy Caddesi yani Sahilyolu artık sahil yolu değil.
Yeşilköy-Bakırköy arasında artık denizin önünde binalardan oluşan dev bir duvar var.
Giderek de uzuyor. “Gerekirse” yıkmaya başlarsak emin olun İstanbul’daki iş makineleri yetmez bu rezaleti ortadan kaldırmaya...
Ne zaman adam oluruz?
Yol bulmanın yolu yolsuzluktan geçmediği zaman.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce