Zaten yarım ağızla istedik
2024 Avrupa Şampiyonası’nı düzenleme hayalimiz suya düştü.
Son adaylığımızda yine bir Avrupa devi Fransa ile çekişmiş, Platini’nin başkanlığına rağmen tek oy farkla, 7’ye 6 kaybetmiştik.
Bu sefer fark daha büyük.
Türkiye diyen 4 kişi var, Almanya diyen 12.
Son birkaç haftadaki gelişmeler, sonucun böyle olacağını gösteriyordu.
Almanya’da bu turnuvaya kamuoyu desteği olmamasına rağmen organizasyon Almanya’ya verildi.
Ama dediğim gibi şaşırtıcı değil.
Farkın bu kadar büyük olmasının nedeni ne biliyor musunuz peki?
Ben size söyleyeyim, Türkiye zaten bu turnuvayı düzenleme arzusunu son birkaç ayda kaybetmişti.
Ekonomideki gelişmeler, kimi yatırımların durdurulmasına yönelik alınan kararlar arasında “Yahu şimdi bu işi de başımıza sarmayalım” havası egemen olmaya başlamıştı.
Bazı statların yenilenmesi, organizasyon için harcanacak birkaç milyar dolarlık bütçe Türkiye’nin bugünkü koşullarında çok uygun görülmüyordu.
Bu yüzden de Türkiye son dönemde bu işe fazla asılmadı.
Oluruna bıraktı.
Oluruna bıraktırıldı.
Bu nedenle de fark büyük oldu.
***
Yiğitliğin onda dokuzu kaçmak mıdır!
Can Dündar, Ahmet Hakan’ın eleştirisine yanıt vermiş.
Eleştiri dediğim, Ahmet Hakan Coşkun, Can Dündar’ın “Basın toplantısında Erdoğan’a soru soracağım” şeklindeki halkla ilişkiler girişimine yönelik olarak, “Almanların kucağında oturup kahramanlık yapamazsın, yiğit olamazsın” gibisinden bir şeyler söyledi.
Can Dündar da Ahmet Hakan’a cevaben “Sürgündeyim” dedikten sonra “Tahir Elçi’ye aslan, iktidara kedi olanlar yiğitlik mevzuuna hiç girmemeli” diye çakmaya çalışmış.
Aralarına girecek halim yok.
Ancak Can Dündar’ın “Sürgünde” olduğunu düşünmüyorum.
Her ne kadar “Yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır” şeklinde bir özlü sözümüz olsa da, gerçekte “kaçan” yiğit olmaz.
Can Dündar kaçmıştır. Kaçaktır. Sürgün başka bir şeydir, kaçmak başka bir şey.
“Hapse mi girseydi!” diyenler olabilir.
Bu ülkede yüzlerce, binlerce fikir adamı, bu ülkeye hizmet etmiş adam gitti.
Hiçbiri kaçmadı.
Gidip sağda solda bu ülkeyi karalamaktansa bırak kaçmayı, dışarda olanlar bile memleketine geri döndü.
Kaçanların kimler olduğunu bugün hepimiz biliyoruz, görüyoruz.
Neler yaptıklarını da izliyoruz ibretle.
Üstelik de kendi kaçarken, Enis Berberoğlu’nu “yakmaya yönelik” bir kitabı da yayınlamaktan geri durmayan Can Dündar’ın ne Ahmet Hakan’a ne de bir başkasına verecek yanıtı yoktur.
Ahmet Hakan yiğitlikten bahseder veya bahsedemez bilmem.
Ama burada kararı Can Dündar’ın veremeyeceği açıktır.
***
Fotoğrafik malzeme değilim!
Ertuğrul Özkök, son yıllarda kendini pek bir beğenir oldu.
Sıkıntı yok.
İnsan kendini beğenmekte özgür.
Bu yüzden olsa gerek, hem sosyal medyasında hem köşesinde bolca “Otofotoğrafını” kullanıyor.
Her yerde poz veriyor, her yerde fotoğraflarını çektiriyor.
Bunları da köşesine koyuyor.
Kimi gün köşesinde 6 fotoğrafını kullandığına tanık olduk.
O kadar çok kendi fotoğrafını çekiyor ve çektiriyor ki, eğer seyahatte birlikteysek insana fenalık geliyor.
Sonra da bu fotoğraflardan bazılarını köşesine koyuyor.
Gazetecilerin grup halinde gittiği yerlerde de ille bir “Enstalasyon” yapıyor.
Sen şurada dur, o burada dursun, sen biraz geri git, sen bacağını öne uzat, sen zıpla, sen eğil gibi. (Dün kullandığı fotoğrafta meseleye ne kadar gönülsüzce dahil olduğunu görenler anlamıştır zaten)
Yaşına hürmeten herkes de katlanıyor.
Ben bazen “Abi b.kunu çıkardın” diyorum ama etkisi yok tabii ki.
Ancak benim Sevgili Ertuğrul Özkök’ten bir şahsi ricam var.
Lütfen benim içinde olduğum fotoğrafları köşende veya sosyal medyanda kullanma, olur mu!
Buna çok meraklı olsam benim de bir köşem var. Kendi fotoğrafımı burada kullanabilirim.
Hele bir de o mu şık, buna mı yakışmış gibi saçmalıklara gerçekten hiç ama hiç ihtiyacım yok.
Ne moda ikonu olma niyetim var ne de böyle şeylerden hoşlanıyorum.
Daha da kötüsü bir de bu anı fotoğraflarını sosyal medyanda paylaşıp, beni ve hatta kendini sosyal medya kötücüllerine malzeme yapıyorsun.
Bana ne oradaki kötü kalpli insanlardan.
Ne hakkın var kinlerini kusmalarına beni malzeme etmene.
Sen bundan zevk alıyor olabilirsin.
Ama ben hiç hoşlanmıyorum.
Ben kılık kıyafetimin değil, iyi veya kötü fikirlerimin, yazdıklarımın tartışılmasını istiyorum.
Kusura bakma abi, 25 yıla yaklaşan bir arkadaşlığımız var.
Yazdıklarım, düşüncelerim, fikirlerim hakkında istediğini yaz, söyle, eleştir hatta hakaret bile et.
Ama fotoğraf bile çektirmekten hoşlanmayan ve hatırın için orada poz veren beni fotoğrafik malzeme yapma.
***
Değer meselesi
Dün okuduğum bir haber beni çok üzdü.
Çinli bir yatırım şirketi, Türkiye’de yatırım yapmak için bir fon ayırmış.
150 milyon dolarlık bir fon.
Ve bu parayla Türkiye’de satın almak istedikleri yatırımlar arasında Taksim ile Maçka arasındaki Hyatt Otel de varmış.
Kimileri “Niye üzüldün, bak Çin Türkiye’ye yatırım yapıyor” diyecektir.
Tamam haklısınız.
Çin’in Türkiye’ye yatırım yapması güzel de, İstanbul’un en güzel yerlerinden birindeki bir oteli de yatırımları arasına katmak isteyen bir yatırımcının 150 milyon dolarla gelmesi üzücü değil mi?
Sadece bu otel bile o paradan çok daha fazla eder bana göre.
Ama dışardan bakınca bu kadar değersiz mi görünüyoruz!
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kötülüğün daha fazla kötülük doğurmaktan başka işe yaramadığını anladığımız zaman.