Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hepinizden binbir özür dileyerek, kendimle ilgili bir meseleye açıklık getirmek istiyorum.

        Kiminiz duydunuz gördünüz, kiminizin haberi bile olmadı belki de.

        Ben yine de anlatayım.

        Yazmıştım, Cumartesi akşamı gıda zehirlenmesi yaşadım ve hastanelik oldum.

        Gittiğimiz seyahatte benimle aynı yemekleri yiyen eşime ise o gün bir şey olmamıştı.

        Ancak İstanbul’a döndükten sonra, Pazartesi öğle saatlerinde o da zehirlenme belirtileri göstermeye başladı.

        Belirtilerin neler olacağını tahmin edebilirsiniz.

        Geceyi zor geçirdik. Hastaneye gitme önerimi ise "Geçer" diyerek reddetti.

        Ancak sabah saatlerinde durumu iyice kötüleşti ve tansiyonu düştü.

        Nihayetinde sabah 9.00 sıralarında fenalaşarak bilincini yitirdi.

        Hemen yakındaki bir hastaneyi arayarak durumu anlattım. Hayati tehlike olabileceğini söyleyerek hemen hastaneye getirmemi istediler.

        Bunun üzerine gazetede beni bekleyen otomobilimi çağırarak “Hande çok kötü, acil hastaneye gitmemiz lazım. Eve yaklaşınca beni arayın, aşağı inelim” dedim.

        Yoğun trafik nedeniyle yaklaşık yarım saat sonra “Yaklaştık, 3 dakika sonra evin önündeyim. İnebilirsiniz” deyince eşimin koluna girip asansörle aşağıya inerken, eşim asansörde yeniden bayıldı.

        Eşim kucağımda kapının önüne çıktığım zaman otomobili göremedim ve şoförümü aradım.

        “Fatih Bey, kapıdaki trafik polisi durdurmadı. 'Hasta var' dediğim zaman da umursamadı. Ben de devam etmek zorunda kaldım” dedi.

        Baygın durumdaki eşimi apartmanın önündeki merdivenlere oturttum. Yakındaki bir dükkanın sahibi ise yanımıza gelerek eşimi tuttu ve ben de izin almak için görevli memurun yanına gittim.

        “Memur Bey, eşim çok hasta ve acilen hastaneye yetiştirmem lazım ancak aracımın burada durmasına izin vermemişsiniz. Müsaade ederseniz hemen gideceğiz” dedim.

        Aldığım yanıt “Kardeşim burada durmak yasak” oldu.

        “Bana kardeşim diyemezsiniz. Tahminen babanız yaşındayım. Baygın durumda bir kadından bahsediyorum. Bir dakika izin verseniz ne olur, kadın ölsün mü” dedim.

        “Hastayı hastaneye götürecekseniz ambulans çağırın. Ambulans gelirse durabilir” yanıtını aldım.

        “Bu trafikte ambulansın buraya gelmesi ne kadar sürer farkında mısın? Ayıp bu yaptığın” dediğimde, “Beni ilgilendirmez. Ambulans çağırın” dedi.

        Ben de kendisine “Üniforma ile polis olunuyor ama üniforma ile insan olunmuyor. Vatandaşa yardım edeceğinize zorluk çıkarıyorsunuz” dedim.

        Bu arada sinirden elimin ayağımın titrediğini tahmin edebilirsiniz.

        “Eşimin kılına zarar gelirse senden şikayetçi olacağım” diyerek polis üniformasını ego tatmini için kullanan bu kişinin yanından uzaklaşırken, öfkeyle saydırdım.

        O sırada hemen hastaneyi arayarak bir ambulans istedim.

        Kamu hizmeti yapan bir polis demeye dilimin varmayacağı kişiyi de orada bulunan amirine şikayet ettim.

        “Bu gençlere insanlık öğretin lütfen” diyerek durumu aktardım.

        Amiri de “Şoförünüz direnince böyle olmuş. Gelsin hemen” dedi. O görevliden de şikayetçi olmamamı rica etti.

        Daha sonra 40 dakika kadar ambulans bekledik ve en sonunda trafiğin tıkanık olmasından istifade ederek evin önünde zaten durmak zorunda kalan kendi aracıma eşimi koyarak hastaneye götürdüm.

        Günü hastanede geçirdik ve akşam program yapmak için eşimin yanından ayrıldım.

        Bütün bu anlattıklarımın telefon kayıtları ve ambulans ve hastane ile mesajlarımız telefonumda aynen duruyor.

        En sevdiğiniz iki insandan birinin canının tehlikede olduğunu düşündüğünüz bir anda “Ben sinirlenmezdim” diyeniniz var ise onu kutlarım.

        Bunlar yaşanırken oradaki birisi görüntüleri videoya almış.

        Ama tabii merdivenlerde yarı baygın bekleyen eşimi değil.

        Daha sonra tartıştığım kişiye giderek “Arkandan küfür etti. Sen duymadın ama bende görüntüler var. İstersen tanık da olurum” demiş. Daha sonra da bu görüntüleri her yere yollamışlar.

        Ancak herkes bilir ki, hayatımda bir gün işini yapan birine hakaretim olmamıştır.

        Tek bir kamu görevlisi ile kendimle ilgili bir nedenle tartışmışlığım yoktur.

        Bir tek kamu görevlisi çıksın da desin ki, “Fatih Altaylı bizden şunu istemiştir”

        Yoktur.

        Böyle bir konu ile ilgili başınızı ağrıttığım için özür dilerim.

        NOT: Bu anlattıklarımın tamamına caddede dükkanı olan esnaf, çiçekçi, herkes tanıktır.

        ***

        Gündem farkı

        Pompeo önce Suudi Veliahtla görüştü, ardından Türkiye’ye geldi.

        Veliahtla yaptığı görüşmenin fotoğraflarına bakarsak, pek de öyle Amerikan vatandaşı da olan bir gazeteciyi öldürten bir liderle konuşuyormuş gibi bir havaları yok. Bekliyor muyduk?

        Hayır!

        "Başkan Trump ülkesine para yağdıran Suudileri harcamaz" demiştim ama bir şeyi unutmuştum, Hakan Akbaş hatırlattı.

        Aynı Trump adaylığı sırasında Suudiler ile ilgili olarak “Benden çok daire aldılar. 40-50 milyon dolar harcadılar. Onları niye sevmeyeyim. Onları çok severim” de demişti.

        Oradan bir şey beklemeyin.

        Pompeo, Suudilerden sonra Türkiye’ye de geldi.

        Ne görüştüklerini detaylı bilmiyoruz ama ABD Dışişleri Bakanlığı “Serkan Gölge’nin de aralarında bulunduğu diğer tutuklu veya yargılanmakta olan ABD vatandaşlarının durumunu ele aldıklarını” açıkladı.

        Bu da beni 28 Temmuz’da yazdığım bir yazıya götürdü.

        O günkü yazımda ABD Dışişleri’nin “Yurt dışında haksız yere tutuklu” vatandaşları arasında Serkan Gölge’yi de saydığını ve FETÖ üyesi olmaktan 7,5 yıl hapse mahkum olmuş bu kişinin de ABD tarafından gündeme getirilmesi ihtimalini belirtmişim.

        Lafın kısası, ABD ile bizim karşılıklı gündemlerimiz ve beklentilerimiz çok farklı.

        Bu iki gündemi üst üste oturtmak zorunda olanlara Allah kolaylık versin.

        Hele bu denge farkına rağmen.

        ***

        Suudiler beni yanıltmaz

        Dün Suudi Arabistan’a saydırınca okurlar farklı tepkiler gösterdi.

        Kimi “Ağzına sağlık” dedi, kimi “Suudiler dostumuzdur” dedi, kimi ise “Yönetimlerine kızabilirsin ama Suudi vatandaşları iyi insanlardır” dedi.

        Doğru söylüyorlar da benim bahsettiğim Suudi vatandaşları değil ki!

        Vahabi Suud hanedanı ülkeyi ele geçirene ya da ülke İngilizler tarafından bunlara verilene kadar Suudi Arabistan son derece makul bir İslam ülkesi idi.

        O insanlar hâlâ orada.

        Ama mesele yönetim ve biz o yönetimle dost olamayız diyorum ben.

        Zaten hanedanda bile ana tarafından Türk kanı taşıyanlar da tasfiye ediliyor bildiğiniz üzere.

        Dünkü yazımın haklılığı ise dün bir kez daha ortaya çıktı.

        Suudi yönetimi Suriye’deki PKK/YPG terör örgütüne 10 milyon dolar yardım yapacağını açıkladı.

        Benim kastettiğim Suudi Arabistan bu.

        Sokaktaki Suudi vatandaşları değil.

        ***

        Konsolosu yargılayabilir miydik!

        Konutunda hunharca bir cinayet işlendiği iddia edilen Suudi Konsolosun elini kolunu sallayarak ülkesine dönmesi epey bir öfke yarattı.

        Kimi "Dokunulmazlığı var” diyor, kimi ise “Ne dokunulmazlığı canım” diyor.

        Ben de bu durumla ilgili ceza hukuku profesörü Ersan Şen’in verdiği bilgileri aktarayım da, kafamızdaki karışıklık gitsin dedim.

        Ersan Hoca şöyle diyor:

        "24.04.1963 tarihli Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesine göre büyükelçilik ve elçilik binaları ile büyükelçi, elçi ve diğer elçilik çalışanlarının tam bir dokunulmazlığı olduğu halde, başkonsolosluk ve konsolosluk binaları ile başkonsolos, konsolos ve diğer konsolosluk çalışanları bakımından tam dokunulmazlık öngörülmemiştir.

        Bu binalar, gönderen devletin toprak parçası olmadığından ve sadece yargı/müdahale dokunulmazlığına tabi olduğundan, bu yerlerde işlenen suçlar ve hukuka aykırılıklar hakkında Türk kanunları tatbik edilir.

        Sözleşmenin 41. maddesinin 1. fıkrasında, ağır cezalık suçlarda konsolosluk memurlarının gözaltına alınmalarının ve tutuklanmalarının mümkün olduğu ancak ağır cezalık işler dışında kalan suçlar yönünden dokunulmazlığın bulunduğu, aynı maddenin ikinci fıkrasında da dokunulmazlığın kaldırıldığı asliye cezalık suçlar bakımından da yalnızca kesinleşmiş mahkumiyet kararının uygulanması halinde konsolosluk memurunun hapsedilebileceği ifade edilmiştir.

        Başkonsolosluk binasında gerçekleşen kasten insan öldürme veya insan kaçırma suçunun işlendiği iddiası, konsolosluk görevinin ifası kapsamına girmeyeceğinden, hakkında şüphe bulunan konsolosluk memuru veya hizmetlisi yönünden sözleşmenin “Yargı bağışıklığı” başlıklı 43. maddesi değil, “Konsolosluk memurlarının kişisel dokunulmazlığı” başlıklı 41. maddesi uygulanacak olup, dokunulmazlık gündeme gelmeyecektir.

        Prof. Ersan Şen’in söylediğinden benim anladığım şudur:

        Konsolosu tutuklayamazdık ama suç işlediği ile ilgili deliller elde edersek yargılayabilirdik.

        Yargılama sonucu suçlu çıkması halinde ise hapse atabilirdik.

        Ama zaten o “yarı açık cezaevine” gitti ve muhtemelen kendi rejimi tarafından ortadan kaldırılacaktır.

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Linçe bahane aramadığımız zaman.

        Diğer Yazılar