Önce soruştur
Yine bir tren kazası.
AK Parti iktidara geldikten sonra benim uzun yıllardır hayalini kurduğum bir işe öncelik vermiş gibi görünüyordu.
Trenlere.
Ben hep trenin “medeniyet” olduğunu düşündüm.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gibi bir demiryolu hamlesi yapılacak, Türkiye medenileşecek, karayolu taşımacılığının ağır külfetinden kurtulacak, çevreye daha saygılı bir ulaşım ağımız olacak, ekonomimizin sırtındaki enerji yükü azalacak diye hevesleniyordum.
Sonra meşhur Pamukova kazası oldu.
Sonrasında tren yolu hamlesi biraz yavaşladı sanki.
Duble yollar falan alışageldik yaklaşım ağır bastı.
Yine de iyi işler yapılmaya devam ediliyordu.
Beklediğim hız ve şevkle olmasa da…
Ardından bu yıl Çorlu’daki kaza.
Şimdi de 9 kişinin canına mal olan dünkü kaza.
Açık söyleyeyim, beni kaygılandıran kaza değil.
Almanya’da da tren kazası oluyor.
Beni kaygılandıran sonrasındaki gelişmeler.
Anında “demiryolu uzmanı” diye bir grup ekranları dolduruyor.
Ben de açmış aval aval izliyorum.
Söylediklerinin özü şu:
“Her şey dört dörtlüktü. Kaza olması için hiçbir neden yok. Bu kaza çok şaşırtıcı.”
“Sabotaj” diyecek ama dili varmıyor.
Ama gazeteci “Sabotajdan mı şüpheleniyorsunuz” diye soruyor haliyle.
Ona da “kem küm”.
Bir diğer grup ise başka bir tür bomba.
Koskoca bir “Oda” başkanı çıkmış “Sinyalizasyon yok o hatlarda” diyor.
Hayda... Hızlı tren hattında sinyalizasyon olmaz mı?
Adam iddialı. “Yok” diyor peygamber demiyor.
Biraz araştırıyorum.
Sinyalizasyon genelde var. Ama nedense o hatta unutulmuş. İhalesini yapmayı unutmuşlar anlaşılan.
Bir başka grup garip komplo teorilerine dalmış, “FETÖ yaptı” diyor.
Bir diğeri ise “İçinde çok önemli bir bilim adamı vardı. Onu öldürmek için treni raydan çıkardılar” diye iddia ediyor.
Haydaaaaa!
Dedim ya, “Kaza her yerde olabilir” diye.
Kaza her yerde olur ama bunlar bizden başka bir yerde olmaz.
Demiryolu medeniyet taşır, medeniyete taşır diyorum.
Kaza medeni bir ülkede olsa böyle zırvalıklar olmaz.
Ne kimse körü körüne savunur ne kimse körü körüne suçlar ne de kimse körü körüne komplolardan bahseder.
Ama medeni ülkelerde o kazanın olduğu kurumun başındaki adam da kazayla birlikte araziye uymaz.
Çıkar aydınlatıcı iki kelime eder.
Medeni ülkelerde anında bu tür soruşturmalardan sorumlu uzman bir ekip devreye girer.
Kazanın nedenlerini didik didik araştırır.
Hata nerede bulur.
Hatayı bulmak önemlidir. Kimin hatası olursa olsun.
Çünkü bu iş imalat hatası ise de, sinyalizasyon hatası ise de, FETÖ sabotajı ise de bir soruna işaret eder.
Ya hatalı imalata ya da hatalı güvenlik unsuruna.
Medeniyette boş konuşma olmaz.
Ne boş suçlama ne de boş savunma olur!
Araştırılır.
Araştırma sonucunda hata veya hatalar zinciri tespit edilir.
Gerekli düzeltmeler yapılır.
Aynı kazayı bir daha yaşamanın önüne geçilir.
Bizde ise boş boş konuşulur.
Sorumlular geçici süre araziye uyar.
Sorumsuzlar abuk sabuk sallar. Kazanın sorumlusu ise asla aranmaz, “Ya bizim sevdiğimiz biri çıkarsa” diye.
Kaldığımız yerden devam ederiz ta ki, bir daha kaza oluncaya kadar.
O yüzden ben pes ediyorum.
Hızlı tren, mızlı tren istemiyorum artık.
Bu kafalarla hızlı tren bizim neyimize.
Kağnı bile çok ulan bize! Kağnı…
Yani öküz arabası!
***
Anlamadan gitmek
Önce sağlıklı, güvenilir bir soruşturma yapalım diye yazdım yukarıda ama "Yazdın da kendin inandın mı" diye soracak olursanız, tabii ki inanmadım.
Çorlu’da meydana gelen kaza dün gibi hatırımızda.
Kazadan sonra muhalefet partileri Meclis’te bu kazanın nedenlerinin soruşturulması için bir önerge verdiler.
Açıkçası çok şaşırdım bu önergeye.
Bunu soruşturmak için TBMM’de önergeye mi gerek var?
Böyle bir kaza var ise zaten soruşturulur, incelenir, araştırılır.
Amaç kusur bulmaktan çok gelecekte olmasını engellemektir bu soruşturmalarda.
Çıkan rapor da tüm ilgili çevrelerle ve kamuoyu ile paylaşılır.
Bizde ise soruşturma için TBMM’ye önerge vermek gerektiğini öğrendik.
Peki verildi de ne oldu?
Orası daha acı.
“Çorlu kazasının araştırılması için verilen önerge” TBMM’de reddedildi.
AK Parti’nin ve MHP’nin oyları ile.
Niyesini hâlâ anlamadım.
Zaten dedem bu memlekette olan biteni anlamadan gitti 35 yıl önce.
Babam anlamadan gitti 8 yıl önce.
Ben de anlamadan gideceğim.
Muhtemelen siz de!
***
İsimlerini bilmiyoruz, demokrasi olduk mu?
Eski yazılarımda bir şey ararken, 1990’ların sonunda yazdığım bir yazım gözüme çarptı geçen gün.
Demişim ki, “Demokrasilerde sıradan vatandaş genelkurmay başkanının adını bilmez. Biz komuta konseyinin şeceresini biliriz. Ne zaman ki bizde de genelkurmay başkanlarının ve kuvvet komutanlarının adını vatandaş bilmeyecek. O zaman demokrasi olma yoluna girmişizdir.”
Yazıyı okuyunca hemen bir araştırma yapmaya karar verdim.
Elime kağıt kalemi aldım ve 32 kişiye şu andaki genelkurmay başkanının ve kuvvet komutanlarının adını sormaya başladım.
Sorduklarımın bir bölümü gazeteci, bir bölümü iş dünyasından, bir bölümü okumuş yazmış takımından hepsi gündemi yakın takip eden arkadaşlar, tanıdıklar.
Aldığım yanıtları yazıyorum.
32 kişiden sadece 5 kişi Genelkurmay Başkanı’nın adını bildi. O da biraz düşündükten sonra.
1 kişi Genelkurmay 2. Başkanı'nı da hatırladı.
Kuvvet komutanlarını bilen çıkmadı.
3 kişi Yaşar Güler’i Kara Kuvvetleri Komutanı olarak söyledi, ki o artık Genelkurmay Başkanı.
Diğerlerini bilen çıkmadı.
Ben de 1990’larda yazdığım yazıyı düşündüm.
Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesinin isimlerini bilmemek bizi ne kadar “demokrasi” yaptı?
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Gerçeklerden korkmanın cehalet anlamına geldiğini anladığımız zaman.