Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son günlerde üzerinde en fazla konuşulan ve komplo teorisi üretilen konulardan biri de futbol.

        Allah var, futbolun yönetimi de komplo veya değil her türlü teoriyi de geçerli kılacak düzeyde.

        Yani berbat.

        Üzerinde en çok konuşulan teori ise bir takımın şampiyon yapılmak istendiği ve şampiyon yapıldıktan sonra da dost ve kardeş bir Arap Emirliği'ne satılacağı.

        Bu teori doğru mudur değil midir, komplo mudur gerçek midir bilemem.

        Elimde veri yok.

        Bildiğim tek şey futbol organizasyonuna artık kimsenin güvenmediği.

        Ancak verilere bakarak konuşmak gerekirse, aklı başında hiçbir yabancı yatırımcı Türkiye’de bir futbol kulübünü satın almaz.

        Çünkü yabancı yatırımın en önemli şartı güvendir ve güven yoksa yabancı yatırımcı da yoktur.

        Bırakın dost ve kardeşi, babanızın yabancı ülkedeki oğlu olsa almaz.

        Hele hele taraftarı olmayan uluslararası tanınırlığı olmayan, pazar payı olmayan bir takımı hiç almaz.

        Bakalım futbolda geçmiş büyük satın almalar nasıl olmuş.

        İlk yabancıya satış örneği Chelsea.

        2003 yılında Chelsea, Rus oligark Roman Abromoviç’e satıldığında borç batağı içindeydi ve bankalara olan 23 milyon dolarlık borç faizini dahi ödeyemiyordu.

        Abromoviç kulübü tam 15 dakikalık bir pazarlık sonrası 223 milyon dolara satın aldı.

        Bir diğer önemli örnek Manchester United.

        MU 1990 yılında şirketleşerek halka açıldı.

        Aralarında medya devlerinin de olduğu bir grup yatırımcı şirketi satın aldılar.

        Daha sonra ABD’li spor yatırımcısı Malcolm Glazer ortaya çıktı.

        Önce 2003’te kulübün yüzde 3.1’ini, ardından yüzde 15’ini kısa süre sonra yüzde 28’ini satın aldı.

        2005 yılında ise ani bir atakla hissesini yüzde 57’ye, hemen ardından yüzde 75’e birkaç ay içinde yüzde 98’e çıkararak kulübün tamamının sahibi oldu.

        2 yıllık bu süreç içinde hisselere ödediği para tam tamına 800 milyon dolardı.

        Ardından Manchester City ve başka kulüpler geldi.

        Fransa’da Monaco bir Rus yatırımcıya, PSG ise Katarlılara satıldı.

        Çinli yatırımcılar da Milan’la pazara girdiler.

        Bugün Avrupa’nın pek çok kulübü benzer müşteri arayışında.

        İlgilenen var ise mesela bugünlerde Fiorentina satılık. İstenen para 200 milyon Avro ama daha ucuza biter.

        Strasbourg 20 milyona alınabilir.

        Bordeaux geçen yıl 70-90 arası bedelle satıştaydı.

        Ve bu kulüplerin hemen hemen tamamı karlı, doğru düzgün değeri olan liglerin takımları.

        Satın alanlar ise hiç de pişman değil.

        800 milyona satılan Manchester United’in bugünkü piyasa değeri 3.68 milyar dolar.

        Onu takip eden ve patronsuz kulüp Barcelona’nın futbol takımının değeri 3.63 milyar dolar.

        Real Madrid 3.58 milyar dolarla en değerli 3. Kulüp.

        Onu Bayern Münih 2.71, Manchester City 2.08 milyar dolarla takip ediyor. Arsenal’in değeri 1.93, Chelsea’nin ise 1.84 milyar dolar.

        Tüm bu kulüpler, iyi federasyonların organizasyonlarında, siyasi etkinin olmadığı liglerde iyi yönetilen kulüpler olarak kar eden şirketler.

        Hal böyle iken hangi kafayı yemiş yatırımcı gelir Türkiye’de futbol takımı alıp da bu bataklığa girmek ister.

        Güldürmeyin beni.

        ***

        Muz’da HIV salaklığı

        Dünün saçmalıklarından biri de, sosyal medya üzerinden yayılan bir “Aptal uyarısıydı.”

        “Muz yemeyin, Afrika’dan gelen muzlarda HIV var.”

        Yani muz yerseniz AIDS olursunuz zırvalığı.

        Bana da gelen bu tür “Dostane” uyarılara, “Lan siz salak mısınız?” diye yanıt gönderdim.

        Evet, kibar değil yanıtım ama gerçek.

        Muz’dan HIV virüsü bulaşma ihtimali "0"...

        Aslında bu salaklık bizde değil ABD’de başladı. Orada, “Walmart’ta satılan muzlarda HIV virüsü var” diye başlayan bu salgın aptallığa WalMart, “Muzlarımızda HIV virüsü yoktur” yanıtını vermek zorunda kaldı.

        Bunu yayan salakların bilmediği için HIV virüsünün ancak insandan insana beden sıvıları yoluyla bulaşmaktan başka bir yolla bulaşmasının hemen hemen imkansız olduğuydu.

        HIV vücut dışında yaşayabilen bir virüs değil.

        Son derece dayanıksız bir virüs tipi olduğu için vücuttan dışarı çıktığı anda ömrü çok kısa.

        Hele hele meyvelerde, sebzelerde yaşama, Afrika’dan dünyanın herhangi bir yerine gitmesi söz konusu bile değil.

        ***

        Tüneller, tüneller, tüneller

        Türkiye’yi ziyaret eden yabancı misafirlerimizin, Türkiye’nin yaptığı deniz altı tünellerine şaşırmaları beni hayli şaşırttı.

        Evet İstanbul’da iki tane şahane ve dünya sıralamasında yeri olan deniz altı tünelimiz var ama durum o kadar da şaşırtıcı değil.

        Mesela Marmaray’ımız var.

        Deniz altı demiryolu geçişleri arasında 13.6 kilometrelik uzunluğuyla dünyada 3'üncü sırada.

        Planlaması ve Japonlarla olan kredi anlaşmaları Ecevit’in başbakanlığı döneminde, Bayındırlık Bakanı Enis Öksüz tarafından yapılan, temelinin atılması ve tamamlanması ise AK Parti döneminde gerçekleşen Marmaray müthiş bir proje ama Japonya’daki Seikan Tüneli deniz tabanı altında 23.3, deniz seviyesi altındaki toplam 53.8 kilometre uzunluğu ile dünyanın en uzunu.

        Onu takip eden ise hepinizin bildiği İngiltere ile Fransa arasındaki “Channel” tüneli.

        Yerin altına girdiği Pas de Calais’den, çıktığı Folkstone’a kadar toplam uzunluğu 50.4 kilometre olan Channel Tüneli ikinci sırada yer alıyor.

        Bir diğer büyük projemiz Avrasya tüneli ise 5.4 kilometrelik uzunluğu kendi alanında, yani su altı karayolu tüneli kategorisinde dünya 2.si. Birinci sırada ise Tokyo Bay Tüneli var ve suyun altındaki uzunluğu 9.6 kilometre.

        ***

        Bu piyangolar kime çıkıyor Allah aşkına

        Yine yılbaşı geliyor, yine Milli Piyango geyiği başladı.

        Büyük ikramiye 70 milyon TL.

        2010’dan 2011’e geçerken büyük ikramiye 35 milyon TL'ydi.

        O zamanki kurla 23 milyon dolar civarı yapıyordu.

        Bu yılın büyük ikramiyesi ise hemen hemen 13 milyon dolar ediyor.

        Yani ikramiye reel olarak azalmış.

        Ben bilet milet almıyorum.

        Çıkmasından korkuyorum.

        Hak edilmemiş çok para insana yaramaz, tam aksine bozar diye düşünüyorum.

        Belki eski kafalıyım, bilmem.

        En sevdiğim yemek kaşarlı tost, çok şükür onu şimdi de yiyorum, 70 milyon kazansam en sevdiğim yemek değişmeyecek. Ne gerek var. Çok isteyen varsa ona çıksın. (Aydın Doğan da bilet almış. Belki ona çıkar)

        Gelelim asıl meseleme.

        Eskiden, gazeteler gazete gibiyken Milli Piyango büyük ikramiyelerini kimin kazandığı hep haber olurdu.

        Hele yılbaşında.

        Ben uzun zamandır, Milli Piyango’ları büyük ikramiyelerinin kime çıktığını ne görüyorum, ne duyuyorum.

        Kimseye çıkmıyor mu, yoksa yakınları başlarına üşüşmesin diye ikramiye kazandığını herkes saklıyor mu?

        Çok ayıp vallahi.

        Üç günlük Dünya’da...

        Değer mi!

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        "Karamsarlık en yaygın hastalık haline getirilmediği zaman..."

        Diğer Yazılar