Tarım ihracatına fiili durdurma
Tarımın sorunlarına ilgim aşikar olduğu için, Antalya’da meyve sebze üretimi ve ihracatı yapan bir okurum aradı dün. Geçtiğimiz hafta sonu itibarıyla, Antalya’dan yapılan meyve sebze ihracatı, “fiili biçimde” durdurulmuş.
Anlamadım, “Yasak mı geldi?” diye sordum.
Hayır, resmen bir yasak gelmemiş ama durdurulmuş.
“Nasıl yani?” diye sordum anlattı:
“İhracata gidecek tarım ürünleri için burada ilgili bakanlığın müfettişleri bir denetim yapıyorlar. Yollanacak olan ürünler ihracata uygun mu, yeterli kaliteye sahip mi diye bakıyorlar. Bizim de şikayetçi olmadığımız bir denetim. Ancak birkaç gündür bu denetim ihracat yasağına dönüşmüş durumda. Müfettişler, hemen hemen hiçbir malın ihracatına onay vermiyorlar. Bu da ihracatı fiilen durdurdu,”
Daha önce rastgele seçilen ürünlere bir denetim yapılırken, şimdi neredeyse tüm ürünler ince ince kontrol edilip, “İhracata uygun değildir” demek için bahane aranıyormuş.
Üreticinin iddiası bu.
“Amaç ne?” diye sordum haliyle. Çünkü bu işleri genelde alıcı taraf yapar, biz de kızardık. Bu kez biz yollamıyoruz.
“Amaç iç piyasaya mal yollamak. İhracatı engelleyerek iç piyasada fiyatların düşmesini sağlamaya çalışıyorlar.”
“İhracata giden malın kilosu yaklaşık 5-6 TL’den ihraç ediliyor.
İhracat engellenince, üretilen ürünler bekleyebilecek ürün olmadığı için iç piyasaya verilmek zorunda.
İhracata uygun bulunmayan mal mecburen hale getiriliyor ve arz fazlası olduğu için de fiyat 2-3 TL’ye düşüyor.”
Okuruma “Bunun neresi kötü, İç piyasaya ucuzluk getirmeye çalışıyorlar” diye soruyorum.
Üretici ve ihracatçı okur şöyle diyor:
“Bu planlı bir iş olsa eyvallah. Ancak bu seçime kadar böyle olacak diyorlar bize. Yani 2-3 haftalık bir iş. Ancak buradaki sıkıntı şu. Bizim yurt dışına taahhütlerimiz var. Bunları yerine getiremeyince cezai şartlar devreye girecek. Daha da kötüsü yurt dışındaki müşterilerimiz bizden tedarik edemedikleri ürünleri, başka pazarlardan alacaklar ve giden müşteri bir daha geri dönmeyecek. Arz güvenliğine uymuyoruz çünkü. Yıllar içinde oluşturduğumuz pazarları 2 hafta içinde kaybedeceğiz. Bu durumu üretici ile konuşup çözseler daha rahat ederlerdi. Hem pazar kaybetmezdik hem de iç piyasaya da biraz daha mal sağlayıp fiyatları kontrol etmelerine imkan sağlardık. Bu haliyle 2.5 milyar dolarlık bir pazar kaybedeceğiz”
Güldüm.
2.5 milyar dolar değil 25 milyar dolar kaybetseniz ne olur!
***
Biraz büyük olmadı mı?
Ben yazacağım, bazıları da diyecek ki, “İtibardan tasarruf olmaz”.
Yeni Zelanda’daki Dinci terör eylemi sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerekli tepkiyi gösterdi ve Yeni Zelanda’ya çok üst iki temsilci göndererek konuya ne kadar hassasiyetle yaklaştığını gösterdi.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu.
Kabinenin bu iki önemli isminin Yeni Zelanda’ya gitmesine diyecek hiçbir şeyimiz olamaz.
Gitmeleri lazımdı ve gittiler.
Ancak iki temsilcimizin Yeni Zelanda’ya koskoca bir Airbus A330 ile gitmelerine doğrusu biraz şaşırdım.
İki kişi için 238 tonluk dev uçak.
Oysa devlet filomuzda Yeni Zelanda’ya uçma kapasitesine sahip daha makul uçaklar var.
Mesela ABD Başkanlarının da zaman zaman kullandığı Gulfstream G550.
O da A330 ile aynı hatta daha uzun menzile sahip.
Diyebilirsiniz ki, “Yanlarında başka bürokratlar da vardı”
Tamam da G550’ye de 19 kişi binebiliyor.
Üstelik de Business Class konforunda.
Maliyeti en azından 10’da biri oldu.
Hani tasarruf yapıyoruz ya o nedenle söylüyorum.
İtibardan tasarruf olmaz kabul ediyorum.
Ama itibar hangi uçakla gidildiği değil, o uçakta kimin olduğudur.
Bir uçakta Türkiye’nin Başkan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı var ise o uçağın modeli ya da büyüklüğü ne olursa olsun zaten itibarlıdır.
***
Kötülermiş değil mi!
Yeni Zelanda’daki katliamdan söz etmişken, bir Ekşi Sözlük yazarının katliam sonrası yazdıklarından haberiniz var herhalde.
Yakalanmış ve gözaltına alınmış öğrendiğimiz kadarı ile.
Yıllardır söylüyordum da inanmıyordunuz.
“Bu Ekşi Sözlük yazarlarının büyük çoğunluğu kötü insanlar, içleri kötülükle dolu. Normal insanlar onların yazdıklarını yazmaz. Aralarında doğru düzgün yazanlar da var ama ne yazık ki, onların sesi daha az çıkıyor” diye.
İçlerinden bazılarının bu kadar kötücül olabileceklerini ben bile düşünemezdim o ayrı.
***
Hak edeni övmek lazım
Türkiye’de olup da işini Türkiye’ye yeter kafasıyla yapmayan insanlar var Allah tarafından.
Bu ülkenin bayrağı çok farklı biçimde, çok yükseklerde dalgalandıran insanlar bunlar.
Bunlardan biri de Mehmet Karabeyoğlu.
Tanır mısınız bilmem.
Turquoise Yacht’ın patron.
Türkiye, Tuzla’da üretilen Avrupalı üreticilerin taklidi yatları imal etmekle yetinirken, Karabeyoğlu, 1990’ların başında çıtayı farklı bir yere çekmeye karar verdi.
1994 yılında Türkiye’nin uluslararası standartlarda üretilmiş ilk mega yatını suya indirdiğinde öncesi olmayan bir işi başarmıştı.
Dünyanın en iyi tekne tasarımcıları ile çalışarak, 20 yıl içinde uluslararası saygınlığı olan bir yat markası yarattı.
Onun açtığı yoldan, başka tersaneler de ilerlediler ve Türkiye sektörde dünyanın en büyüklerinden biri oldu.
Hollanda ve İtalya ile yarışır hale geldi.
Formula 1’in patron Ecclestone’den, Johny Depp’e kadar pek çok ünlü Karabeyoğlu’nun ürettiği yatlara sahip olmakla övündüler.
Dahasını söyleyeyim, Formula 1’in Türkiye’ye gelmesinde Karabeyoğlu’nun Bernie Ecclestone’la olan dostluğu en önemli faktör oldu.
Şimdi diyeceksiniz ki, nereden çıktı bu övgü.
Şuradan çıktı.
Sevgili Karabeyoğlu, Turquoise Yatçılığın hikayesini anlatan şahane bir kitap hazırlamış.
Alıp okurken gurur duydum.
İyi işler yapan insanlarımızı övmekte ne kadar hasis olduğumuzu düşündüm sonra.
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Reziller, Çanakkale hutbesinden Atatürk’ü silmenin kolay, milletin kalbinden silmenin ise imkansız olduğunu anladıkları zaman.