Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir Sayıştay Raporu tartışmasıdır gidiyor.

        “İmamoğlu’nun gösterdiği rapor eski” diyor AK Partililer.

        “Oooo, o rapor 2017 raporu. Bugünle ne alakası var” diyor partiyi tartışma programlarında resmi veya gayriresmi temsil etmekte olanlar.

        Bu söylem doğru olmasına doğru da, eski dedikleri rapordan daha yenisi yok.

        2017 raporu Sayıştay’ın son kamu idareleri denetim raporu.

        Daha yenisi yok.

        Çünkü Sayıştay denetimi uzun süren ve çok detaylı bir süreç. 2018 raporu henüz çıkmış değil.

        2017 raporuna “O eski” demek bu yüzden doğru değil.

        Elde daha yenisi yok.

        AK Parti’nin Sayıştay’dan çok da hoşnut olmadığı bir gerçek.

        Oysa Sayıştay, Milli Görüş’e çok uzak bir kurum değil.

        Yürütmenin işlerini TBMM adına denetlemekle görevli kurum, Milli Görüş’ün devlet içinde ilk örgütlendiği kurumların başında gelirdi.

        Ama bu işini düzgün yapmasına da mani olmadı.

        Mesela AK Parti’nin önemli isimlerinden, önemli bakanlık koltuklarında oturmuş Vecdi Gönül Beyefendi, eski bir Sayıştay Başkanı idi.

        Ancak AK Parti 2010 yılından itibaren sürekli ve tutarlı bir biçimde Sayıştay’ı pasifize etme, yetkisizleştirme operasyonları yürüttü.

        Aralık 2010’da, Nurettin Canikli’nin verdiği bir son dakika önergesiyle Sayıştay’ın performans denetim yetkisi ortadan kaldırılmıştı.

        Sonra zaman içinde kamu payı yüzde 50’nin altında olan kamu iştirakleri denetimden çıkarıldı.

        Sayıştay’ın harcama yargısı yetkisi elinden alındı.

        AK Parti milletvekili Recai Berber’in teklifiyle Sayıştay’ın mali denetim yetkisi kısıtlandı, denetimlerde elde ettiği bulguları direkt olarak rapora dönüştürme yetkisi ortadan kaldırıldı, kamu idarelerinin mali raporlarının güvenilirliği ve doğruluğu hakkında görüş bildirmesi engellendi, denetlenen kurumların aleyhlerindeki bulguları rapora koydurmama gibi bir saçma yetkiye kavuşması sağlandı.

        Yani Sayıştay sürekli iğdiş edildi.

        Ve tüm bunlara rağmen hazırladığı raporlar artık hiçbir yasal sonucu olmamasına ve iktidar tarafından takılmamasına rağmen rahatsızlık yaratmaya devam ediyor.

        2017 raporu İmamoğlu tarafından gündeme getirilmedi aslında.

        Hükümet yanlısı olmayan yazarlar ve medya bu rapordan alıntıları uzun zamandır yayınlıyorlardı.

        İktidar kanadı ise bu etkisiz yayınları hiç ama hiç takmıyordu.

        Çünkü ne Sayıştay’ın bir gücü vardı artık ne de medyanın.

        Seçim bitmedi farkında mısınız!

        Televizyondaki “sözde” tartışmanın ardından tarafların her ikisi de memnun görünüyor.

        AK Parti istediği sonucu alamamış olsa da ve muhtemelen bir karşılaşma daha isteyecekmiş gibi dursa da tarafların taraftarları tartışmayı kendilerinin kazandığını düşünüyorlar.

        AK Partililere göre Yıldırım iyiydi, CHP’lilere göre ise İmamoğlu.

        İmamoğlu cephesinde “Bu iş tamamdır, bir kez daha kazanırız” havası hakim, İmamoğlu’nu destekleyen seçmen de bu havaya girmiş.

        Ekrem Bey meydan meydan gezip, sosyal medya üzerinden kampanya yürütürken, AK Parti geçmişte yaptığı ama 31 Mart’ta yapmadığı bir yönteme geri döndü ve seçmen bazında çalışmaya başladı.

        Özellikle sandığa gitmeyen seçmeni ikna için ev ev dolaşıp, her türlü ikna yöntemini deniyorlar.

        Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün gece geç saatlere kadar İstanbul İl Başkanlığı binasındaydı.

        Geç derken hakikaten geç.

        Haliç kıyısındaki il binasından gece 02.00 sıralarında çıktı Cumhurbaşkanı.

        Gece boyunca oy kullanmayan seçmenle ilgili yürütülen çalışmaların sonucu hakkında bilgi vermişler.

        Verilen bilgilerden ve çalışmanın sonuçlarından memnun olsa gerek ki, görüp karşılaşanların bana verdiği bilgiye göre “çok moralli” ve “mutlu” görünüyormuş.

        Anketlerde CHP’nin önde görünmesinin de CHP seçmeninde yaratacağı rehavete güvenen AK Parti ilk kez İstanbul seçimi sonuçlarından umutlanmaya başlamış.

        Bunlar kendilerine medya mı diyor!

        Biliyoruz ki, Türkiye’de biten şeylerin başında medya geliyor.

        Hem nitelik, hem nicelik olarak berbat durumda medyamız.

        Bu niteliksiz medyanın niteliksiz yöneticileri sürekli olarak “Medya üzerine dersler” veren köşe yazıları kaleme alsalar da, bu yazılar ancak komedi dizisi girişimi oluyor.

        Sözde medyamızın felaketinin son göstergesi ise Pazartesi günü gözlemlendi.

        Pazar akşamı televizyonlarda “Tarihi buluşma” adı altında büyük bir tartışma vardı ve tüm Türkiye buna kilitlenmişti.

        Tüm dizilerin toplamından daha fazla izlendi.

        Bekleneni karşılamasa bile herkesin gözü kulağı bu tartışmadaydı.

        Pazartesi sabahı kendini büyük olarak tanımlayan ama artık büyüklükle alakası kalmamış gazetelerimizi eline alanları ise bir sürpriz bekliyordu.

        Bir zaman Türkiye’nin en büyüğü olan iki gazetenin de 1. sayfalarında bu tartışma ile ilgili tek satır yoktu.

        Bilmem kimin sırtındaki dövme bile çeyrek sayfa haberdi ama Yıldırım-İmamoğlu tartışmasından tek bir kelime dahi söz edilmemişti.

        Oysa eskiden olsa iki adayın kocaman fotoğrafları yan yana basılıyor, giyim kuşamlarından, renk seçimlerine kadar her görsel unsur uzmanlara değerlendirilir, beden dilleri psikologlar tarafından ele alınır, söylemleri didik didik edilir, inandırıcılıkları ve performansları değerlendirilir, okura dört dörtlük bir tablo sunulurdu.

        Ama şimdi bu olaydan tek kelime bile bahsedemeyen bir medya, bir yazılı basın var.

        Buna basın denir mi?

        Denmez elbet.

        Bu böyle gider mi?

        Gitmez elbet.

        Günü geldiğinde...

        Her şey düzelir.

        REKLAM

        ***

        Makuliyet

        Mesut Özil’in bazı sözleri Fenerbahçelileri heyecanlandırıyor.

        Türk asıllı Alman futbolcunun Fenerbahçe’ye gelme olasılığından söz ediliyor.

        Keşke gelse.

        Üst düzey futbolcuların ligimize gelmesi ligin ortalama kalitesini arttırır.

        Ancak Mesut Özil’in şimdiki takımı Arsenal’den aldığı maaş haftada 350 bin pound.

        Premier Ligin 38 hafta olduğunu düşünürseniz Özil’in yıllık geliri 13.5 milyon pounda yaklaşıyor.

        O da hemen hemen 15 milyon avro yapıyor.

        Hadi futbolcular Türkiye’de vergi vermiyor diyelim ve Mesut’un Türkiye’ye yarı paraya gelebileceğini varsayalım.

        O bile yılda 7.5 milyon avro ediyor.

        Tüm Türk kulüpleri zaten UEFA ile sıkıntıda olan Fenerbahçe’nin, bir de Digitürk gelirleri azalacakken bir futbolcuya bu parayı vermesi mümkün mü?

        Tabii ki mümkün.

        Ali Koç, bir şirketi sponsor yapar, bu parayı verir.

        Peki Avrupa’ya gidemeyecek bir kulüp için bu harcama makul olur mu?

        Siz karar verin!

        REKLAM

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Arsızlık haklılık zannedilmediği zaman.

        Diğer Yazılar