Yapmayın Başkan
Sevgili Ekrem İmamoğlu,
Seçilmenizin ardından size bir kez minik bir uyarı yazısı yazdım.
Bu ikinci oluyor.
Sayın Başkan,
Dün İstanbul’da günlerdir beklenen bir yağış vardı.
Beklenenin üzerinde yağdı yağmur.
Tam bir felakete dönüştü.
Ve siz burada yoktunuz.
Burada kalsaydınız yağış daha az olmayacaktı.
Burada olsaydınız sağı solu su basmasını engelleyemeyecektiniz haliyle.
Yine Üsküdar ve Eminönü’nde deniz ile kara birleşecekti, su elinizle boşaltamayacaktınız elbette.
Bir alt geçitte boğulan vatandaşımızı dalıp kurtaramayacaktınız.
Kapalıçarşı’da yıllardır yapılan tahribatın sonucu olan su baskınını da durduramayacaktınız.
Siz İstanbul’da olsanız da, gidip AKOM’da şov yapıyor olsanız da tüm bunlar yine yaşanacaktı.
Herkes biliyor ki, bunlar İstanbul’da yılların tahribatının sonucu.
Herkes biliyor ki, felaketin boyutlarının bu denli büyük olmasının temel sebebi iklimin artık farklı olması.
Ama yine de burada olmalıydınız.
Niye biliyor musunuz?
Çünkü burada olsaydınız binlerce kişi “Nerede bu Başkan” diye sormayacaktı.
On binlerce trol “Hani bu Başkan ya!” diyemeyecekti.
Bazıları “İşte gördünüz cehape zihniyetini” diye tutturamayacaktı.
Açık söyleyeyim bana “Nerde bu başkan” diyenlere ben “Yahu adam Hacı Bayram’da. Parti toplantısı için gitmiş” diyordum.
Bodrum’da olduğunuzu bilmiyordum.
Açıkçası ihtimal bile vermiyordum.
Yapmayın Başkan.
Bir gün sonra dönseniz de buna hakkınız yok.
Çünkü siz milyonlarca insana umut verdiniz.
Ve hâlâ umutsunuz.
Kendinizi harcamak isteyebilirsiniz.
Ama umutları trollere yem etmeyin.
***
Bir iki ekleme
İstanbul-İzmir arasındaki paralı otoyolu yazdım dün.
Bir iki konuyu eklemeden geçmeyeyim.
Yolun güzergahı ile ilgili kafamda bir iki soru ya da sorun var.
Yol birkaç noktada rüzgara ve hava şartlarına çok açık bir seyir izliyor.
Bazı bölgelerde kış şartları hiç umulmadık bir şekilde bu yolun kış aylarında kapanmasına neden olabilir diye korkarım.
Dikkat çeken bir başka nokta ise yol üzerindeki dinlenme tesislerinin tamamlanmamış olması.
Neredeyse coğrafi işaretli haline gelmiş bazı şeyleri göz arıyor.
Susurluk’tan ayran içmeden, tost yemeden geçmek biraz garip geldi.
***
En iyi pikaplar
Dijital müziğin yükselişi sürerken, bir yandan da analog müziğe yeniden dönüş yaşanıyor.
Gerçek audiophillerin zaten hiçbir zaman vazgeçmediği pikaplar, gençlerin gönlünde yeniden yer etmeye, yeniden popüler olmaya başladı.
Ben de geçmişte bir kez yazdığım pikaplar üzerine bir yazımı tekrarlamaya karar verdim.
Baştan söyleyeyim, bu tavsiyeler biraz pahalı, daha doğrusu gereksiz pahalı tavsiyeler.
Bende bu pikapların hiçbiri yok.
Gençliğimde almış olduğum, 30’lu yaşları devirmiş pikaplarımı kullanıyorum.
Bir tane 1970’lerin sonundan Thorens, bir tane 80’lerin başından Nakamichi, bir tane de yakın zamanlardan Marantz’ım var.
Bir yerlerden para bulursam bir de McIntosh alırım belki.
Ama aranızda parası kulaklarından fışkıran varsa, onlar için bazı tavsiyelerde bulunacağım.
Ama önce şunları söyleyeyim de, verdiğiniz para boşa gitmesin.
Pikabınızı hoparlörlerinizden mümkün olduğunca uzağa koyun. Hoparlörle aynı zemin veya aynı platform üzerine asla ve asla koymayın. Çünkü hoparlörlerin yayacağı veya sebep olacağı titreşim pikabınızın plakları doğru okumasını engeller. Pikabınızın özel bir düzeneği yok ise koyduğunuz yerin düz olmasına dikkat edin. Mutlaka su terazisi ile pikabınızın tam düz bir doğrultuda yerleştiğinden emin olun.
Pikabınızı bağlayacağınız priz mutlaka çok iyi topraklanmış olsun.
Son dönem yapılan amplifikatörlerin pek çoğunda turntable girişi yer almıyor.
Bunun için bir minik ara amplifikatör gerekiyor. Bunu alırken çok ucuza kaçmayın.
Gelelim en iyi ve haliyle en pahalı pikaplara…
1- AV DESINGHOUSE DERENVILLE
Bence dünyanın en lüzumsuz pikabı. Mutfak ve banyo tezgâhlarında kullanılan Corian bir gövdesi var. Hayli çirkin görünüyor.
Hava yastıkları üzerinde duran ayakları titreşimi engelleme amaçlı.
İğnenin en uygun pozisyonda plağı okuması için çok özel bir kola sahip.
İki motor devri mükemmel kontrol ediyor. Dokunmatik ekranlı bir kumandası var ve uzaktan kumandaya dönüşebiliyor. Yatay pozisyonunu kendi ayarlıyor.
Bir pikaptan daha çok 3D printer’ı andırıyor.
600 bin dolarınız var ise ve sokağa atmaya niyetliyseniz bir tane alabilirsiniz. O da bulabilirseniz.
2- GOLDMUND REFERENCE II
Benim favorim diyebilirim. Görüntü mükemmel. Kalite de öyle. Kendisi 20 kilo ağırlığında. Motor gövde dışında ve bir 15 kilo da motoru geliyor.
Motordan gücünü platoya plastik benzeri bir bantla aktarıyor. Bu bandın ısıdan etkilenerek sünmesini engellemek için sıvı nitrojenli bir soğutma sistemine sahip. Fiyatı yaklaşık 210 bin dolar. Ama ucuz diye hemen sevinmeyin. Bu fiyata iğne ve iğneyi taşıyan kol dahil değil. Onlar için farklı seçenekler sunan Goldmund, toplamda 300 bin doları bulabiliyor.
3- AUDIO CONSULTING REVOLUTION METEOR
İnanılmız şık bir görüntü. Ayak ve gövde tek parça ahşaptan elle oyuluyor. Ağaç dediysem kereste değil. 20 yıl boyunca kurutulmuş, Purdey’in tüfek kundaklarında kullandığı türden çok özel bir ağaç.
Çift gövde üzerinde durmasının nedeni titreşimi engellemek. İki ayrı süspansiyonu var.
Doğrudan prize bağlanmıyor. İçinde aküler var. Enerjinin sürekli aynı doğrultuda gelmesi için elektriğini aküden alıyor. Fiyatı üç aşağı beş yukarı 165 bin dolar.
4- TRANSROTOR ARTUS
Bu da çok acayip bir alet. Masif alüminyum ve akrilikten yapılmış. Çok özel bir denge mekanizmasına sahip. Platosu manyetik bir alanla hiçbir şeye temas etmeden dönüyor. 130 bin dolarlık fiyat etiketi var ama 250 kiloluk ağırlığı ile parasını hak ediyor.
5- ONEDOF (ONE DEGREE OF FREEDOM)
Bu da çok şık bir pikap. Dizayn eden ve üreten Aleks Bakman adlı bir NASA mühendisi. Hal böyle olunca kullanılar tüm malzemeler uzay araçlarında kullanılanla aynı kalite ve dayanıklılıkta. Üzerinde 24 ayar altın kaplama ile Arap pazarında çok güçlü olur diye düşünüyorum. Fiyatı makul bir 130 bin dolarcık.
6- ROSSNER UND SOHN
Tam bir Alman. İşlevsel abartısız şıklık. Süper bir kalite. Tam aksesuvarlarıyla birlikte yaklaşık 325 kilo ağırlığında. 130 bin $’lık fiyatı kiloya vurunca makul geliyor. Almak isterseniz ısmarlıyor ve 6 ay bekliyorsunuz.
7- CLEAR AUDIO STATEMENT V2
Bu da manyaklığın son halkası. Statement V2, Clear Audio’nun uzmanlık ve kalitesini barındırıyor. Ahşap ve akriliğin yüksek basınç altında birleştirilmesiyle elde edilmiş bir gövdesi var. Fiyatı 115 bin dolar ama buna beheri 18 bin dolar olan kollar dahil değil.
***
Livaneli’nin yanıtı
Zülfü Livaneli birkaç gün önce kendisi ile ilgili eleştirilerime ve Celal Şengör’ün ders gibi açıklamasına bir yanıt yolladı.
Aynen yayınlıyorum:
“Değerli dostlar,
İsim vermemiş olmama rağmen belli ki ‘Batı’nın Kibri ile Doğu’nun Cehli Arasında’ adlı kitabımdaki birkaç cümle sizi gücendirmiş. Bence buna hiç gerek yok. Değerli insanlar olduğunuzu bilirim elbette. Celal Hoca’yı da bizim evde çok geç saatlere kadar zevkle dinlemişliğim vardır.
Ele aldığım konu Yeni Ahit’in yazıldığı dille ilgili örnek veriyor ama odak noktası bu değil. Asıl derdim ülkemizde son yıllarda başgösteren kestirme hüküm verme zafiyeti.
Ekran dili, bilimsel dil değildir, ekranda ilim yapılamaz, sadece sohbet edilir, bir tv show’udur. Bilim kılı kırk yararak, kendinden emin olmayarak, sürekli ‘acaba’ sorusunu sorarak ilerleyen bir dal. Bunu en iyi; zaten bildiğimiz ve iftihar ettiğimiz akademik unvan ve başarılarını gereksiz yere sıralayan Celal Hoca bilir.
Ekranlarımızın unvan fetişizmini kullanarak ipe sapa gelmez konuşmalar yapan sözüm ona ’hoca’larla dolu olduğu bir dönemi eleştirmek için yazdığım yazının hedefi İlber ve Celal hocalar değil elbette. Bu isimleri onlarla yan yana koymak büyük bir küstahlık olur.
Yine de bu örneği vermemin sebebi, Hristiyan teolojisinin binlerce yıldır tartıştığı ve imanı ilgilendiren bir konuda bir jeolog hocanın bu kadar kestirme bir hüküm vermiş olmasını ona yakıştıramamaktır.
Hepimiz biliyoruz ki İsa’nın ve havarilerin dili Aramice idi. İsa vaazlarını ana dilinde verdi. Hatta çarmıhta can vermeden önceki son sözleri, Aramice ‘Eli eli lama sebaghtani’ (tanrım tanrım beni niye terk ettin) oldu.
O dönemde Filistin Yahudilerinin dili Aramiceydi. (Aramî demek gerekir aslında.) Eski İbranice unutulmuştu. Hatta havralarda çevirmen kullanılıyordu.
Havariler de o yöreden çiftçi, balıkçı, demirci gibi mesleklere sahip olan yerli insanlardı. Başka bir dili sofistike biçimde yazacak birikime sahip değillerdi. Hem de peygamberin kelamını değiştirerek başka bir dile aktarma gereğini duyamazlardı.
Dolayısıyla özellikle Matta incilinin Aramice olduğu kesinlik kazanmıştır. Yoksa havarilerden hiçbir şey kalmadığı ve İsa kelamının iki-üç yüz yıl sonra Yunanca yazıldığı sonucuna varırız.
İsa’nın Aramice söylediği sözleri niçin başka dile aktarsın havariler. Hem yapamazlar hem de günah. Tanrı kelamından söz ediyorlar.
İsa Aramice ‘Bir yanağına vurana öbür yanağını uzat!’ dediyse niye bunu olduğu gibi ana dillerinde aktarmak yerine bilmedikleri başka dile çevirmeye uğraşsınlar. Ya çeviride bu söz, ’Bir yanağına vuranın sen de yanağını okşa’ halini alırsa. Ya da aslı zaten böyle ise.
Bu durumda havarilerin yazdığı ve esas kabul edilen Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin sahte olduğu gibi bir sonuç ortaya çıkar ki bu Hristiyanlık dininin toptan inkarı anlamına gelir.
Bu konuda yazılan kitapları ve tartışmaları okumaya on insan ömrü yetmez. Gottfried Lessing’den tutun, Doğu Kilisesi patriklerinin açıklamalarına, İslam ansiklopedisinin İncil maddesinden, binlerce ciddi ilahiyatçının, kongrenin incelemelerine kadar birçok ciddi kaynak İncil’in ilk dilinin Aramice olduğunu söyler.
İslam Ansiklopedisinde konu hakkında şunlar yazılıdır:
’İnciller’in bilimsel tenkidî çalışmalarına göre Matta, Grekçe Matta İncili’nin yazarı değildir; Îsâ’nın sözlerini Hz. Îsâ’nın konuşma dili olan Ârâmî dilinde yazmıştır. Havâri Matta’ya ait olan bu metin daha sonra Yunanca’ya çevrilmiş, buna yapılan ilâvelerle bugünkü Matta İncili ortaya çıkmıştır.’
Kaldı ki Eski Ahit’in Ezra, Daniel bölümleri bile Aramicedir.
Aksini düşünmek Hz. Muhammed’in aktardığı ayet ve hadisleri Ali, Ömer, Ebubekir gibi takipçilerinin başka bir dile çevirmeye çalışmasını düşünmek kadar abestir.
Xxx
Ama konumuz bu değil, tv’lerde yarı şaka yarı ciddi programlarda bu kadar ciddi konular hakkında kesin hükümler veriliyor oluşu.
İlk ve kaynak Yeni Ahit’in Aramice yazıldığını belirten ve Goethe’nin de üstadı olan Gottfried Lessing ne diyor: Hakikati araştırmak ona sahip olmaktan daha değerlidir.
Hiçbirimiz Hristiyan ilahiyatçısı değiliz. Çay içerken, MS 70’ten önce yazılanlar doğru değildir gibi cümleler kurmak bana uygun gelmiyor.
Zaten bu dünyada herkes bazı konuların cahilidir. Cehalet görece bir kavram. Ben oldum, ben her şeyi bilirim diyen hocalarla ilgili olarak kitapta İbni Kemal ve Molla Kasım örneklerini verdim.
‘Her yeni şey öğrendiğimde bilmediklerimin ne kadar çok olduğunu anlıyorum’ diyen Einstein da müthiş bir örnektir.
Evet işte böyle; bana ve birçok kişiye cahil diyebilirsiniz, ben bundan gocunmam çünkü bilmediğimi bilmek gibi bir özelliğim var.
Ama en değerli insanların bile ben her şeyi bilirim tavrından kurtulması onları bilgeliğe ve olgunluğa yaklaştırır. Her gün rahmetle andığım Halil İnalcık, Talat Halman bu anlayışın kutupları oldular.
Neşet’in bilgece türküsündeki gibi dünyanın rengine kanmayalım. Çünkü her şeyin bir evveli bir ahiri var.
Sevgili Altaylı; Kitap toplama kavramı bende çok acı çağrışımlar yapıyor. Yarım asır boyunca plaklarımın ve kitaplarımın yasaklanmasından çok çektim. Bence kitap yerinde dursun; isteyen okusun istemeyen okumasın. “
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Adam olanlardan korkmadığımız zaman.