Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İngiltere’nin en önemli üniversitelerinden birinin bahçesinde dolaşıyorum.

        En sevdiğim havayı teneffüs ediyorum.

        İyi okulların duvarına, ağacına, toprağına, çimenine sinen bilim ve bilgi havasını.

        Serinliği kırmaya çalışan bol güneşli havanın içinde yürürken, zaman zaman sağdan soldan “kart sesler” yükseliyor.

        “Fatii Abiii!”

        Her seferinde dönüp bakıyorum.

        İkili, üçlü gruplar, genç yüzler tebessüm ediyor.

        Koşarak yanıma geliyorlar.

        Bahçede ayaküstü sohbet ediyoruz her biriyle.

        Kimi üniversite için gelmiş, master, kimi doktora, kimi post doktora.

        18 ila 30’ların ortası arası gençler.

        Pırıl pırıl.

        Kimi devlet bursu, kimi özel sektör bursu, kimi ana baba bursu, kimi de kendi parasını kazanıp kıt kanaat biriktirip gelmiş.

        Hepsinin amacı ülkelerine geri dönmek.

        Tertemiz gençler.

        Hepsi siyaset üstü. Siyasete kızgınlar ama ülkelerine değil.

        Siyasetten umutsuzlar ama ülkeden değil.

        Çocuklarla konuşurken ister istemez geçen hafta Ankara’da, AK Parti’nin önemli ve çok konuşulan isimlerinden biriyle yaptığım sohbet geliyor.

        Şöyle demişti:

        “Gençler AK Parti’ye niye oy vermiyor diye tartışıyor herkes ve yüzlerce analiz yapıyor. Oysa çok analize gerek yok. Biz bu gençlere çok kötü davrandık. Kolej sınavına gireceği gün kolej sınav sistemini değiştirdik. Çocukların yıllarca yaptığı çalışma boşa gitti. Her dakika çocukların yürütmeye çalıştığı tekerleğe çomak soktuk. Üniversite sınavına gireceği gün üniversite sınavını değiştirdik. Yetmedi soruları çaldırdık ve o çocuklardan bir özür bile dilemedik. Zor bela okulu bitiren KPSS’ye girdi onun bile güvenilirliğini sorgulattık. Bırak her şeyi sırf bunlar bile yeterli çocukların bize oy vermemesi için”

        Ben o çocukları bir kez daha gördüm burada.

        Haklarının yendiğini, çok sıkıntı çektiklerini biliyorlar.

        Ama bu travmalar onları güçlendirmiş.

        Hepsi survivor olmuşlar.

        Bu gençlerin siyasi tercihi ne olur bilmiyorum.

        Ama içimden bir ses “Doğru tercih yaparlar” diyor.

        REKLAM

        ***

        Bir baro bana bunu anlatsın!

        Bursa’da trafikten men edilen araçla trafik çevirmesine yakalanan avukat ortalığı birbirine katıp, polislere tehditler savurmuş.

        Olabilir.

        Sonuçta hakkında işlem yapılır, haksızsa hesabını verir haklı ise kendisine hesap verilir.

        Ancak sonrası acayip.

        Bursa Barosu açıklama yapıyor ve bu durumu avukatlara baskı olarak görüyor, üyesini savunuyor.

        Anlamadığım şu:

        Avukat olmak trafikten men edilmiş otomobille gezme ve polisler çevirdiği zaman olay çıkarma hakkı mı veriyor!

        Kurallar ve kanunlar avukatlar için geçerli değil mi?

        Bu nasıl savunma?

        Bu nasıl baro açıklaması!

        Avukatlar yasaların üzerinde mi?

        REKLAM

        ***

        Oduna yazık

        Bayılıyorum bu Nureddin Yıldız’a.

        Nefesi bol olsun.

        Daha da konuşsun.

        Çok konuşsun.

        Hiç susmasın.

        Çünkü aklıselim bin din adamı, on bin bilim adamı bir araya gelse, “Kitap dışı bir din anlayışının ne kadar tehlikeli ve alçakça bir şey olduğunu” onun kadar iyi gösteremez, onun kadar iyi anlatamaz.

        Son yumurtlaması yine kadınlar üzerine.

        Bir kadın tek başına otomobille ancak bilmem kaç kilometre gidebilirmiş!

        Niye?

        Bilmiyoruz.

        Kitapta yok.

        Hadiste yok.

        Hiçbir yerde yok.

        Ama Nureddin efendi öyle uygun görmüş.

        Ya daha uzun mesafede başına bir iş gelmişliği var ya da tamamen sallıyor.

        Bilemiyoruz.

        Bu söylediklerini okuyunca “Ah” dedim “Hazreti Ayşe hayatta olsaydı da bu adamı kesin odunla döverdi”.

        Ama belki de oduna acırdı.

        Dövmezdi!

        REKLAM

        ***

        Hiç umurumda değilsiniz biliniz!

        Her zamanki gibi şahane durumdayım.

        Posta kutumda iki tür mail dolu, keza sosyal medyadaki hesaplarımda da.

        Birinci grup “Sen utanmaz arlanmaz bir Fatih Terim düşmanısın” diyen Galatasaraylı holiganlar.

        İkinci grup “Fatih Terim gibi bir rezili koruduğun için sen de rezilsin” diyen Fenerbahçeli holiganlar.

        Yani iki serseri grubu.

        Al birini vur öbürüne.

        Aralarında fark olmadığı hep belliydi zaten.

        Bunların amigoları bile menfaat karşılığı bir kulüpten diğerine geçmişti vaktiyle.

        Yani aynı b.kun soyu.

        Sadece rengi farklı.

        Anlamadıkları şu: Benim kimseye düşmanlığım olmaz. Ama eleştirim olur. Terim’i bu ülkede en çok eleştiren kişiyim. Milli Takım’ın başına gitmesini de eleştirdim, oradan ayrılırken tazminat almasını da eleştirdim. Hem de an ağır biçimde. Fenerbahçelilerin Başkanı Ali Koç’tan o gün tık çıkmıyordu. Terim’i eleştirmek Galatasaray şampiyon olunca ya da Fenerbahçe küme düşmemeye oynayınca veya fark yiyince mi aklına geliyor Ali Bey’in.

        Ayrıca koskoca Fenerbahçe Başkanı’nın işi mi rakip teknik direktörlerle uğraşmak.

        Ben Ali Koç’un tavrından şunu okuyorum: Bizim niye bir Fatih Terimimiz yok! Madem bizim yok karşı tarafın da olmasın”

        Ben ise meseleye böyle bakmıyorum.

        Benim bakışım ise şöyle: Terim Türk futboluna çok hizmet etti ama aynı zamanda çok da zarar verdi.

        Futbola zarar veren herkese karşı olduğum için karşı çıkıyorum Terimmania’ya.

        Aynı nedenle Ali Koç’a da karşıyım, Dursun Özbek’e de, Mustafa Cengiz’e de, Beşiktaş’a büyük zararlar veren Fikret Orman’a da.

        REKLAM

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Makamların zavallılığı örtemediğini anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar