Beşlik simit
Birkaç hafta önce bu köşede yeni getirilecek olan vergileri eleştirdim, insafsızca bulduğumu, hatalı olduğunu, ekonomiye can vermeyeceğini söyledim.
Trol kafalardan işitmediğim hakaret kalmadı.
“Zenginlere gelen vergi sana niye dokundu” falan dedi ahmaklar.
Hâlâ anlamamışlar, bu ülkenin “ana fikrini”.
Zengin eğer iktidarlara yakın ise ondan alınmaz.
Sizden benden alınan onlara verilir.
Misal mi?
Mesela hükümete yakın müteahhidin bitiremediği inşaat devlet tarafından satın alınır. Müteahhit kardeşin cebine parası konulur, batık işi sana bana sokuşturulur.
Sanmayın ki, sadece finans bilmem nesindeki arsasına devlet kesesinden 1 küsur milyar ödenen Ağaoğlu’ndan söz ediyorum. Daha nicelerine böyle paralar aktarılıyor.
Hadi orası inşaat sektörü batmasın, sonra domino gibi ekonomi yıkılır.
Peki ya “simit sektörüne” ne demeli?
Simit Sarayı diye bir markamız var.
Allah biliyor ya, gurur duyduk yıllarca.
Kafamızdaki matematiğe uyduramadık ama güzel görünüyordu. New York’un 5. Caddesi’nde, Londra’nın Piccadilly Circus’unda görünce “Vay be” diyorduk da, “Simit satarak her ay 50 bin dolar kira nasıl ödenir” aklımız almıyordu. Gerçi kiranın çoğunu “Turquality” diye devlet ödüyordu ama yine de hesabı kafamızda tutturamıyorduk.
Hele hele özel uçaklar, lüks lüks otomobiller falan olunca “Kazanıyorlar” diye düşünüyor, “Bizim bilmediğimiz bir şeyi biliyorlardır” diyorduk.
Bilmiyorlarmış meğer.
Bildikleri şu imiş.
“Batarsak bir çıkaran olur.”
Nitekim çıkardılar.
Yüzde 51’ini Ziraat Girişim aldı.
Simit’i çıkardılar, bize soktular.
Sonra zengine vergi geldi öyle mi!
Hadi canım siz de...
Anlatırım bir ara vergi meselesini de.
Anlarsınız kime geldiğini.
77 yıl sonra, yeniden!
*
Geleceği görmek
Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nin tanıtım toplantısında en çok konuşulan mevzu genç bir “Kurucunun” sözleri oldu.
Yanlış anlamadı isem 17 yaşında üniversiteyi bitirmiş, 19 yaşında mastırı tamamlamış. Sıksa Guinness’e girecek kadar dahi. Ama sıkmaya gerek görmemiş.
Şimdi Gelecek’in kurucular kurulunda.
Mikrofon uzatılmış toplantı sonunda.
Davutoğlu’nu övmek için “Bilime önem veren birisi. En azından diploması var” diyor.
Bu laf üzerine herkes, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a laf atıyor” yorumunu yapıyor.
Çocuk dahi ama bu lafı söyleyince adama sorarlar:
“Madem Erdoğan’ı eleştiriyorsun. Senin lider diye övdüğün kişinin ne işi vardı Erdoğan’ın yanında. Madem Erdoğan’ın diploması yok demeye çalışıyorsun, senin lider dediğin, diploması olmadığını iddia ettiğin kişiyi cumhurbaşkanı adayı gösteren partinin genel başkanlığını yapmadı mı! Senin liderim dediğin kişi, onun bir cümlesi ile başbakanlıktan istifasını sunarken diplomasız olmakla itham ettiğin kişiye ölünceye kadar bağlılık yemini etmedi mi?”
Tabii bu sözlerim abesle iştigal.
17 yaşında üniversite bitiren bu dahi çocuk birkaç sene önce olsaydı AK Parti’ye kaydolurdu.
Ve emin olun geçmişini şöyle bir araştırsanız, ABD’de öğrenci iken Erdoğan’ın orada düzenlediği toplantılarına katılıp ellerini patlatırcasına alkışlamışlığı bile vardır.
Dahi olmak başka şeydir, ilkeli olmak başka şey.
İlkeli şahsiyet Erdoğan’ın yanından elbette ayrılabilir ve “İlkelerimiz artık örtüşmüyor” diyebilir.
Ama ilkesiz şahsiyet dün “En büyük lider” dediği kişiye ayrılınca “Diploması bile yoktu” deyiverir.
Sonra bir takım “Andavallılar” da bu tiplerden “Geleceğin siyasetini” bekler.
Ben size baştan söyleyeyim.
Böyle bir gelecek olmaz.
Böyle olsa olsa geçmişimizin ırzına geçen bir yaklaşımın gelecek ile ilgili yapacağı belli olur!
*
İktidarsız Galatasaray
Galatasaray, büyük bir felakete doğru dolu dizgin gediyor.
Hep söylediğim bir şey vardır spor kulüplerinin başarıları ile ilgili olarak, “Bir kulüp ancak yönetimi kadar Avrupalı olabilir” diye.
Galatasaray Alp Yalman’ın kulübü yönettiği dönemde Avrupa’da ilk kez Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynadı.
Faruk Süren’in başkanlığı döneminde genç antrenör Fatih Terim ile Avrupa Şampiyonu oldu, Süper Kupa’yı aldı.
Mehmet Cansun döneminde Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale dayandı.
Sonra Özhan Canaydın döneminde yine Fatih Terim’le Trömsö faciasını yaşadı.
Aysal döneminde Juventus’u elerken, Dursun Özbek döneminde Ostersund faciası geldi.
Başkanların tarzına bakınca ne demek istediğim gayet iyi anlaşılır.
Bugün Galatasaray yine bir facia halinde.
İki yıldır futbol falan oynamıyor takım.
Geçen sene Galatasaray şampiyon olmadı.
Başakşehir ve Beşiktaş şampiyon olmamak için her şeyi yapınca şampiyonluk Galatasaray’a kaldı.
Bu yıl o bile olmayacak belli.
İki yıldır tarihin en kötü Galatasaray’ını izliyoruz.
En utanç verici.
Şampiyonlar Ligi’nde iki beraberlikle 2 puan alıyoruz.
Attığımız gol sayısı 1.
Rakip kalede pozisyon sayımız toplamda belki 5 belki 6.
Elenir bir takım normaldir ama bu kadar utanç verici biçimde elenmez.
Sonucu umursamayan, skoru iplemeyen bir futbolcu güruhuna takım denmez.
Büyük büyük konuşan ama o güruhu aylardır bir takım haline getiremeyen teknik direktöre de teknik direktör denmeyeceği gibi.
O teknik direktörün altında ezilen, o teknik direktörü bırakın değiştirmeyi “Sen ne yapıyorsun hoca” bile diyemeyen ve hocanın arkasına saklanarak, taraftarın elinde oyuncak olan kişiye Başkan ve onun yanındaki 15 kişiye de yönetim
denmez zaten.
Sonra da Nzonzi’yi kadro dışı bırakarak büyük iş yaptığını zannedersin.
Galatasaray’ın paralı sosyal medya hesaplarından gelen abuk sabuk “Helal olsun” nidalarını da biz yutuyoruz diye umarsın.
Ama en büyük rakibinin Başkanı’nın Federasyon Başkanı ile yaptığı gizli toplantıya bile gıkını çıkaramaz, tek laf edemezsin.
Ve son olarak da 2-0 önde olduğun maçı 10 kişilik rakipten 88 ve 92. dakikada yediğin iki golle 1 puanla tamamlar, rezil olursun.
Tribün ise hocanın geçmişine saygıdan “İstifa” diye inlemez şimdilik.
Ama şimdilik...
*
Unutturmadınız
Namazla ilgili bir anımı yazacağım unutturmayın demiştim.
Sağ olun unutturmadınız.
Yazacağım.
İki gün sonra.
*
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Geçmişimizin üzerinde yaşayamayacağımızı anladığımız zaman.