Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünyada sükse yapmak ve cehapeyi uyuz etmek için Kanal İstanbul yapılır mı?

        Sorunun yanıtı bende yok.

        Ancak bildiğim bir şey var ise Kanal İstanbul en az 50 milyar dolarlık bir proje.

        Böyle bir para yok ve elbette ki borçla yapılacak.

        Özel sektör yaptı denecek belki yine ama sonuçta o parayı “geçiş garantileri” ile biz ödeyeceğiz.

        Daha önce yazdım, bir kez daha yazıyorum.

        Böyle bir proje bir kişinin iki dudağı arasından çıkamaz.

        Ülke insanına en az 50 milyar dolar yük getirecek.

        Ülkenin coğrafyasını değiştirecek.

        Ülkeyi bölecek.

        Yaratacağı çevre sorunları konusunda kamuoyu ile paylaşılmış bir bilgi yok.

        Sorun yaratır diyen de var, daha az sayıda da olsa sorun yaratmaz diyen de!

        Askeri açıdan, güvenlik açısından soru işaretleri var.

        Uluslararası ilişkiler açasından soru işaretleri var.

        Olumlu veya olumsuz tarihi bir iş.

        Bu proje ancak ve ancak halka sorularak olur.

        Ancak ve ancak bir referandumla olur.

        Tüm bilgiler halkla paylaşılır, tüm proje, maliyeti, üstlenicisi, iyi ve kötü yönleri halka anlatılır.

        Sonunda halk kendi karar verir, “Evet yapalım” veya “Hayır yapmayalım” der.

        Olursa ancak böyle olur.

        Bu öyle sıradan bir iş değil.

        Yer kazıyıp iki deniz bir de yapay olarak birleştirildikten sonra bunun bir hata olduğu ortaya çıkarsa “Rabbim bizi affetsin” denilerek işin içinden sıyrılacağımız bir mesele değildir bu.

        Eğer bu iş doğru bir iş değilse Rabbin ne yapacağını bilemeyiz ama tarih yapanları affetmez.

        O yüzden bırakınız halk karar versin.

        Kendi düşen ağlamasın!

        *

        Arapça İstiklal Marşı’na tersten bir bakış

        Dün Kanal İstanbul ile ilgili konuşmak üzere dostum Celal Şengör’ü aradım.

        Ancak Celal’le konuşmaya başlayınca, konular oradan oraya atlıyor.

        Haliyle Kanal İstanbul’dan, Kırıkkale Üniversitesi’ne gittik ve üniversitede, bir organizasyon sırasında İstiklal Marşımızın Arapça olarak okunması mevzuuna girdik.

        Ben büyük bir sinirle, “Yahu kardeşim böyle edepsizlik mi olur! Bir grup şerefsiz, Mehmet Akif Ersoy’a sövüp duruyor. Adamın eteğinin altından çıkanlara tapanlar, bu büyük şaire demediklerini bırakmıyorlar. Bir de şimdi adamın şiirini Arapçaya çevirmek nereden çıktı? Zaten artık sokakta Arapçadan başka lisan duymuyorum. Bir bu eksikti” diye kükredim.

        Celal ise “Bak şimdi meseleleri birbirine karıştırma. Türkçeyi, Akif’i korumak istemen başka şey diğeri başka şey” diyerek farklı bir perspektif açtı.

        Anlattıkları ilgimi çekti.

        “Bunları yazmak isterim ama hata yapmaktan korkarım. Çetrefilli konu. Başına da bela açmak istemem. Sen en iyisi yaz yolla” dedim.

        O da aşağıda okuyacağınız satırları yolladı:

        “Sevgili Fatih,

        Bahsettiğimiz mesele ile ilgili olarak ilk kez dün gece Oya ile akşam haberlerini seyrederken beni dehşete düşüren bir habere rast geldim. Kırıkkale Üniversitesi Arapça Bölümü, üniversitenin düzenlediği Arapça günlerinde İstiklâl Marşımızın Arapça bir tercümesini okumuş (tabiî merasim gereği Türkçesi okunduktan sonra; yani bazı haber kaynaklarının iddia ettiği gibi, Türkçesinin yerine değil!). Derhal anlı şanlı milletvekillerimiz televizyonlar önüne koşturarak bu durumu protesto etmekle kalmamışlar, ayrıca rektör hakkında soruşturma açılmasını istemişler.

        Öncelikle bu zevata şunu hatırlatmak isterim: Üniversite bağımsız bir kurumdur ve uygar toplumlarda devlet yönetiminin (kral, başkan, meclis vs.) otoritesi üniversitenin kapısı önünde durur, içeri giremez. Bu hattâ Orta Çağ’da bile böyleydi.

        Kaldı ki, yapılan iş gerçekten takdire değerdir, zira Âkif’in o muhteşem şiirini herhangi bir başka dile tercüme etmek maharet ister.

        Üniversiteye saldıran zevat acaba tercümenin kalitesi hakkında kafa yormuş mudur? Meselâ Âkif’in İstiklâl Marşı şiirini yazmak için kullandığı aruz vezni Arap kökenlidir; acaba tercümede bu tutturulabilmiş midir (ki bir Altay dilinden Sâmi bir dile çeviri yaparken bunu becermek kolay değildir). İnsanın aklına hemen Bayard Taylor’un vezni tutturarak yaptığı Faust tercümesi geliyor. Almancadan İngilizceye, yani birbirine çok yakın iki Hint-Avrupa dilinde yapılan o tercüme bile ne kadar zor olmuş, yer yer vezin uğruna Goethe’nin hattâ mesajı kaybolmuştur. Üstelik Arapça bölümünün düzenlediği bir Arapça günü ülkemizde ne yazık ki çok az bilinen bu büyük uygarlık dilinin tanınması için pek hoş bir faaliyettir. Ülkemizde kaç entelektüel Avrupa’ya ilham olmuş, Rönesans'ı tetiklemiş Arapça klâsikleri okuyabilmektedir? (İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü yanılmıyorsam altmışlı yılların sonunda El Heysem’in meşhur konik kesitlerinin Arapça metninin pek enfes bir tıpkıbasımını yayımlamıştı. İyi ki o zaman rektör olan matematik profesörü merhum Nâzım Terzioğlu Hocamız (1912-1976) artık yok; olur ya, onun için de üniversitede Arapça metin bastırıyor diye soruşturma talebi gelebilirdi)

        Meselâ Kırıkkale Üniversitesi Arapça Bölümü şimdi de Fatih’in Amirutzes’lere Arapça’ya tercüme ettirdiği Ptolemaios tercümesini Türkçeye çevirip haritalarıyla birlikte yayımlasa. Ne hoş, ne kadar faydalı olur değil mi? Kendilerine bilimsel destek için gönüllü olacağımı hemen buradan ilân edeyim.

        Efendim o rektör geçmişte de şunu şunu yapmıştı iddiası televizyonlarda İstiklâl Marşının Arapçasını en küçük bir bilgi kırıntısı sergilemeden eleştirmek için boy gösteren milletvekillerini kurtarmaz. Üniversiteye saldıran Cumhurbaşkanı da olsa, milletvekili de olsa, yerel yönetici de olsa, yapılana haddini bilmezlik denir. Ha, tercümenin kalitesini tartabilecek bilgide birisi aralarında varsa, buyursun onu tenkid etsin. Yoksa üniversitenin mânevi şahsiyeti karşısında haddini bilsin.

        Sevgilerle arkadaşım,

        Celâl”

        *

        Fotoğraftaki bizim otomobil mi?

        Sevgili okurlar, dün bazı internet siteleri ve televizyon kanalları yerli otomobilin çizimleri diye birtakım fotoğraflar yayınladılar.

        Oldukça hoş görünümlü, iyi dizayn edilmiş ve iç dizaynı da hayli yüksek kaliteli ve modern bir otomobilin çizimleri.

        Otomobil bizim yerli otomobil gibi SUV segmentinde yer alan bir model olduğu için herkes ilgilendi.

        Bazı okurlar bana sordular “Gördün mü, beğendin mi?” diye.

        Gördüm.

        Çok beğendim.

        Önden Maserati Levante’den izler taşıyan, arkadan bakınca DS 7 ve Audi’ye benzeyen, iç donanımı keza Audi gibi boydan boya ekrandan oluşan bir dash board ve Tesla’daki gibi dikine büyük bir pad ekran barındıran, müthiş güzel bir SUV.

        Ancak ben bu çizimin bizim yerli otomobilimiz olma ihtimalini sıfıra yakın görüyorum.

        Bu araç yerli ve milli bir otomobil olamaz.

        Her şeyden önce bizim yerli SUV’un C segmentinde olacağı söylendi.

        Dün fotoğrafları sızdırılan araç sanki D segmenti gibi görünüyordu.

        Daha önemlisi bizim yerli ve milli SUV’umuzun elektrikli olacağı çok açıkça biliniyor. Fotoğraftaki araç ise arkasındaki yazıya bakılırsa “Hybrid” yani hem elektrikli hem benzinli motora sahip. Yani elektrikli menzili çok çok kısa.

        Ve yine fotoğraftaki aracın donanımına baktığımız zaman bu otomobilin 300 bin TL’den daha ucuz bir fiyata pazara çıkması pek mümkün görünmüyor.

        Yani bu aracın bizim yerli araç olma ihtimali yok desem herhalde anlarsınız.

        *

        Milletvekilleri araç çekmek ister misiniz!

        Sevgili okurlar, çakarlı hanzolarla hep birlikte yaptığımız mücadelede belirli bir başarı elde ettik.

        “Yetmez ama evet”çiler gibi “Yetmez ama bu da bir kârdır” diyelim. İnşallah yetmez ama evetçiler gibi rezil rüsva olmayız o da ayrı.

        Milletvekilleri ise bu yüce görevi nasıl daha saygın hale getirir, halk gözünde itibarımızı nasıl arttırırız diye düşünmek, işlevsizleşen meclisin işlevlerini arttırmak için mücadele etmek yerine çakar mücadelesi içindeler.

        “Milletvekilleri de çakar kullanma hakkına sahip olsun” diye.

        Ayıptır.

        Sizi o göreve seçenlere üstünlük taslayacaksınız öyle mi!

        Yuh olsun size. Asil yolda beklerken, vekil yanından çakarak gidecek.

        Bunu da özellikle talep edecek!

        Şahane.

        İki elim yakanızdadır bilesiniz.

        Bu arada İstanbul’da Trafik Vakfı adı altında yıllardır vatandaşa zulüm eden çekici terörüne karşı da mücadele ediyorduk birlikte.

        O mücadelede sonuca ulaştık.

        Trafik Vakfı bundan böyle yolda gördüğü otomobili alıp götüremeyecek.

        Vakıf bu işten çekildi.

        Polisi yıpratan, töhmet altında bırakan bu rezillik de böylece son buldu.

        İnşallah milletvekilleri çıkıp “Biz bir vakıf kuralım ve araçları biz çekelim” demezler!

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Başarılar teknik direktörlerin başarısızlıklar futbolcuların olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar