Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Eski Başbakanlardan Tansu Çiller önceki gün bir konuşma yaptı.

        Genelde kullandığı kelimelerle ilgili ya da hitaplarla ilgili gaf yapardı.

        Ne bileyim mesela Trabzon’u Akdeniz’in incisi yapmaya söz verir, Cenabı Allah’ı miting meydanında toplananlara emanet eder, Zeytinburnu mitinginde halka “Zeytin burunlular” diye iltifat eder, yıllar önce büyükşehir olmuş Samsun’da Samsunlulara “Sizi büyükşehir yapayım mı?” diye sorar, rahmetli Haydar Aliyev’e “Haydar Ali Bey” diye seslenir, kimi kelimelere dili dönmez ebe gübe deyip dururdu.

        Ama bunların hepsi zararsız, komik, sempatik gaflardı.

        Önceki günkü konuşması ise bir felaketti.

        Tansu Hanım durduk yerde “Eğer İdlib’de olmazsak onu güney sınırımıza taşırsanız ve içerde yaparsanız daha çok evlat ölür, daha çok zarar görürüz” dedi dün konuk olarak gittiği 2. Meclis’teki programda yaptığı konuşmada.

        Bana sorarsanız bu talihsiz bir cümle.

        Türkiye’yi acz içinde gösteren bir cümle.

        Türkiye’nin güneyinin düşman tehdidi altında olduğunu ima eden, işgal tehdidi altında olduğunu anlatan bir cümle.

        Çiller bunu iktidarı desteklemek için söylediyse yanlış yapmıştır.

        Çünkü bu cümle yıllardır izlenen politikaların Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye düşüren sonuçlar doğurduğunu ifade eder.

        Bu fikre katılmam mümkün değildir.

        Politikalar ne kadar yanlış olursa olsun Türkiye’nin böyle bir riski yoktur.

        Böyle bir risk var ise bütün sınırımız tehlikededir.

        *

        Biri doğru ise diğeri yanlış

        Her şey tam da tahmin ettiğimiz gibi gelişiyor.

        Batının haysiyetsiz medyası, konuyu hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde ele alıyor.

        4 milyona yakın mülteciyi “Avrupa’nın konforu bozulmasın” diye tek başına ağırlayan Türkiye’ye 3 milyar avroyu türlü pazarlıkla gıdım gıdım, proje bazında veren AB Medeniyeti, sınırına dayanan 100 bin mülteciyi silahla vursun, gazla boğsun, dayakla durdursun diye bir günde 750 milyon avro vermeyi kabul etti.

        İnsafsızlığı satın almak deniyor buna.

        Ve Batı medyasında haliyle tık yok.

        Buna karşın yine Türkiye hedefte.

        Türkiye’nin insanları silah olarak kullandığı, masum sivilleri AB karşısında koz elde etmek için ölüm yollarına sürdüğü, soğuk denizlere attığı ve Yunan polisinin ve askerinin kurşunlarına hedef yaptığı anlatılıyor.

        Yunanlı vuruyor Türkiye suçlu oluyor.

        Suud’un Dışişleri Bakanı’nın da Cemal Kaşıkçı’yı “Suudiler seni öldürecek diye uyarmadığımız için Kaşıkçı’nın ölümünden sorumlu ülke” olduğumuzu iddia etmesi kadar “manyakça” bir tavır.

        Akılalır gibi değil.

        İlk gün de dediğim gibi ahlaki üstünlüğü kaybediyoruz.

        Kime karşı.

        Başından beri ahlaksızca bir tutum içinde olanlara karşı diyeceksiniz.

        Bence değil.

        Bence vicdanlara karşı.

        Kendi vicdanımıza karşı.

        Şimdi bazılarınız diyebilir ki, “Bu yaptığımız doğru.”

        Haklı olabilirsiniz.

        Belki bu yapılan doğrudur.

        Peki o zaman yıllardır yapılan yanlışı da itiraf etseniz.

        “Biz 8 yıldır yanlış yapıyorduk. Geç oldu ama şimdi uyandık” deseniz.

        *

        Deprem verisi de mi gizli?

        Bir süredir bilgi saklanmasına kafayı taktım.

        Doğruların halktan gizlenmesine.

        Ancak bu kadarını tahmin bile edemezdim.

        Deprem ülkesi Türkiye’de deprem verilerinin halktan saklandığını biliyor muydunuz?

        Ben bilmiyordum.

        Geçen gün bir bilim insanından gelen telefonla öğrendim.

        Ve Celal Şengör’ü aradım ve o da bunu teyit etti:

        “Sevgili dostum, aynen sana söylendiği gibi AFAD, 24 Ocak 2020 tarihinde meydana gelmiş olan 6.8 büyüklüğündeki Sivrice depreminden 2 gün sonra, 27 Ocak tarihinde, her zaman halka açık olan, sayısal deprem verisini bakım çalışması yapıldığını belirterek paylaşıma kapatmıştır. Sadece halka değil, bilim dünyasına da kapatılmıştır ve deprem araştırması yapan üniversiteler, rasathaneler dahi bu verilere ulaşamamaktadır. Bakım çalışması adı altında, 1 aydır AFAD’ın dalga biçimi verisine ulaşılamamaktadir. Bakım çalışması bahanesiyle bu kadar çok depremin olduğu bir dönemde. Ülkemizin merkezi depremi sistemi olduğunu iddia eden bir kuruluşun veri sağlama faaliyetini bu kadar uzun süre tatil etmiş olması anlaşılabilir değildir.

        A.M.C. Şengör”

        *

        Tuzak haber servisine şaşırmayacağım

        Gerçekten çok komik şeyler oluyor memlekette.

        Artık üzülmeyi, sıkılmayı bırakıp gülmeye karar verdim olan bitenlere.

        Şu şehitlerimiz olmasa içimizi yakan, gözümüzü dolduran, gerçekten gülünç bir ortam var aslında.

        Oda TV’nin haber müdürü Barış Terkoğlu gözaltına alınmış.

        Olayda komik iki yön var.

        İlki, yahu gözaltına almak neyin nesi, davet gelsin ifadesini versin değil mi?

        Sözde FETÖ ile mücadele var ama FETÖ taktikleri hâlâ geçerli.

        Hadi onu geçelim.

        Terkoğlu’nun gözaltı gerekçesi devletin gizli kalması gereken bilgisini paylaşmak.

        Bir Milli İstihbarat Teşkilatı mensubunun cenaze törenini ve ölümünü haber yapmak.

        Ama ilginç olan TBMM çatısı altında bir milletvekili bu konu ile ilgili bir hafta önce basın toplantısı yapmış.

        İsimleri ve olayları orada açıklamış. Meclis TV bu basın toplantısının görüntülerini basına servis etmiş.

        Başka gazeteler ve gazeteciler konuyla ilgili haber yapmış.

        Ama gözaltı Terkoğlu’na.

        Çok acayip değil mi?

        Yakında Anadolu Ajansı’na haber yaptırıp, sonra da bu haberi kullananlardan “sevilmeyenler” gözaltına alınırsa kimse şaşırmasın.

        NOT: Bu arada Barış Terkoğlu da babamın oğlu değil. Kendisini bir kez görmüşlüğüm ya vardır ya yoktur. Haber müdürü olduğu site zaman zaman aleyhime haber de yapar. Ama o ayrı, bu ayrı.

        *

        Kurşun

        Memlekete kurşun mu döktürsek diye düşünüyorum.

        Her alanda başımızda bir uğursuzluk var.

        Batıl inançlarım yoktur.

        Ama gerçekten bir uğursuzluk var gibi görünüyor.

        Çığlar, depremler, kazalar derken üzerine bir şehitler, şehitler, şehitler.

        Şehitler ve doğal afetler kadar sıkıntı verici olmasa dahi futbola da sıçradı uğursuzluk.

        Yaz başında en azından bizi biraz olsun avutup, iyi sonuçlarla kederimizi bir nebze hafifletecek olan Avrupa Şampiyonası öncesi iki önemli oyuncumuz sakatlanmış.

        Önce forvetimiz Cenk Tosun’un çapraz bağları kopmuş ve 5-6 ay sahalardan uzak kalacak diye dertlenmiştik.

        Ardından Ozan Kabak’tan 3 aylık bir sakatlık haberi geldi.

        Memleketin üzerine kurşun döktüremeyiz ama Federasyon, Milli Takımımıza bir kurşun döktürse en azından.

        *

        Bugün o gün değil!

        Galatasaray’ın eski Başkanlarından Sevgili Duygun Yarsuvat dün bir toplantı tertipledi ve Galatasaray’daki muhalefet olarak görülen kişileri bir araya getirdi.

        Sağ olsun, beni de davet etti.

        Ancak katılmadım.

        Çünkü böyle bir zamanda, futbol takım şampiyonluğa giderken böyle bir toplantı yapmayı Galatasaray açısından zararlı buluyorum.

        Tüm diğer Başkanlar gibi Mustafa Cengiz bugün var, yarın yok.

        Ama Galatasaray’ın başarıları kalıcı ve unutulmaz.

        Üstelik de Dursun Özbek gibi bir felakete karşı dahi ayaklanmayan Galatasaraylıların, Mustafa Cengiz’e karşı bu denli tepkili olmasını doğru bulmuyorum.

        Cengiz’in tavırları bozuk mu?

        Bozuk!

        Galatasaraylılara gereksiz hakaretler savuruyor mu?

        Savuruyor.

        Kendisi ile hesaplaşma günü bugün mü?

        Hayır!

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Zamansız öten horozun bir işe yaramadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar