Sağlık Bakanı ile uzun bir sohbet
Dün akşam televizyon programı öncesi evde oturuyorum.
Telefon çaldı.
Tanımadık numaraları açmama prensibimi çoktan bozmuş olduğum için açtım.
“Fatih Bey iyi akşamlar” diyen kibar bir ses.
“Buyrun” dedim.
“Ben Sağlık Bakanı” dedi.
Benim adımı kullanan ama bana ait olmayan bir twitter hesabından hatalı bir eleştiri yapıldığını görmüş.
Çalışma arkadaşları “O hesap sahte. Fatih Altaylı’nın değil” demişler.
Ama Fahrettin Bey “Olsun. Ben yine de Fatih Bey’i bir arayayım, anlatayım” demiş. Eleştiri şu: “Amerika’ya 500 bin corona tarama kiti satıyoruz, Çin’den 50 bin tane alıyoruz. Madem eksik var niye satılmasına izin verdiniz.”
Bunu benim yazmış olmam mümkün değil çünkü ben ABD’ye satılan ile Çin’den alınan kitlerin aynı kitler olmadığını biliyorum ama Bakan Koca yine de anlatmak istemiş.
O yüzden aradı.
“Fatih Bey, ABD’ye 500 bin adet tespit kiti satıldığı doğru. Sırf ABD’ye değil başka ülkelere de satış yapıldı. Bu kitlerden üreten firmalarımız var ve bunların çok yüksek kapasitesi var. O yüzden bu satışlar yapıldı. Ama bizim Çin’den aldığımız kitlerle o kitler aynı şey değil” diye başladı.
“Satılanlar PCR kitleri. Türk firmaların aylık 2 milyona yakın bu kitlerden üretim kapasitesi var. Yani satmaları bizde bir eksiklik doğurmaz. Bize gerektiği kadarını tedarik etme imkanına zaten sahipler” dedi.
Peki bizim Çin’den aldığımız kitler ne?
“Çin’den aldıklarımız hızlı tanı kiti. Bizdeki normal PCR kitleri 2-2,5 saat kadar hazırlık 1-1,5 saat kadar da test süresinde yani 4 saatte sonuç veriyorlar. Bu da testlerde bizi yavaşlatıyor. Çin’den aldıklarımız ise hızlı. Yani onlarda hazırlık süresi yok. 1 ila 1,5 saat arasında hemen sonucu verebiliyorlar. Bu da büyük avantaj sağlıyor” dedi.
Bakanlık bu hızlı kitleri test merkezlerine ve test yapan üniversitelere dağıtmaya başlamış.
Peki bunlar neye yarayacak?
“Bu testleri kullanma alanımız test sonucu pozitif çıkmış hastaların çevresindekilerin hızla taranmasına imkan sağlayacak. Diyelim ki, bir kişiye corona Covid 19 tanısı konuldu. Hızlı test ile bu kişinin temasta olduğu herkesi büyük bir süratle testten geçirebileceğiz. 1 saat içinde kimlere bulaşmış ya da bulaşmamış görebileceğiz” diye anlattı bakan.
Peki bu hızlı test güvenilir mi?
“Temas grubuna test yaptık ve negatif çıktı. Hemen konu kapanmıyor. Aynı kişilere 1 hafta sonra yeniden test yapılmak üzere bekliyoruz. Bir haftadan önce semptomlar görülürse hemen davet ediyoruz. O bir hafta içinde de kendilerini karantina koşullarında tutmalarını talep ediyoruz” diye anlatıyor Fahrettin Koca durumu.
Hızlı testlerin yanı sıra bir de “real time test kitleri” alınmış Çin’den.
Bu da şu demekmiş:
“Hızlı test kitleri için de bir PCR cihazı gerekiyor sonuçta. Ama real time testler için buna gerek yok. Doğrudan çok hızlı sonuç veren test yapıyor. Bu testleri PCR cihazı olmayan yurdun en ücra yerlerine yollayacağız. Böylece mesela Şırnak’ta da bu testler yapılabilecek. Çok da hızlı biçimde. Böylelikle elimizdeki veri havuzu çok güçlenecek”
Peki niye bütün testler hızlı ve real time yöntemi ile yapılmıyor.
Anladığım kadarı ile bunun iki nedeni var.
Birincisi PCR testleri Türkiye’de üretilen malzeme ile yapılıyor ve dışa bağımlı değil.
İkinci önemli özellik ise şu: PCR testleri daha güvenilir. PCR’larda sonuç yüzde 95 güvenilir ise hızlı testlerde yüzde 85, real time testlerde yüzde 80 gibi. (Bu bilgiyi veren Bakan Koca değil. Benim eklediğim bir nokta.)
Şu anda günde 3000 teste doğru ilerliyorlarmış. Hedef günde 5000’i aşmak ve hatta 10 bine çıkabilmek.
Bir diğer konu ilaç.
Hidroksiklorokin etken maddeli bir sıtma ve romatizma ilacının Covid 19 tedavisinde başarılı olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Ancak bu ilaç Bakanlık tarafından piyasadan toplatıldı ve renkli reçeteli satışa geçildi. Bakan Koca’ya bunu soruyorum:
“Evet doğru. Bu ilacı toplattık. 500 bin kutuyu piyasadan satın aldık. Satışını da reçeteye bağladık. Corona ile mücadele eden tüm birimlere de dağıtımına başladık. Toplattık çünkü bir anda çılgınca bir saldırı başladı bu ilaca. Karaborsa oluştu bir anda. Daha kötüsü şu, bu bir ilaç sonuçta ve ciddi yan etkileri de olabilecek olan bir ilaç. Doktor kontrolü gerektiren bir ilaç. Bir ilacın böyle bir başı boşluk içinde kullanılması toplum sağlığı için de sıkıntı yaratırdı. Topladık ama elimizde yeter miktarda var ve lisans sahibi firma bu ilacı Türkiye’deki tesislerinde talebimize göre yeniden üretebileceğini bildirdi.”
Bu ilacın yanı sıra sorumlu gazetecilik gereği adını veremeyeceğim biri Japon kökenli ama Çin’de üretilen üç ayrı ilacın da temin edildiğini ve corona tedavi merkezlerine dağıtıldığını söyledi Fahrettin Bey.
Bu arada Japonya Büyükelçisi ile de bir araya gelmişler. Önümüzdeki günlerde Japonya’dan gelecek bir bilim heyeti ile ortak bir toplantı yapılacakmış.
Bakan Koca “Japon deneyimi ilginç ve öğrenmemiz gereken bir deneyim. 30 bin test yaptılar toplam ama çok başarılı sonuç aldılar genelde. Paylaşmak istiyoruz” dedi.
Fahrettin Koca sağlık çalışanlarının korunmasına da büyük önem verdiklerini belki de salgına karşı koymada en önemli unsurun sağlık çalışanlarını korumak olacağını da söyledi.
Teknik malzemenin veya sarf malzemesinin öyle veya böyle sağlanabileceğini ama yetişmiş personelin sayısının belli olduğu ve bu personelin çok önemli olduğunu söyledi.
Bakan’a yoğun bakım yatağı ve ECMO cihazları sordum.
“Yoğun bakım kapasitesi olarak kötü değiliz. Hatta iyiler arasındayız” dedi. Ecmo ile ile ilgili olarak da “160 ECMO cihazımın var. Bize göre sayı yeterli. Bu cihazların gereken ekipmanı ve malzemeleri de elimizde yeterince mevcut” dedi.
Bakan Koca ile yaptığım konuşmadan hissettiğim şu.
Bakan asıl mücadelenin henüz başlamadığı fikrinde. Açık açık söylemedi ama öyle anladım.
Sayıların artacağını düşünüyor.
Mücadelede en önemli unsurun da “Karantina ve sosyal izolasyon ve sosyal mesafe olduğu” inancında.
Tabii el hijyeninden sonra.
Böyle bir şey söylemedi ama hissettiğim şu oldu… Tüm yetki kendisinde olsa sanki çok sıkı bir sokağa çıkma yasağı ya da kontrollü çıkış izni uygulayacağından eminim.
*
Hidroksiklorokin
Genelde romatoid artrid, lupus ve sıtma hastalıklarının tedavisinde kullanılan Plaquenil adlı ilacın ve jeneriklerinin etken maddesi olan “Hidroksiklorokin” corona tedavisinde başarılı.
Bu bilinen bir gerçek haline geldi.
Covid 19 hastalarının tedavi sürelerini neredeyse yarı yarıya kısalttığı ve hayat kurtardığı sır değil.
En çok merak edilen ise bu ilacın kullanımının “önleyici etkisi” olup olmadığı.
Yani bu etken maddeye sahip bir ilacı kullanıyorsanız coronaya yakalanmaktan kurtulabiliyor musunuz?
Öncelikle şunu söyleyeyim.
Bu ilacın hayli fazla yan etkisi var.
Özellikle Asya ırklarında göze çarpan ama genel olarak da görülen geri döndürülemez retina bozulması, bazı kas rahatsızlıkları, kalpte aritmi ve kalp durması gibi sonuçları olabilecek bir ilaç.
Yani özellikle dozaj açısından doktor kontrolü gerektiren bir ilaç.
Bulsanız bile “Aman da beni korurmuş” diye yutmayın hemen.
Coronaya karı koruyucu etkisi var mı?
Bİ-LİN-Mİ-YOR
Bununla ilgili klinik bulgu yok çünkü yeterince deneme de yok…
Kimi mikrobiyologlar, ki bunlar çoğunluk “Asla hasta olmadan kullanmayın” diyorlar.
Daha az bir bölümü ise “Düşük dozda ve uzun aralıklı kullanım özellikle yüksek risk gruplarında faydalı olacaktır” diyor.
Yani işin özü risk grubunda değilseniz koruyucu maksatla kullanmak daha riskli.
Ancak yine de muazzam bir talep olsa gerek ki, normal satış fiyatı 18 TL civarında olan bu ilaç şimdi internette 1500-2000 TL fiyatla satılıyor.
Ve bence sakın güvenip de almayın.
İçinden ne çıkacağını asla bilemezsiniz!!
*
İdlib ne alemde?
Sizi bilmem ama ben bir şeyi çok merak ediyorum.
Bu corona belası başımıza çullanmadan evvel konuştuğumuz tek konu var idi.
“İdlib” ve İdlib kaynaklı “Yunan sınırına yığılan” mülteci sorunu.
Corona çıktığı günden beri bu meseleler unutuldu.
Bitti de mi unutuldu, yoksa bitmedi ama biz mi ilgilenmiyoruz emin değilim.
İzin verirseniz bir ara bu meseleleri ele almak istiyorum.
Gündemden kaçıyor demeyecekseniz!
*
Eleştirin ama insaf da edin
THY’nin avukatı değilim.
THY’den hayatımda ayrıcalıklı muamele falan da görmedim. İstemedim de. Utanırım.
Pek çok meslektaşım gibi ekonomi bileti alıp upgrade ettirenlerden de değilim, içeceğim şarabı özel olarak uçağa yüklettirip havada yudumlayanlardan da.
Her vatandaş nasıl uçuyorsa ben de öyle uçuyorum.
Ne genel müdürünü tanırım ne başka birini THY’den.
CEO’sunu da bir kere gördüm o da THY’de değil, Yatırım Ajansı’nın başında iken.
THY’den gördüğüm tek kıyak birkaç ay önce uçaktan inerken koltukta unuttuğun laptopumu bulmaları olmuştu.
Yani bu yazacağım THY beleşçisi bir gazetecinin yalakalığı değildir. Peşin peşin söyleyeyim.
Alında söylemeye de ar ediyorum bunları ama öyle boktan bir hal aldı ki her şey, söylemek lazım diye düşündüm.
Bugünlerde herkes THY’den şikayet ediyor.
Biletim iade edilmedi, paramı alamadım, o oldu bu oldu.
Haklı ve doğru şikayetler.
Ama biraz da halden anlamak lazım.
THY için de zor günler.
Uçtuğu destinasyonların yüzde 60’ı hatta 70’i kapanmış.
Sefer sayısı en az yarı yarıya azalmış.
Doluluk oranları daha da beter düşmüş.
Okuduğum kadarı ile bilet iadesine sadece önceki hafta 210 milyon dolar civarında bir para ödemiş.
Buna can dayanmaz.
O yüzden şikayet edelim etmesine ama.
İnsafı da elden bırakmayalım.
*
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Coronaya yakalananlara ebolaya yakalanmış muamelesi yapmadığımız zaman.