Sosyal mesafe ve devlet
Bilimi, hekimi, televizyonu izlemiyorsunuz dinlemiyorsunuz, izleseniz de dinleseniz de takmıyorsunuz, tamam anladık. Ama memleketin gücü ve etkisi tartışılmaz lideri bas bas bağırıyor, “Aranıza sosyal mesafe koyun, evinizde oturun” onu da mı takmıyorsunuz!
Bahsettiğim ve seslendiğim kitle sade vatandaş değil.
Hedef aldığım grup “Yönetim” ya da “Bürokrasi”.
Genel bir olaydan değil çok bariz bir olaydan dolayı.
Corona salgını nedeniyle “Devlet” yoksul ailelere 1000’er TL para verme kararı aldı.
Bu paraların bu hafta dağıtılacağı belli.
Ve Türkiye gerçekten de gelişmiş ülkelerin pek çoğundan daha iyi işleyen bir e-devlet sistemine sahip.
Yani bu ödemeleri e-devlet üzerinden, vatandaşları bir yere çağırmadan, toplamadan yapabilecek bir sistem kuracak alt yapıya sahip.
Üstelik de bu paraların yoksul vatandaşlara ödenmesine karar veren “Devlet” aynı zamanda vatandaşların evlerinde oturmasını ya da en azından “Aralarına sosyal mesafe koymasını” da istiyor.
Fakat o da ne!
O 1000 TL’ler PTT şubelerinden dağıtılıyor.
Binler, on binler PTT şubeleri önünde kuyruk, dip dibe, nefes nefese paralarını almaya çalışıyor.
Cenaze namazında bile bir araya gelmesi yasak insanlar bir becerisizlik yüzünden PTT önünde neredeyse kucak kucağalar.
1000 TL alacaklar ama belki de o kuyrukta kapacakları coronanın devlete maliyeti epey bir bin lira olacak.
Niye?
Çünkü bu organizasyonu beceriksizler yapıyor da o yüzden.
Peki niye becerikli, bu işi yapabilecek insanlar yapmıyor?
Liyakata göre verilmeyen görevi yapan genelde o görevi yapabilecek, göreve bir şey katabilecek biri olmuyor.
O yüzden de en sıkıntılı zamanda, en basit bir iş bile doğru düzgün yapılamıyor.
Peki bundan ders alınıyor mu?
Hiç zannetmiyorum.
Siz de zannetmeyin!
*
Rektör
Önceki gün whatsapp grubundaki arkadaşlarımdan birinin gönderdiği bir videoyu izledim.
Sonra ne yaptım biliyor musunuz?
Ağladım.
Gerçekten ağladım.
Hüngür hüngür ağladım.
O videoda ne vardı biliyor musunuz?
Bir üniversitemizin rektörünün instagram üzerinden yaptığı bir sohbetin kaydı.
Anadolu Üniversitesi Rektörü’nün.
İzledim.
Sonra da ağladım.
Uzun uzun.
Bu ülke nasıl bu hale geldi diye.
*
Gitmek mi zor, kalmak mı zor!
Kocaeli Valisi bazı işçilerin corona salgını nedeniyle işe gitmemesi üzerine “İşe gitme zorunluluğu” getirmiş.
Yahu bu vatandaş ne yapsın, bir söyleyin.
Devletin tepesi “Evde oturun” diyor.
Devletin valisi “İşe git” diyor.
Hangisi!
Bir karar verin...
*
Deneysel tedaviler ve Sağlık Bakanı Koca
Corona ile mücadelede Türkiye yeni tedavileri uygulamakta oldukça hızlı ve iddialı görünüyor.
Bazı hastanelerimiz coronayı yenmiş hastaların kanından elde edilen serumun coronalı hastalara enjekte edilmesi yöntemiyle tedavi edilmeye başlandı bile.
Keza Çin’in pek az sayıda hastaya uygulayarak literatüre soktuğu “kök hücre” tedavisi de uygulamaya girmeye başladı.
Sağlık Bakanlığı hastanelerin bu yöndeki çalışmaları için yaptıkları başvuruları hızlı bir biçime onaylayıp, klinik denemelere izin veriyor.
Bu son derece olumlu bir tutum.
Zaten Sağlık Bakanı bu dönemin bence yükselen yıldızı.
Kaçmıyor, saklanmıyor.
Modern ve demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi her gün çıkıp bilgi veriyor.
En saçma sapan soruları bile yanıtlıyor.
Kimseyi dışlamıyor, kimseyi aşağılamıyor. Bu yüzden de muhalifler bile kendisine saygı duyuyor.
Belki de salgın sonrası siyasetçi prototipinin örneklerini veriyor Fahrettin Koca.
*
Büyük depresyondan beter olacak mı?
Dünya çapında Covid 19 hastalığına yakalananların sayısı 1 milyonu aştı.
İtalya inişe geçti.
İspanya ise Avrupa’da İtalya’nın yerini aldı.
Salgına en sorumsuzca yaklaşan liderin ülkesi ABD’de ise beklendiği üzere büyük bir artış var.
ABD 240 bine yaklaşan hasta sayısıyla şu anda dünya üzerindeki corona vakalarının dörtte birine ev sahipliği yapıyor.
Hastane, sağlık personeli, ekipman ve sarf malzemeleri konusunda da berbat bir durumdalar.
Günlük ölüm sayısında birinciliği az farkla da olsa ele geçirdiler ve farkı açacaklar gibi duruyor.
Bunun yanı sıra ABD’de zaten beklenen resesyon çok daha büyük ve çok daha güçlü bir biçimde 2021’i beklemeden ülkeyi vuracak gibi.
ABD’de corona salgını sonrası işsizliğin yüzde 30’u aşması ve işsiz sayısının 47 milyon olması gibi felaket senaryoları var.
1920’lerin sonunda başlayıp 1930’lar boyunca süren “büyük depresyon” döneminde bile ABD’deki işsizlik oranı yüzde 24,9’u aşmamışken, corona sonrası oran tam bir felaket aslında.
Bunun dünyaya nasıl etki edeceği ise belirsiz bir şey değil.
*
Yardım
Arpalıklardan “ballı” maaş alanların ve kamu kesesinden cömertlik edenlerin neden bağış kampanyasına katılmadığını sordum dün.
Çok eski tanıdığım, eski bakanlardan biri aradı.
O da şu anda bir kuruluşta yönetim kurulu üyesi.
“Fatih Bey, adımı vermenizi hatta yazmanızı bile istemiyorum. Sadece tanıdığım bir dostumun benim hakkımda olumsuz bir düşüncesi olmasını istemediğim için arıyorum” dedi.
Anlattı:
“Devlet daha yardım kampanyası başlatmadan evvel, devlet mekanizmasının nasıl çalıştığını bildiğim için kentim Yozgat’ın şehir hastanesini aradım. Çünkü bilirim ki Ankara’da alınan bir kararın taşrada uygulamaya geçmesi haftalar bazen aylar alır. Bu yüzden de pandemi hastanesi ilan edilen hastanemizi arayarak başhekime sordum, ‘Ne ihtiyacınız var?’ diye. O da ‘Şu anda bir ihtiyaç yok ama pek yakında olacaktır. Biraz yedeğimizin olması iyi olur’ diyerek bazı tıbbi malzemeler istedi. Ben de yine aynı kentte bunların üretimini yapan firmadan, orada olmayanları ise başka yerlerden temin ederek yolladım. Gerektikçe yollamaya da devam ediyorum. Bunun yanı sıra kişilere de yardım ediyorum. Biz Türkler genelde doğrudan yardımı severiz. Ben de öyle yapıyorum. Bizzat kendi tespit ettiğim ihtiyaç sahiplerine yardım ediyorum. Bu süreç tamamlanıncaya kadar da edeceğim. Bu yönetiminde görevli olduğum kurumdan aldığım maaşla sınırlı bir yardım da değil” dedi.
*
Toplama
“Devletin” yardım kampanyasına yatan miktar belli oldu.
Yaklaşık 850 milyon TL.
Üç beş günde fena para değil.
Bir karşılaştırma yapmak gerekirse devletimiz Suriyelilere bugüne kadar 40 milyar dolar harcamıştı.
O da yaklaşık 260 milyar TL ediyordu.
Kendi vatandaşlarımız içinse bunun 300’de birini topladık.
*
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğunu çocukların bile bildiğini anladığımız zaman.