Demografi şansımız mı!
Türkiye’de coronadan hayatını kaybeden insanların sayısı tartışma konusu.
Gerçek sayılar saklanıyor mu tartışması ve üretilen pek çok teori var.
Ben de bu soruyu ilk açıklamalar yapılmaya başlandığı günden bu yana konuğum olan tüm doktorlara sordum.
Hiçbiri “Evet sayılar saklanıyor” diyemedi.
En şüphecisi “Belki teşhisi netleşmeden, test sonucu gelmeden kaybedilen hastalara corona yazılmıyordur” derken, son olarak İl Pandemi Kurulu Üyesi Dr. Erdoğan Çetinkaya “Dünyada nasıl yapılıyorsa, burada da aynen öyle yapılıyor” dedi.
Bu noktada ben şöyledir veya böyledir diyecek bilgiye sahip değilim.
Ancak ölüm sayısının daha az olmasının olası nedenlerini görebiliyorum.
Bana göre iki temel nedenden ötürü Türkiye’de kaybedilen coronalı hasta sayısı Batı standardının altında seyrediyor.
1. Hastalarımızın yaş ortalaması genç:
Türkiye’de tespit edilen coronalı hastaların yaş gruplarına göre dağılımı Türkiye demografisinin yaş ortalamasına uygun biçimde seyrediyor. Hastaların ağırlıklı bölümü 25-50 yaş arasında. İkinci ağırlıklı bölümü ise 30-60. Bu da mortalitenin düşük olmasının bir nedeni muhtemelen, çünkü genç yaş gruplarında hastalık daha az öldürücü.
2. Türkiye’de kadın hasta sayısı erkek hasta sayısından az olmakla beraber oransal olarak yakın. Bu da bir başka avantaj olabilir. Çünkü corona Cov2 kadınlarda daha hafif seyrediyor ve öldürücülük oranı çok daha düşük.
3. Bunlar kadar önemli olan bir başka neden ise Türkiye’deki sağlık sisteminin erişim kolaylığı. Avrupa’nın hatta dünyanın çeşitli ülkelerinde sağlık hizmeti almaya çalışmış biri olarak söyleyebilirim ki, Türkiye’deki erişim kolaylığı hemen hiçbir ülkede yok. Normal zamanlarda ülke bütçesinin üzerine ağır bir yük gibi görülen bu erişim kolaylığı böyle dönemlerde avantaj haline dönüşebiliyor. Erişim kolaylığından kastımın ne olduğunu okumak istiyorsanız, alttaki yazıya geçmenizi rica edeceğim.
*
Sağlığa erişim
Geçen Aralık ayı idi.
İngiltere’deydim.
Bir yakınım ağır bir grip oldu.
Ateş 40’a yaklaşıp, durum zorlu hale gelince bir kliniğe gitmek üzere birlikte yola çıktık.
Önce ünlü bir üniversitenin hastanesine geldik.
Yaklaşık 1 saat kadar bekledikten sonra görüşebildiğimiz resepsiyonist benzeri hemşireye derdimizi anlattık.
Kadın yüzümüze bile bakmadan “En erken 1 haftaya randevu verebileceğini” söyledi.
“Ama ateşi var ve acil” dedik.
Bekleyenleri göstererek “Herkes acil” dedi. Ve şehirdeki bir kliniğe gitmemizi önerdi.
Gittik.
Orada da yaklaşık 1 saatlik bir bekleyişin ardından öğle tatili oldu ve kimseyle görüşemedik bile.
Öğleden sonra aynı kliniğe tekrar gittik.
Bu kez 45 dakikalık bir beklemeden sonra hemşireye ulaştık.
4 gün sonraya randevu verdi.
“Ateş çok yüksek. Bir doktor görsek de bir ilaç verse” dedik.
“Eczaneye gidin ateş düşürücü alın” diye akıl verdi.
Bir sonraki durağımız, ilk gittiğimiz hastanenin küçük bir şubesi oldu.
Akıllıca davranıp acilden giriş yaptık.
Kafasından kanlar akan 70 yaşlarında bir kadının da epeydir orada beklemekte olduğunu durumundan anlayınca hemen hastanemsi yeri terk edip eczaneye gittik.
Bildiğimiz bazı ilaçları alalım diye.
Ancak bunların bazıları reçeteli idi. Eczacı “Doktor yazarsa verebilirim” dedi.
Doktora ulaşamadığımızı söyledik.
Güldü. “Biz de ulaşamıyoruz zaten” dedi.
Reçetesiz birkaç ilaç tavsiye etti.
Yakınımın hastalığı doktor göremeden 10 gün içinde iyileşti.
O yüzden Boris Johnson’ın hastanelik olması çok da sürpriz değil.
İngiltere’nin işin başında “Bırakalım sürü bağışıklığı olsun” demesi de bundan muhtemelen.
Çünkü bıraksalar da bırakmasalar da o sistemle bir şey yapmaları mümkün değildi.
İskandinavya’yı bilmem, Avrupa’nın pek çok ülkesinde durumun bu olduğunu söyleyebilirim.
*
Karşı mısın?
Dün eski binaların dönüştürülmeyeceğini, yeni iki hastane inşaatına başlandığını yazınca bazı okurlar ya da troller “Ne yani hastane yapılmasına karşı mısın?” diye sordular.
Hayır ama elde hazır bina varken yenisine masraf edilmesine, hele hele bu yoklukta buralara milyarlar ödenmesine karşıyım.
Orada koca bina boş.
Sadece pandemi için ekstra yatak gerektiren bir dönem yaşanıyorsa, boş binalar kullanılabilir dedim.
“Tasarruf” yapılmasını istemek suçsa evet suçluyum.
Üstelik Seyrantepe’de Galatasaray’ın stadı ile birlikte yapımına başlanan ve Şişli Etfal’in yerini alacak olan hastane inşaatı da hâlâ bitmedi.
Stat neredeyse eskidi bile hastane ise açılmadı.
Ben boşa para harcamayalım diyorum.
Bazıları ise “Karşı mısın?” diyor.
Karşıyım ulan, karşıyım.
Kısıtlı kaynağın, gereksiz tüketilmesini karşıyım.
*
Siz ödemezseniz ben de ödemem
Digiturk’un açıldığı günden beri kullanıcısıyım.
Spor paketinin de.
Ligler durdurulunca spor paketinden çıkmayı aklıma bile getirmedim.
Öyle ya adamlar sonuç olarak kulüplerin parasını öyle veya böyle ödeyeceklerdi.
Bizim de destek olmamız gerekiyordu.
Ancak dün Bein Sports kulüplere ödeme yapmayacağını açıkladı.
Bunun üzerine ben de bu yazı biter bitmez Bein Sports’u arayacak ve spor aboneliğimi iptal ettireceğim.
Size de tavsiye ederim.
*
Wimbledon’un uyanıklığı
Bütün spor karşılaşmaları ertelenirken yılın en önemli tenis turnuvası diyebileceğimiz Wimbledon’un yapılması elbette ki imkansız.
Yapılmayacak zaten.
Ancak turnuvanın düzenleyicisi All England Lawn Tennis and Croquet Club’un bu işten bir kaybı olmayacak.
Çünkü uyanık İngilizler turnuvayı “Salgınlara karşı sigortalatmışlar.”
Şaka değil.
17 yıl önce Wimbledon, salgın hastalıkların yaratabileceği zarara karşı kendi sigorta ettirmiş.
Bunun için de 17 yıl boyunca her yıl 2 milyon dolar sigorta primi ödemişler.
Toplamda 34 milyon dolar.
Peki bu yıl turnuva iptal olunca ne kadar alacaklar biliyor musunuz?
Poliçe gereği tam tamına 141 milyon dolar.
Seneye turnuva yine yapılamazsa bir o kadar daha.
*
Garip bir dönem
Garip bir “Post apocalyptik” dönem yaşıyoruz sanki.
Gözlemlediğim ruh hali böyle.
Trafikte kurallara uyum iyice azaldı.
Işık takan yok, ters yoldan gelen çok, yollara araçlarını bırakanların sayısında artış görülüyor, garip bir umursamazlık hali var sanki.
İşin kötüsü bu durum her yere yansımış.
Mesela kimse ödeme yapmıyor.
Esnaf ödeme alamıyor, bu yüzden de ödeme yapamıyor.
Garip bir biçimde çekler ödenmiyor.
Piyasa sanki durmuş.
Bir yandan hayat ve ticaret akıyor ama gereği yapılmadan, avara kasnak gibi dönüyor.
Nerde durur belli değil.
Keza kiralar ödenmiyor mesela.
Hadi arsası olan rantiye için birkaç ay ödenmese ne olur diyebilirsiniz ama bir evinin kirası ile geçinen emekli dul ve yetim Ayşe Teyze’nin de kirası ödenmiyor.
Bankalar da ipe un sermiş vaziyetteler.
Devletin söylediği hiçbir şey bankalarda geçerlilik kazanmıyor.
Ne krediler söylendiği gibi uzatılıyor ne de yeni krediler veriliyor iddia edildiği şekliyle.
Kur almış başını gidiyor “B.k yeme otur yerinde” diyen yok.
Sanki unutuldu kur meselesi.
Bu virüs elbet bir ara gidecek buralardan.
Ama geride bıraktığı “Aymazlık” ne olacak çok merak ediyorum.
*
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Vurdumduymazlık meziyet zannedilmediği zaman.