İmarla barıştınız, ya doğa ile
Yine bir deprem vurdu, bu kez İzmir’i.
Gündüz saatlerinde olunca, herkesin elinde cep telefonu bulununca, neredeyse canlı yayın yaşadık depremin etkilerini.
Koskoca binalar gözümüzün önünde yerle bir oldu.
İçlerindeki insanlarla.
Üzüldük mü?
Hem de nasıl.
Binaların çöküşünü gözyaşları ile izledik.
İçerde evladı kalan annenin feryadını dinledik, onunla birlikte ağlayarak.
Üzüldük, çok üzüldük.
Peki şaşırdık mı?
Kendi payıma söyleyeyim, zerre şaşırmadım.
Buralarda bir deprem bekliyordu zaten bilim insanları.
Başta Celal Şengör ve Naci Görür olmak üzere bu işi bilen herkes.
Celal Hoca ile birkaç gün önceki konuşmamda, “Bu korona üzerine bir de deprem gelecek. Ödüm patlıyor vallahi" demişti.
Keza Naci Görür de aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu. Hem de yer göstererek.
Ben de yıllardır elimden geldiğince, her fırsatta televizyonda deprem tehlikesine dikkat çekmeye çalıştım. Yüzlerce bilim insanı ile yüzlerce program yaptım.
Biliyorum siz bile sıkıldınız, deli mi bu dediniz.
Ama bilime inanıyordum ve bilimle uyarmaya çalışıyordum.
Peki Türkiye’yi yönetenler ne yaptı?
İmar Affı çıkardılar.
İmar Affı... TBMM’de el birliği ile.
Kendi çapımda kıyameti kopardım.
Bir yandan kıyamet koparırmış gibi yapıp diğer yandan İmar Affı’na başvuranlar gibi değil.
“Yapmayın, burası deprem ülkesi” diye bağırdım.
Yasayı getiren iktidardan umudum yoktu, muhalefete yalvardım.
Onlar da tınmadılar.
Türkiye’nin deprem riski en yüksek iki kentini hepimiz biliyoruz.
Biri İstanbul, diğeri İzmir.
Ve bakın size iki sayı vereyim.
484.875 ve 242.604
Bu sayılar ne biliyor musunuz?
Birincisi İmar Affı için İstanbul’dan yapılan başvuru sayısı, ikincisi ise İzmir’den.
En yüksek başvuru bu iki kentten.
Riskin en yüksek olduğu iki kent, ölüme davetiye demek olan İmar Affı’na en çok başvurunun geldiği iki kent.
Buna imkan sağlayan ise devlet.
Diyorum ya üzüldük ama şaşırmadık.
Şaşırmamaya ve üzülmeye devam edeceğiz anlaşılan.