Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Aşı ile ilgili içinde bulunduğumuz durumu dün ben sordum, sağ olsun Sağlık Bakanı yanıtladı.

        Sinovac aşısı yola çıkıyormuş, BioNTech ile anlaşma hemen hemen hazırmış. Mart sonuna kadar 4,5 milyon doz gelecekmiş. Opsiyonel olarak da 30 milyon doz olabilirmiş.

        İyi ki, sormuşum.

        İyi ki yanıt alabildik.

        Bu arada Sinovac aşısının Türkiye’deki Faz 3 çalışmaları henüz bitmemişti ama Bakanlık isteyince bir “ara rapor” açıklanabilsin diye “Kodlar kırıldı.”

        Kod kırılması şu demek.

        Kime gerçek aşı, kime plasebo yapıldığı bu kodlarla gizleniyor.

        Denek grubunda belirli bir hasta sayısına ulaşıldığı zaman kodlar kırılıyor ve kime plasebo, kime aşı yapıldığı ortaya çıkıyor ve karşılaştırma yapılıyor.

        Aşılandığı halde hasta olanlarla, aşılanmadığı için hasta olanların sayıları karşılaştırılıyor ve aşının “etkinliği” ortaya çıkıyor.

        Bu kodların kırılması için araştırmayı ve sonuçlarını anlamlı kılacak belirli bir hasta sayısına ulaşmak gerekiyor.

        Mesela BioNTech’in aşısında kodlar 178 hastaya ulaşınca kırıldı.

        Sinovac’ın aşısında ise ara rapor istendiği için bilim insanları istemeye istemeye 29 hastada kodları kırmak zorunda kaldılar.

        Etkinlik yüzde 91,25 çıktı.

        Hiç fena değil.

        Ancak çalışma hala sürüyor ve bu oran yükselebilir de düşebilir de.

        Ancak yüzde 72’nin altına düşmeyeceği kesin gibi.

        Güvenilirlik konusunda ise tüm aşılar güvenilir.

        Sinovac aşısını da gönül rahatlığı ile olabilirsiniz.

        Size tavsiyem ben bunu olmam öbür aşıyı beklerim falan demeyin.

        Sıranız geldiğinde bulduğunuz ilk aşıyı olun.

        Çünkü Covid-19 beklemiyor.

        Ve kime nasıl etki edeceği de belli değil.

        Kimi ayakta geçiriyor, kimi yoğun bakımda.

        Kimini ise üç günde götürüyor.

        Dün normal bugün suç

        Dün normal bugün suç
        0:00 / 0:00

        Düğün Gecesi.

        Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin öldüğü gecedir.

        Yaradanına kavuştuğu için de bu geceyi düğün gecesi olarak görür.

        Ölüm kutlanır mı demeyin, kavuşma gecesi olarak Mevleviler tarafından her yıl kutlanır.

        Etkileyici bir ritüeldir.

        35 yıl kadar önce Konya’da izlediğim Şeb-i Arus’u hatırladıkça hala ürperirim.

        Ancak bu yıl İstanbul’da yapılan anma ya da kutlama pek bir tartışıldı.

        Tartışma konularından biri “Kadın semazenlerin de katılmasıydı.”

        “Vay nasıl böyle bir şey olur” nidaları hükümet medyasında ve hükümete yakın yazarlar arasında yankılandı.

        Oysa kadın semazen yeni bir şey değildi.

        İlk olarak 1993 yılında kadın semazenler de semaya katılmış ve 2011 yılında Sabah gazetesi kadın semazenleri “18 yıldır duaya katılıyorlar” diye övgüyle haber yapmıştı.

        Hatta Dede Hasan Çakır “Hazreti Muhammed Kabe açılışını yanında kadınlarla beraber yaptı. Hac’da kadın erkek beraber Kabe’yi tavaf ediyor. Mevlana felsefesinde kadın erkek ayrımı yoktur” demiş, onu da yazmışlar Sabah’ta.

        27 senedir sorun olmayan şey bugün sorun olmuş anlayacağınız.

        Niyeyse.

        Benim takıldığım ise bambaşka bir şey.

        Yıllardır kahvelerde, cafelerde, restoranlarda, turistik mekanlarda, defilelerde ve konserlerde Mevlevi dervişlerinin dönmesine gık demeyenlerin şimdi birdenbire öfkeyle ayağa kalkmaları.

        Vardır elbette onun da bir nedeni.

        Tabii bir de Türkçe Kur'an tartışması var.

        Onun için de alttaki yazıya geçelim.

        İbadetin dili

        İbadetin dili
        0:00 / 0:00

        Dedemin kitapları arasında görmüştüm ilk kez yabancı dilde bir Kur'an-ı Kerim’i.

        Bizim evde de çeşitli Kur'anlar vardı.

        Arap harfleri ile yazılmış Arapça olanı, Latin alfabesi ile yazılmış Arapça olanı, Latin alfabesi ile yazılmış Türkçe tefsiri, Osmanlıca yazılmış Türkçe tefsiri.

        Hepsi vardı.

        Ama dedemin kitapları arasında gördüğüm ilginçti.

        Almancaydı.

        Üzerinde kocaman “Der Koran” yazıyordu.

        Dedeme sormuştum “Niye Almanca yazmışlar” diye.

        “Alman anlamak istemiş içinde ne olduğunu. Bir şeye gerçekten saygı duymak için anlamak ister insan” demişti.

        Bana da hem Hazreti Muhammed’in hayatını hem de Kur'an’ın Türkçe mealini okumamı tavsiye eden kendisiydi.

        Şeb-i Arus’da Türkçe Kur'an okunması üzerinden kıyamet kopuyor şimdi yine.

        “1930’lara dönme suçlaması” yapılıyor.

        Gülüyorum.

        1800’lere dönmüşüz zaten ne 1930’u diyeceğim ama ayıp olacak.

        Dinlerin dili olur mu diye hep tartışılır.

        İslamiyet’in dili Arapça diye söylenir hep.

        Konum değil bilemeyeceğim.

        İyi de o zaman niye Farsça’dan gelen Namaz kelimesini kullanırız Arapça Salat’ın yerine?

        Ya da niye Pehlevice’den gelen Oruç kelimesini tercih etmiştir Türkler?

        Farsçalaştırmakta sorun yoktur da Türkçeleştirmek mi sorundur!

        Konum değil derine inmeyeyim. Bu basit sorularla noktalayıp, mesela “Hristiyanlığın dili nedir?”e bakalım.

        Hazreti İsa Aramca konuşurdu.

        Ama ilk İncil’i o yazmadı.

        İlk nüshayı yazan kim tam bilinmiyor.

        Kimine göre Matta, kimine göre Markos.

        Ama kesin olan bir şey ilk İncil’in ve onu takip eden İncillerin Aramca yazılmış olduğu.

        Sonra Yunanca’ya çevrilmiş, sonra Latince’ye.

        Hangisi daha “Kutsal” bir fikrim yok.

        Hepsi geçerli.

        İbadeti isteyen istediği dilde eder bana göre.

        Kimi anlayarak etmek ister, kimi anlamayarak.

        Kimi anlamak ama ibadeti kutsal olduğuna inandığı dilde etmek ister.

        Açıkçası edebi yönünü de düşününce, Kur'an’ı Arapça okumak istemeyi çok iyi anlıyorum.

        Sadece ilahi metinleri değil, güçlü felsefi metinleri de dilinde okumanın önemi vardır.

        Ama anlamak kaydı ile.

        Elden giden

        Elden giden
        0:00 / 0:00

        Kimsenin Ezan’ı Türkçeye döndürmek gibi bir hali ve bir niyeti olmadığı aşikar olduğu halde bir bardak suda niye fırtına koparılıyor dersiniz!

        Niye böyle bir tartışma başlatıldı?

        İktidarın “Asla iktidar olamayacağını” beyan ettiği CHP, iktidar olabilse bile böyle bir şey yapmayacağı açık olduğu halde niye yeniden bu tartışma başladı?

        Nedeni çok açık.

        Yanıtsız sorulara karşı önlem olarak.

        Neler mi?

        - Yıllarca enflasyonun nedeni olarak yüksek faizleri gösterdiniz şimdi ha babam de babam faiz artıyor. Ekonominin kuralları mı değişti sorusuna “Ne Türkçe Ezan mı okutmak istiyorsunuz” daha basit bir yanıt olur.

        - Müteahhitlerin, kamu ihalesi kazanmakta rekor kıranların milyarlarca liralık borçlarını silerken gayet bonkör olan hükümet, asgari ücret konusunda niye bu kadar cimri davranıyor sorusuna “Ne Türkçe ibadet mi ettireceksiniz bu millete” demek daha rahattır.

        - “Maaş zamlarını TÜİK’in enflasyon hesabına göre yapacaksınız ama marketteki enflasyon bundan kat kat fazla” dediğiniz zaman “Ne kadınları mı semazen yaptınız” yanıtı çok daha etkili ve sıkıntısızdır.

        Bu soruları istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

        Yanıtlar ise hep aynıdır.

        “Din elden gidiyor” diye kıyamet koparılıyorsa elden giden mutlaka başka bir şeyler vardır.

        Teşvik ne suçtur ne ayıp

        Teşvik ne suçtur ne ayıp
        0:00 / 0:00

        Medyamızın en sevdiği şeylerden biri “teşvik” haberleridir.

        Ona şu kadar teşvik buna bu kadar teşvik.

        Millet de kızar.

        “Vay ben açken teşvik ha!”

        Bu kadar yanlış bir habercilik anlayışı olmaz, olmamalı.

        Teşvik dediğin her yerde vardır.

        Bir ülke yatırım olsun istiyorsa yatırımı teşvik eder.

        En gelişmiş ülkeler bile.

        Dün yine bazı kendini muhalif zanneden gazetelerde böyle haberler vardı.

        Okuyan da zannediyor ki, bu teşviklerle bunların cebine para konuyor.

        Yok öyle bir şey.

        Devlet diyor ki, “Şu kadar yatırım yaparsan ben senden şu kadar az vergi alırım, şu kadar az fon alırım, ithal ettiğin üretim araçlarının gümrük vergi ve fonlarında şu kadar indirim yaparım.”

        Yani yatırım yapma maliyetini düşürüyor ki millet yatırım yapsın.

        İş alanı açılsın, üretim olsun, ihracat olsun.

        Teşvik demek birinin cebine hazineden para koymak değil.

        Yatırım yapar ve üretim yaparsa Hazine’ye ödeyeceği parayı azaltmak ve böylece yatırımı özendirmek.

        Bunu İngiltere de yapıyor, Almanya da, Amerika da, Bulgaristan da, Romanya da.

        Bunda bir ayıp yok.

        Ama teşviki sadece kendine yakın olana veriyorsan o ayrı.

        Bunda büyük ayıp var.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Cahil cüretkarlığı bilgiden önemli zannedilmediği zaman.

        Diğer Yazılar