Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Günün mevzuu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması.

        Erdoğan’ın Yunus Yılı’nın açılış konuşmasında Türkçe’nin önemini ve korunmasının gerekliliğini anlatırken yaptığı konuşmanın Binali Yıldırım’ın 4 yıl önce yaptığı bir konuşmadan bire bir kopya edildiği fark edildi.

        Konu gündem oldu, Erdoğan’ın metin yazarları ile epey bir dalga geçildi.

        Metin yazarlarının da “intihal” modasına uyduğu geyikleri yapıldı.

        Durum gerçekten komik olmakla beraber bence çok da önemli değil.

        Hatta iyimser bir bakış açısıyla, iktidarın en azından “Türkçe” konusunda tutarlı ve istikrarlı bir söylem geliştirdiğine işaret ediyor bile olabilir.

        Yani sonuç bir sitcom olabilir ama bir trajedi değil.

        Oysa Erdoğan’ın metin yazarlarının son günlerde daha vahim hataları oldu.

        Bence asıl eleştirilmesi gereken onlardı.

        Metin yazarları Rize’deki konuşmada PKK tarafından katledilen 13 vatandaşımızda “esir” tanımını kullandılar.

        Bu çok ciddi bir sorundur, metin yazarları açısından affedilemez bir hatadır.

        Savaş esiri kavramı ancak ve ancak savaşan devletler arasında geçerli bir hukuki tanımdır.

        Bir devlet ile bir terör örgütü arasında “esir” kavramı kullanılamaz.

        Eğer kullanmaya başlarsanız, Türkiye’nin yakaladığı PKK’lı teröristler de “esir” olarak nitelendirilmeye başlar.

        REKLAM

        Bir terör örgütü ile bir devlet arasında asla söz konusu olmayacak bir durum ortaya çıkar.

        Zaten bazı şuursuz ya da cahil yazar veya düşünce adamlarının bu kalleş katliamı Cenevre Konvansiyonu ile ilişkilendirmeleri yeterince hatalı iken, bir de “esir” kavramını en üst otoriteye kullandırmak büyük bir sorundur.

        Bana göre metin yazarlarının asıl büyük yanlışı budur.

        Türkçe ile ilgili konuşma en fazla espri konusu olur.

        Diğerinin ise şakası bile olmaz.

        Biline.

        İnce'den

        İnce'den
        0:00 / 0:00

        Hakkında yazdığım yazıdan sonra epey bir zorlanarak da olsa Muharrem İnce ile görüştük.

        O beni aradı ben uygun değildim, ben onu aradım o uygun değildi.

        İki gün boyunca bir türlü konuşamadık.

        Sonunda Pazar günü konuşabildik ama o gün de Gara felaketi gündemdeydi, Muharrem Bey ile yaptığımız konuşmayı sizlerle paylaşamadım.

        Muharrem İnce kendisi ile ilgili yaptığım değerlendirmeye yanıt vermek için aramış.

        “Bana boş beleş adamdır demişsiniz” dedi gülerek.

        “Yok o kadar demedim. Derinliği yok dedim. Zaten sırf size de demedim. Dönemin modasına uygun olduğunuzu yeni dönem siyasetinde böyle çok siyasetçi olduğunu söyledim” dedim.

        Gülmeye devam etti İnce.

        “Vallahi Fatih Bey, nereden baktığınıza, kiminle kıyasladığınıza bağlı. Sizin sevgili dostlarınız Celal Şengör veya İlber Ortaylı ile kıyaslarsanız elbette boş beleşim. Ama beni alimlerle değil siyasetçilerle karşılaştırırsanız, onların hepsinden çok daha birikimliyim. Hepsi ile istedikleri her konuda oturur tartışırım. Eğitimim de, bilgi düzeyim de hepsinin üzerindedir” dedi.

        İkinci itirazı ise suçun bireyselliği üzerine yaklaşımına yaptığım eleştiriye oldu.

        “Ya ben iyi anlatamadım ya da siz o bölümü kaçırdınız. Ben tam da sizin savunduğunuz gibi suçun bireyselliğini savundum ve bu ilkeyi kafanıza göre değiştiremeyeceğinizi söyledim. İktidara eleştirim şuydu, ‘İşinize geldiği zaman suç bireyseldir diyerek bir FETÖ’cünün kardeşini büyükelçi ya da FETÖ’den tutuklu birinin kardeşini Bakan yapacaksınız. İşinize geldiği zaman da tutuklu birinin eşini, eşinden dolayı suçlayacaksınız' dedim. Sizin de iki yazınızda savunduğunuz buydu zaten. Ben de sizinle aynı fikirdeyim” dedi.

        Muharrem İnce, “CHP oylarımı bölmez ise seçimi kazanırım” sözleri ve müthiş özgüveni ile beni çok da güldürdü.

        Örgütü canlı tutmak

        Örgütü canlı tutmak
        0:00 / 0:00

        Her yer kapalı.

        Lokanta yasak, okul yasak, spor müsabakalarını salonda veya statta izlemek yasak, bırakın dışarıyı evde parti yapmak yasak.

        Her yerde TMM yani Temizlik-Maske-Mesafe afişleri.

        Millet olarak bu yasaklara büyük bir saygı ve ciddi bir de uyum var.

        Avrupa’da olduğu gibi yasaklar, kısıtlamalar karşıtı gösteriler falan da yapılmıyor.

        Kısıtlamalara uyma ve uygulama düzeyi oldukça yüksek.

        Ancak bir olay var ki, herkesin ağırına gidiyor.

        AK Parti’nin kongreleri.

        İktidar partisi hiçbir kural tanımayan ve kendi iktidarının koyduğu yasakları hiçe sayan kongrelerine devam ediyor.

        Binlerce kişi hiçbir mesafe kuralının uygulanmadığı kongrelerde, spor salonlarında bir araya geliyor, bulaşın en önemli unsurlarından biri olan yüksek sesle bağırarak sloganlar atılıyor.

        Ve tüm bunlar gizlice falan yapılmıyor.

        Televizyonlardan naklen, canlı yayınlanıyor.

        AK Parti’nin tabanını, örgütünü diri tutmak, gaza getirmek için bu kongreleri yaptığı söyleniyor.

        Amaç bu olabilir.

        Ama amaca bu kadar ters bir iş olamaz.

        Örgütü canlı tutmak istiyorsanız corona günlerinde bir araya getirmeniz değil, bir araya getirmemeniz gerekir.

        Bunca insan hiçbir kural tanımadan bir salona tıkıştırılırsa o örgütü canlı tutmak epey güçleşir.

        Örgütü canlı tutmak için lider değil, doktor gerekebilir.

        O sepette kimin hakkı yeniyor

        O sepette kimin hakkı yeniyor
        0:00 / 0:00

        Yemek Sepeti, Getir, Götür gibi uygulamalar var anlatmama gerek yok zaten biliyorsunuz.

        Yemek Sepeti özgün bir şey değil.

        Yıllar önce ABD’de kurulan food.com benzeri uygulamaların Türkiye muadili ve zaten çoktan yabancılara satıldı.

        Getir ise daha özgün ve bize has başarılı bir uygulama, şimdi Avrupa da benzer sistemler kuruyor.

        Aynı zamanda Bitaksi’nin de sahibi ve takdire şayan işler yapıyorlar.

        Pandemi döneminin de parlayan yıldızları bir iki uygulama.

        Ama bu uygulamaların perde arkasındaki faciayı hiç düşündünüz mü, neler dönüyor olabileceğini aklınızın bir köşesinden geçirdiniz mi?

        Bu uygulamada siz kârlısınız gibi görünüyor.

        Şirket kârlı gibi görünüyor.

        Peki düşünün bakalım kim zararlı?

        Ortada müşteri yani siz varsınız.

        Ürünü üreten var.

        Ve aracı olan uygulama var.

        İki kişinin kazanması için en azından bir kişinin kaybetmesi gerek.

        Burada kaybeden işte o üretici.

        Yediğiniz şey size ucuza ulaşsın diye hem siz hem de aracı kazansın diye o yiyeceği üretenden sürekli indirim isteniyor.

        Uygulama içinde yer almak zorunluluğunu hisseden üretici, yani büfe, küçük esnaf, tostçu, hamburgerci, kokoreççi, dönerci kim var ise hepsi bu firmaların dayattığı indirimleri vermek zorunda.

        Yüzde 25’leri aşan indirimler.

        Bunların eti ne budu ne ki bu oranda indirim verip ayakta kalabilsinler?

        Mümkün değil.

        Yapabildikleri tek şey şu oluyor.

        Kaliteyi düşürmek.

        Sonuçta kendinizi kârlı zannederken giderek kalitesi düşen bir ürüne mahkum oluyorsunuz.

        Olan önce esnafa oluyor, sonra size.

        Bu duruma Ticaret Bakanlığı’nın el atması ve çok ciddi bir kontrol sağlaması gerek.

        Özellikle yemeksepeti.com sanki pazardaki hakim durumunu üretici üzerinde çok kötüye kullanıyor.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Kulübümüze sahip çıktığımız kadar vatanımıza da sahip çıktığımız zaman.

        Diğer Yazılar