Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Ghebreyesus açıkladığında bile durum vahimdi.

        Bazı ülkeler nüfusunun üç dört hatta beş katı aşı siparişi verirken, Afrika’daki bir ülkeye toplam 25 doz aşı gitmişti.

        12,5 kişiyi aşılamaya yetecek 25 doz.

        Kimse anlamadı bu açıklamayı.

        Kimse dinlemedi.

        Anlamak ve dinlemek kimsenin işine gelmedi.

        Ben de birkaç yazı yazdım bu konuda.

        Bütün dünyayı tehdit eden böyle bir risk varken Birleşmiş Milletler’in bu konuya niye el atmadığını sordum birkaç kez.

        “Dünya için Kıbrıs’ın iki parça olması mı daha büyük risktir yoksa Covid-19 mu? BM niye kılını kıpırdatmıyor?” diye sordum

        Dün Birleşmiş Milletler Genel sekreteri Guterres ses verdi sonunda.

        WHO Başkanı’nın söylediğinden çok daha vahim bir tabloyu açıkladı.

        “Koca ülkeye 25 doz aşıdan daha vahim ne olabilir?” diye soracaklar için söyleyeyim.

        10 ülke toplam üretilen aşının yüzde 75’ini alırken, 130 ülkeye tek doz bile aşı gitmemiş, tek doz.

        Kimsenin umurunda mı?

        Belli ki değil.

        Herkes kendi derdinde.

        Aslında Türkiye’nin elinde bir güç var tam da bu sırada.

        Birleşmiş Milletler Genel Kurul Başkanlığı’nı bir Türk üstlenmiş durumda.

        Eski Büyükelçi ve AK Parti milletvekili, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır.

        Yıllarca BM’de görev yapmış Üner Kırdar’ı arayıp sordum, “Genel Kurul Başkanı Türk bir diplomat olduğu için Türkiye dönem başkanı sayılır ve yetkileri vardır” dedi.

        “Peki genel kurulu özel gündemle toplantıya çağırabilir mi?’ dedim.

        Üner’in yanıtı “Elbette” oldu.

        Şimdi tam zamanı değil mi o halde!

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nu “Covid-19’a karşı global mücadele” başlıklı bir görüşmeye çağırsa iyi olmaz mı?

        Bu görüşmenin gündemini “Salgınlarda insan hakları ve adalet” olarak belirlese olmaz mı?

        Vicdanlı ülkelerin bu eşitsizliğe karşı sesini çıkarmalarını sağlasak ve öncü olsak iyi olmaz mı!

        Kar hırsı aşıyı yavaşlatıyor

        Kar hırsı aşıyı yavaşlatıyor
        0:00 / 0:00

        Corona salgınında herkese umut olan aşıların gereken miktarın çok az altında üretilebildiğini biliyoruz.

        BioNTech CEO’su Prof. Uğur Şahin’in kendi firmasının üretimi ile ilgili verdiği sayılar bile üretimin ne kadar yavaş olduğunu gösteriyor.

        Ki mRNA aşıları en hızlı ve kolay üretilebilenler.

        İnaktif aşılarda durum belli ki daha da vahim, üretim daha da yavaş.

        Peki biliyor musunuz ki, aslında dünyada bu üretimi çok daha hızlı yapabilecek bir kapasite var.

        Gereken milyarlarca doz aşıyı aslında birkaç ay içinde üretmek mümkün.

        Peki niye üretilmiyor diyecek olursanız yanıtı basit.

        “Para para para.”

        Aşıları bulan ilaç şirketleri bu aşıları kendi tesislerinde üretiyorlar.

        Aşıların fikri mülkiyetini paylaşmıyorlar.

        Bu da üretim yapma imkanı olan pek çok tesisin boş kalmasına neden oluyor.

        İlaç şirketleri 7 milyar insana 14 milyar doz aşı üretip bundan ortalama 70 milyar dolar para kazanacaklar diye milyonlarca insan risk altında aşı bekliyor, bu süreçte virüs mutasyona uğrayıp duruyor ve belki de sonunda aşıların etkisiz hale geleceği bir mutasyon da olacak.

        Oysa dünyanın salgın nedeniyle uğradığı ekonomik kayıplar ilaç şirketlerinin edeceği 70 milyar dolardan çok daha fazla.

        En azından ekonomik olarak güçlü ülkeler ilaç şirketlerinin elde etmeyi umduğu bu kârı karşılasa ve aşı üretimi tüm tesislerde yapılarak herkesin hızlı biçimde aşıya erişimi sağlansa her şey çok daha hızlı normale dönecek.

        Dile dört yönlü saldırı

        Dile dört yönlü saldırı
        0:00 / 0:00

        Türkçe’nin korunması ile ilgili duyarlılık çok önemli.

        Ama bana sorarsanız tek yanlı düşünülen, tek yanlı ele alınan bir duyarlılık.

        Türkçe’nin korunması denirken sanki sadece “Batı dillerinin” etkisinden korunması gibi bir algı var.

        Oysa Türkçe’nin içindeki Doğu dilleri kaynaklı kelime sayısı, Batı dillerinden gelen kelime sayısından çok çok daha fazla.

        Çok basit bir örnekle, İslamiyet ile ilgili kavramlarımızda kullandığımız kelimeler bile Farsça. Oysa vatandaşa sorsan ibadetin dili Arapça diye biliyor.

        Artık gelenek olmuş ibadet dilini bir kenara bırakalım, değişmez ve değiştirmeye gerek de yok ama dilimize son zamanlarda bile gerekli gereksiz Doğu kökenli kelimeler sokup duruyoruz.

        Mesela yakın zamanların popüler kelimesi “istikşafi”

        Hiç duymadığımız, hiç bilmediğimiz bir kelime iken sürekli kullanır hale geldiğimiz bir kelime.

        Arapça “keşif” kökenli.

        Bizim yıllardır “arama toplantısı” diye bildiğim şey birdenbire “istikşafi” görüşme oldu.

        Yine son zamanların moda kelimelerinden biri “tevafuk”.

        “Rastlantı” anlamında kullanılıyor genelde.

        Tabii ki Arapça kökenli.

        “Denk gelme, zarif bir uyum içinde olma” anlamlı sözcük herkesin dilinde.

        Yine bin yıllık “dedikodu” artık Arapçalaştı ve “gıybet” oldu niyeyse. Herkesin dilinde artık gıybet var.

        Dil işgal altında, say say bitmez.

        Bu nedenle dilimizi koruma hassasiyetine yüzde yüz katılıyorum.

        Ama sadece Batı’dan değil, Doğu’dan da!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Bazen duymazdan gelmek gerektiğini anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar