Bu ülke için her gün daha fazla üzülüyorum.
Her gün içim daha fazla yanıyor.
Sağda solda konuşulanları duydukça üzüntüm daha da artıyor.
Daha net söyleyeyim.
Canım yanıyor, canım. Hem de çok yanıyor.
Bir mafya abisi çıkmış haftalardır yayın yolu ile memlekete hiza veriyor.
Haftalardır gündemi belirliyor, ekranlardan Türk siyasetine ayar veriyor.
Akılalmaz iddialar ortaya atıyor.
Siyasetin en önemli figürlerini suçluyor, vukuunun değil, şüyuunun bile bir ülkeyi darmadağın edeceği suçlamalar bunlar.
Vahim.
Daha vahimi halkın önemli bir bölümü bunların gerçek olabileceğini düşünüyor.
Siyasetçilerin “yalanlayan” açıklamalarını değil, mafyanın “suçlamalarını” daha inandırıcı buluyor.
“Cami hocasının dediğine mi inanacaksın, bu işler pis iş, pis işleri kim bilir, pislikler bilir" diyerek kendisini pislik olarak tanımlayan kişi, siyasetçiden daha fazla güven veriyor.
Olacak iş mi!
Oluyor.
Sağda, solda, yolda, büfede, manavda, kasapta “Helal olsun adama” dediklerini duyuyorum.
Canım acıyor.
Koskoca bir ülkenin düştüğü durum bu.
Sanki bir temiz eller operasyonu yürütülüyor ve operasyonun başında bir mafya abisi var.
Kendi tabiri ile “dönüş bileti” yanan Peker, kendisine “yeni bir dönüş bileti” ayarlamaya çalışıyor, millet bu bilet pazarlığını izleyip, yeni bir kahraman ortaya çıktı zannediyor.(Siz bir de yeni dönüş biletinden de umudu kestiği anı tasuvvur edin.)
Bugün suçladıkları ile 30 yıldır kol kola olduğunu, bugün derin dediklerinin 30 yıldır kullandığı bir “eleman” olduğunu kimse hatırlamıyor ve hatırlamak istemiyor.
Siyasi cinayetlerin, faili meçhullerin parçası olduğu yolundaki itirafları, “zaman aşımına sığınarak” kendisini ele veriyor olması bile, izleyicilerinde negatif bir etki uyandırmıyor.
Süper lüks bir hayat süren, özel uçaklarla gezen bir Robin Hood imajına inanmayı tercih ediyor herkes.
Ben de 30 yıldır mücadele ettiğim ve muhtemelen etmeye devam edeceğim Sedat Peker’i ilgi ile izliyorum.
Ve ne yalan söyleyeyim, bana bile biraz sempatik gelmeye başladığını utanarak itiraf ediyorum kendime.
Gerçekten çok ama çok üzülüyorum.
Bu ülkenin bu hale düşürülmesinden, çocuklarımızın bu hale düşürülmüş bir ülkede yaşayacak zorunda kalmasından çok dertliyim.
Ama aslında bambaşka ve çok daha büyük bir derdim var.
Dikkatli okurlar hatırlayacaktır belki, birkaç ay önce bir yazımı “Hala Türkiye diye bir ülke var ise” diye bitirmiştim ve sadece dikkatli gözler bu minik detayı önemsemişti.
Türkiye giderek hukukun olmadığı, adaletin kalmadığı, herkesin bir köşesine, kiminin tam tepesine çöktüğü bir ülke haline geliyor.
Bunun uzun vadedeki sonucu “kırılgan devlet” veya daha da kötüsü Max Weber”in “failed state” dediği, bizim Türkçeye daha kibar bir şekilde “başarısız devlet” diye çevirdiğimiz şeye dönüşmektir.
Şu anda bu durumun önündeki tek engel Türk halkının binlerce yıllık ortak aklı ve geleneğidir.
Ama o bile artık çok zayıflamıştır.