Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sezgin Baran Korkmaz’ın çevresinde şekillenen skandalda olayların göbeğindeki isim, belki de organizatör olan İnan Kıraç’ın sessizliği sürüyor.

        Söylediğinin tam aksine Sezgin Baran Korkmaz’a önce kendisinin hisse sattığının, Korkmaz’ın Jan Nahum hisselerini daha sonra aldığının ortaya çıkmasına, ortak olmaktan rahatsız olduğunu iddia ettiği Sezgin Baran Korkmaz’la ele ele diz dize sergi gezip, dostluk yaptığının anlaşılmasına, şirketlerinin Sezgin Baran Korkmaz’la yaptığı anlaşmalara ilişkin Sermaye Piyasası Kanunu gereği KAP’a yaptığı açıklamalar ile şimdilerde yaptığı sözlü açıklamaların tutarsız olduğunun görülmesine ve yalan söylediğinin kesinleşmesine rağmen İnan Kıraç sessizliğini koruyor.

        Beyaz bir Türk'ün kara para ile bu denli iç içe olması hiç konuşulmuyor, hiç sorulmuyor.

        Kıraç ancak ve ancak soru sormayacak gazetecilerle bir araya geliyor.

        Sorulara yanıt vermemeyi tercih ediyor.

        Aynı durum Jan Nahum için de geçerli.

        Üstelik Jan Nahum’la ilgili bir suçlama da yok.

        Ama tüm bu ortaklık hikayesini anlatabilecek kişi o.

        Suçlamaya muhatap olmadığı için de açıkça anlatabilir.

        Ve tabii Sezgin Baran Korkmaz’ın ülke dışına kaçması ile ilgili Claude Nahum tarafından uyarıldığı ya da en azından uyandırıldığı iddiası.

        REKLAM

        Bu da Baran Korkmaz’ın kaçmadan önce kimlerle konuştuğu, Claude Nahum ile konuşup konuşmadığı HTS kayıtları ile ortaya çıkar.

        Ama niyeyse bu kişiler suskun.

        Ve tek bir savcı bile kalkıp bu isimleri “Gelin bir anlatın bakayım" diye çağırmıyorsa ve daha da kötüsü muhalefet bile bu konuda tek kelime etmiyor, susuyorsa bunda bir iş vardır.

        Ve bu işler eninde sonunda bir gün ortaya çıkar.

        Liyakatsizlik işe yaradı

        Liyakatsizlik işe yaradı
        0:00 / 0:00

        Üniversite kalitesinin “Bululaşmasından” söz ederken Boğaziçi Üniversitesi yönetiminin “Cehaletinden” bahsetmemek olmaz.

        Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin demokratik haklarını, barışçı bir biçimde kullanmasından rahatsız olan “Bulu yönetimi” bir grup öğrencinin burslarını kesmiş ve bu durumu öğrencilere bir tebligatla bildirmişti.

        Bu çirkin durum üzerine, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu bursları belediye imkanları ile devam ettireceğini açıklamıştı.

        Ancak buna gerek kalmadı.

        Çünkü memleketin dört tarafını gırtlağa kadar saran cehalet, bilgisizlik ve hepsinden önemlisi liyakatsizlik burada da kendini gösterdi ve bu kez bir işe yarayarak öğrencileri kurtardı.

        Üniversite yönetiminin, öğrencilerin burslarını kesmek için gerekçe gösterdiği yönetmeliğin, aslında var olmadığı, 2004 yılında çıkarılan bu yönetmeliğin, 2008 yılında değiştirildiği ve öğrencilerin burslarının kesilmesine dayanak gösterilen maddenin bu değişiklikle yönetmelikten çıkarıldığı ortaya çıktı.

        Üniversiteyi yöneten kafadan çok daha gelişmiş olduğu anlaşılan bir öğrencinin yargıya yaptığı itiraz sonucu ortaya çıkan bu gerçek karşısında öğrenciler burs haklarını korumuş oldular.

        İnşallah bu gelişme ile birlikte bu liyakatsiz atamaları yapanlar da, layık olmayanları sağa sola atayarak bu ülkeyi yönetemeyeceklerini anlamış olurlar.

        Sağlık Bakanı Koca'dan özür diliyorum

        Sağlık Bakanı Koca'dan özür diliyorum
        0:00 / 0:00

        Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan özür diliyorum.

        Samimiyetle.

        Aşılama konusunda çok ciddi bir mesafe katettik.

        18 yaşa kadar indik.

        Bu önemli bir başarı.

        Gerçi Sinovac ısrarını eleştirmiş, aşıda çeşitlendirme yapılması gerektiğini söylemiş ve Biontech ile bir türlü anlaşma sağlanamamasına kızmıştık ve haklıydık ama sonuçta eleştirileri ciddiye alan, samimiyetle çözüm arayan, Fransa’nın 70 milyon dozluk siparişini iptal etmesini Türkiye için fırsata çeviren ve Özlem Türeci ile Uğur Şahin’in vatanseverliklerinden istifade anlaşmayı sağlayan da yine Bakan Koca oldu.

        Biraz gecikme ile de olsa sonunda iyi oldu.

        Aşı meselesini en iyi çözümleyen ülkeler arasına girdik böylece.

        Ancak aşıdaki ret oranını ne yazık ki şimdilik bilmiyoruz.

        Yüzde 30’lar civarında olduğu söyleniyor.

        Düşük değil.

        Aşıya şüphe ile bakanları da anlıyorum.

        Şüphecilik kötü bir şey değildir.

        Ancak hep sorduğum bir suali tekrarlıyorum.

        Kuduz bir köpek tarafından ısırıldığınız zaman da aşı olmayacak kadar cesur musunuz!

        Elbette kimseyi aşı olmaya zorlayamayız.

        Böyle bir hakkımız yok.

        Ama salgın etsini tam anlamıyla kaybedinceye kadar aşılanmamış olanlara bazı kısıtlamalar getirebiliriz.

        Aşılı olmayanların ücretsiz izne çıkarılması, toplu taşımadan yararlanmalarının engellenmesi, konaklama tesislerinde kalmalarına izin verilmemesi gibi kısıtlamalar getirilebilir.

        Hem kendilerinin hem de toplumun iyiliği için.

        Salgın bitinceye kadar.

        Hayret anlamış

        Hayret anlamış
        0:00 / 0:00

        Epey bir zamandır kendisini muhatap almam için çırpınan bir gariban var.

        Bir yazısında adını anmam, kendisini yazar yerine koymam için yırtınıyor.

        Derdi dili benimle.

        Ha babam beni yazıyor, ha babam benden söz ediyor.

        Adını bir kez kullanmam için ölecek neredeyse.

        Bir kez adından bahsetsem, tüm ezikliğini atacak sanki üzerinden.

        Ben ise bu kişinin ne yazdıklarını takip ediyorum ne de söylediklerini.

        Eğer birileri bunun sözlerini alıp bana iletirse haberim oluyor ancak çırpınışlarından, hezeyanlarından.

        O ise sürekli bir yakarış içinde.

        “Beni an, beni an, beni an” diye yalvarıyor.

        Oysa benim sadece muhataplarımda değil, düşmanlarımda bile aradığım bir kalite sınırı, bir insanlık çıtası var.

        Bunun altına düşmeye, ne denirse densin bir zaviyenin altındakileri muhatap almaya hiç ama hiç niyetim yok.

        Ve anladığım kadarı ile kendisi de bu durumu artık anlamış ve dün en sonunda kendisini niye muhatap almadığımı kendisi şu sözlerle itiraf etmiş:

        “Asla bir domuzla güreşme, çünkü üstün başın çamur olur. Ama işin kötüsü bu domuzun hoşuna gider.”

        Konuyu çözdüğü ve kendisini niye asla muhatap almadığımı bu kadar açıkça anlattığı için kendisine teşekkür etmek isterdim.

        Ama onu da yapmayacağım.

        Çünkü ben asla bu kadar terbiye dışı bir şekilde ifade etmezdim bu durumu.

        Ben daha çok “İnsanların aptallıklarını düzeltmek konusunda yeteri kadar etkili olamayacaksanız bunu yapmaktan vazgeçmeli ve kendinizi korumalısınız” diyen filozofa katılırdım.

        Ya da Mark Twain gibi “Cahil insanla tartışmayın, önce sizi kendi seviyesine çeker sonra tecrübesiyle yener” derdim.

        Belki de, İmam Gazali’nin dediği gibi, “Cahillerle tartışmayın, ben hiç galip gelemedim” diyerek noktalardım.

        O ise domuzluğu seçmiş.

        Ayıp etmiş ama kendi bileceği şey.

        Başta da dediğim gibi.

        Zaviye meselesi.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Cehalet geri dönüşü olmayan hatalar yaptırmadığı zaman.

        Diğer Yazılar