Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Deniz Baykal’ın kızı Aslı Baykal ile gazeteci Uğur Dündar arasındaki atışmayı izliyorum.

        İzledikçe de Türkiye’de yıllarca bir sol partinin liderliğini değilse de, en azından genel başkanlığını yapmış Deniz Baykal ve kerimesi adına üzülüyorum diyemeyeceğim ama utanıyorum.

        Tartışmanın nedeni Halk TV.

        Bir dönem Deniz Baykal’a ait olan, daha sonra yönetimine Deniz Baykal’ın kızı Prof. Aslı Baykal’ı getirdiği televizyon kanalı.

        Deniz Baykal’ın kanalın başına kızını getirmesinden sonra aklıma şu sorular gelmişti:

        1. Deniz Bey, bu kanalın sahibi kim?

        2. Halk TV Deniz Baykal’ın şahsi malı mı?

        3. Şahsi malınız ise bu kanalı hangi para ile, sermayeyi nereden bularak kurdunuz?

        4. Yok eğer partiye ait ama yasa gereği partiye ait olamadığı için yediemin olarak sizin yönetiminizde görünen bir kanal ise hangi hakla kızınızı buranın başına atadınız?

        5. Mikrobiyoloji profesörü olan kızınızın hangi medya yöneticiliği vasfına sahip olduğunu söyler misiniz?

        6. Siz Deniz Baykal’ın kızı Sayın Aslı Baykal, bunca akademik unvanınız varken, buram buram haksızlık ve nepotizm kokan bu görevi nasıl kabul ettiniz? Hiç sıkılmadınız mı!

        7. Deniz Bey, bir siyasetçi olarak böyle bir televizyonun üzerine oturduğunuz zaman Melih Gökçek’ten hiçbir farkınız kalmadığını göremeyecek kadar kör mü oldunuz!

        8. Aslı Baykal Hanım, aynaya baktığınız zaman Osman Gökçek’i görüyor musunuz?

        Ancak sormamıştım.

        “Yahu Fatih, zaten berbat bir herif olarak görülüyorsun. Şimdi bir de ölümden dönmüş hasta adama bunları sorma. Memlekette tek rezalet bu mu kaldı!” demiş yazmamıştım.

        Ama gördüğüm kadarı ile Baykalgillerde böyle bir durumdan rahatsız olacak hal yokmuş.

        Tam aksine Fransız horozu misali ayakları pisliğin içinde bas bas bağırıyorlar. İşi uçak bileti ucuzluğuna kadar indirdiler.

        Madem öyle, o zaman biz de içimizde kalan bu soruları soralım.

        Hatta sonrası için bir de ekleme yaparak 10. soruyu da yöneltelim:

        “Bu kanalı sattınız. Kaça sattınız, gelen parayı ne yaptınız! Partiye mi verdiniz, yoksa aile servetine mi eklediniz!”

        Diyanet'ten İçişleri'ne talimat dönemi

        Diyanet'ten İçişleri'ne talimat dönemi
        0:00 / 0:00

        Memlekette Diyanet idareyi ele almış görünüyor.

        Son olarak bir fetva ile İçişleri Bakanlığı’na talimat yağdırmışlar.

        Şehirler arası otobüslerin mola zamanlamalarını, namaz vakitlerine göre ayarlamalarını istemişler.

        Okuyunca kızayım mı, ayıplayayım mı, üzüleyim mi bilemedim.

        Yaklaşık 25 yıl öncesine gittim.

        O sırada Çeçenistan’ın Devlet Başkanlığı görevini ve Rusya ile savaşı yürütmekte olan Cahar Dudayev ile röportaj yapmak üzere Çeçenistan’a gitmeye çalışıyordum.

        Bir grup farklı farklı ülkelerden gelmiş 20 kadar cihatçı ile kaçak yollardan Dağıstan’a girmiş, oradan da gizlice Çeçenistan’a geçmeye çalışıyorduk.

        Yanımda Sevgili dostum, o sırada Teke Tek’in yapımcılığını üstlenmiş Fatih Aksoy da vardı.

        Hayli maceralı, hayli zorlu bir yolculuktu doğrusunu isterseniz.

        Cihatçı yol arkadaşlarımız Bosna’da, Afganistan’da savaşmış gruplardan geliyorlardı.

        Günler süren yol boyunca en önemli tartışma konuları beni Cahar Dudayev’le görüşmeden önce mi, yoksa sonra mı öldürmeleri gerektiği idi. (Orada hayatımı kurtaranın İHH Başkanı Bülent Yıldırım ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu olduğunu yıllar sonra öğrendim.)

        Bu yolculuk sırasında bir gece Rus askerleri tarafından fark edildik ve peşimize düştüler.

        Biz de gece karanlığından yararlanarak dağlarda izimizi kaybettirmeye çalışıyorduk.

        Tellerle donatılmış üzüm bağları içinden ve sürülmüş tarlalardan gece kaçmaya çalışmanın ne demek olduğunu anlatamam.

        Rus askerleri ve iz sürücü köpeklerinin havlamaları peşimizde, biz onların birkaç kilometre önünde.

        Ve tam o sırada gün doğmaya başladı.

        Bizim cihatçılar birdenbire durarak sabah namazı kılmak için hazırlığa başladılar.

        Ben de panik halinde “Durmayalım yakalanacağız” diye yanlarına gittim.

        Özellikle Türk cihatçılar çok kızdı.

        Benim gibi bir kafirin bu konuda konuşma hakkı yoktu. Namaz kılamadıktan sonra savaşa gitmenin ne önemi vardı.

        Ben ise hala “Seferi sayılırsınız. Kurtulunca kaza edersiniz” diye anlatmaya çalışıyordum.

        Ve birdenbire cihatçı grubun en saygın adamı gibi görünen ve herkesin lafını dinlediği Lübnan’da imamlık yapan ama aslen Suudi kökenli olan iri kıyım arkadaş devreye girdi.

        Yolculuğun başından beri ağır başlı, bilgili haliyle dikkatimi çekiyordu. Yanında cihatçı olarak yetiştirmek istediği 14 yaşındaki tombik oğlu da vardı ve bir dereyi geçerken çocuğun suya kapılmasını ben engellemiştim.

        Herkesi topladı ve “Haklı. Hem seferiyiz hem de bir amacımız var. Bu durumda namaz kılmayabiliriz. Namazın kazası her zaman mümkün” dedi.

        Ve sayesinde yola devam ettik.

        Yani diyeceğim o ki, tereciye tere satacak halim yok ama İslamiyet kolaylık dinidir.

        Anlayacağınız dilde söylemek gerekirse eğer, “Meşakkat teysiri celbeder” yani “Zorluk kolaylaştırmayı gerektirir” ya da “Bir iş dik oldukta müttesi olur” yani dar ve sıkıntılı olduğunda genişletilir.

        Hadi artık laiklik falan hak getire de, en azından seferilik diye bir şey vardır. Fıkıhta yolcuya kolaylık sağlamak esastır.

        Tabii asıl amacınız pek yakında her otobüse bir imam mecburiyeti getirip istihdam sağlamak değilse eğer.

        Çakma Osmanlı Police

        Çakma Osmanlı Police
        0:00 / 0:00

        Onur Yürüyüşü’ne müdahale eden bir polis memuru, görev yerinden çektiği bir fotoğrafı “Ottoman police” adını verdiği sosyal medya hesabından paylaşmış.

        Altına da görüşlerini yazmış. Aynen şöyle diyor:

        “LGBTİ (Cinsel özürlü) insanların izinsiz gösteri yürüyüşünü müdahale ediyoruz. Güzel ülkemin yüz karaları UTANMADAN onurluyuz diyorlar. Cinsiyetlerine saygısı olmayanların çevresine ya da devletine saygısı olur mu?”

        Bir güvenlik görevlisinin görev bölgesini sosyal medyadan paylaşması görev tanımına ne kadar uygun ben bilemem.

        Ama bir emniyet gücü mensubunun, yaptığı işe fikirlerini, duygularını, görüşlerini karıştırması son derece tehlikeli.

        Böyle bir emniyet mensubuna kimse güvenemez.

        Güvenmemeli.

        Elbette bir fikri olabilir. Bir şeyden yana veya bir şeylere karşı olabilir.

        Ama bunu görevine yansıtamaz.

        Yansıttığını da böylesine açıkça ilan edemez.

        Ettiği anda meslek kuralları dışına çıkmış olur.

        İşiyle duygularını karıştırmış, görevini siyasi ya da sosyal görüşlerine göre yapar hale gelmiş olur.

        Bu sözler, bu açıklama, bu paylaşım hiçbir hukuk devletinde kabul edilemez.

        Sosyal medya hesabındaki Ottoman Police ismine gelince.

        Bu genç arkadaş belli ki, Osmanlı konusunda da hiçbir halt bilmiyor.

        Kendisine tavsiyem Murat Bardakçı dostumun Osmanlı’da Seks adlı kitabını okuması.

        Bu genç polisin bahsettiği konuda Osmanlı çok daha rahat, çok daha hoşgörülü idi.

        Bu kafa ile kendisine Osmanlı’da Zaptiyelik yaptırmazlardı.

        Dua etsin ki bugün her şey gibi Osmanlılık da “çakma” da, bu kafa ile “Osmanlı Police” diye ortalıkta gezinebiliyor!

        Köprü geçildi herhalde

        Köprü geçildi herhalde
        0:00 / 0:00

        Dün de Galatasaraylı futbolcu Taylan Antalyalı, "Onur” yazılı tişört giydiği için hedef gösterildi spor yazarı kisvesi altında dolaşan birkaç provokatör tarafından.

        Sonra da yine ikiye bölündü toplum sosyal medya üzerinden.

        Ahlakı seksle sınırlı düşünen edepsizlere rağmen Antalyalı’ya destek büyüktü.

        Üstelik de rakip takım taraftarlarının verdiği destek de aynı oranda büyüktü.

        Akıllı ve izanlı insanlar forma rengi düşünmeden ele aldılar konuyu.

        Ben de Galatasaray yönetimindeki dostlarımı aradım.

        “Taylan’a sahip çıkmalarını” istedim.

        Hatta bir de öneride bulundum.

        “Tüm takım takım arkadaşlarına destek için antrenmana aynı tişörtle çıksın. Takım böyle olunur” dedim.

        Ancak anladığım kadarı ile Taylan Antalyalı meselenin büyütülmesini, toplumsal bir bölünme unsuru haline gelmesini istememiş.

        Yine de Galatasaray TV’de Taylan’a destek verilmesi son derece doğru bir hareketti.

        Böyle bir meselede Taylan’a destek veren Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı rakiplerimize de ayrıca minnettarım.

        Bu meselede Taylan’ı ve şiddete maruz kalan LGBTİ üyelerini koruduğumuz için bize hakaret eden sözde muhafazakar sürü ise insan değil sadece bir güruh.

        Onların yaşam tarzlarını savunurken o yaşam tarzından olmak gerekmiyordu da, başkalarının yaşam tarzını savunurken ille de o yaşam tarzından mı olmak gerekiyor.

        Bunu bir anlatsınlar.

        Yoksa her şey köprüyü geçinceye kadar mıydı!

        Tam da tahmin ettiğimiz gibi dayılar ayı mı oldu!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Vatanı insanları ile birlikte sevdiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar