Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bazıları Suriyeli ve Afgan ve bilumum milletten ülkemize gelen göçmenleri savunurken “Bunlar olmasa sanayimiz çöker. Bunlar olmasa tarım biter. Bunlar olmasa enflasyon artar” diye sözde göçmen taraftarlığı yapıyor ve “Misafirlik yeter. Suriyelilerin evlerine dönmelerini sağlayacak şartları oluşturalım” diyenlere de “Faşist” damgası vurmaya kalkışıyorlar.

        Niye biliyor musunuz!

        Çünkü asıl faşist kendileri.

        Çünkü bunların göçmenleri umursamayan “köle tüccarları”.

        Çünkü onlara göre evini barkını bırakıp buraya gelmiş, son derece kötü koşullarda bir evde 20 kişi yaşayan, insanlık onuruna aykırı koşullarda çalıştırılan, asgari ücretin çok altında bir ücrete, sigortalı olmadan katlanmak zorunda olan, evlatları insan tacirleri tarafından alınıp satılan bu kişiler birer insan, kişi, birey değil, sadece basit bir “işgücü”.

        Ucuza, boğaz tokluğuna çalıştırılan, hiçbir sorumluluk duygusu olmadan kullanılan bir grup.

        Modern köleler.

        Bu köle tacirliğini bize “İnsan hakları savunuculuğu” olarak yutturmaya kalkışıyorlar.

        Çıkıp açık açık söylesenize “Kardeşim bize ucuz adam lazım. Bize ucuz işgücü yazım. Bize köle lazım” diye.

        Biz ise diyoruz ki, “Bu insanları öncelikle tam bir kayıt altına alın. Gerçekten ekonomik olarak katkı sağlayanları belirleyin ve bunların kayıt içi çalışmalarını ve insanca yaşama haklarını sağlayın. Asalak halde olanları destek vererek kendi ülkelerine yollayın, ülkelerindeki hasarı ortadan kaldırmak ve yaşanabilir hale getirmek için Suriye ile ve dünya ile işbirliği kapıları açın, buna öncülük edin. Suça bulaşanlara karşı müsamaha göstermeyin ve hemen deporte edin. Suriye’yi normalleştirin. İnsanları en büyük acılardan biri olan mülteci konumundan kurtarın. Kalanların çocuklarını eğitmek için organizasyonlar kurun.”

        Onların derdi ise “ucuz işgücü”.

        Ve artık bunu utanmadan itiraf etmeye de başladılar.

        Ama yine de biz faşistiz.

        Köle tüccarları ise insan hakları savunucusu.

        Tepemi attırmayın.

        Vallahi küfür ederim.

        Serhat Fındık, bir Covid servisinde gönüllü çalışsana

        Serhat Fındık, bir Covid servisinde gönüllü çalışsana
        0:00 / 0:00

        Bir okurum uyarmasa haberim dahi olmayacaktı.

        Açtım internetten izledim rezaleti.

        İsmi lazım değil bir televizyon kanalında aşı ve salgın tartışması. Bir hanımefendi sunuyor.

        Üç hekim ve bir de araştırmacı programda.

        Araştırmacının ve adının başında bir de profesör unvanı olan iki konuğun söyledikleri akıl alır gibi değil.

        Corona için aşı diye yapılan şeyler aşı değil, bu kadar kısa sürede aşı üretmek mümkün değil, zaten böyle bir hastalık da yok, bunların hepsi yalan, teşhis metotları yalan gibi bir sürü birbiriyle çelişen, tutarsız görüşü peş peşe sıralıyorlar.

        Sunucu hanımefendi de onları destekliyor.

        Bir ara sunucu “Ef di ay, Amerikan ilaç dairesi” diye bir cümle kurarak “Aşı yok, hastalık da yalan” diyenlere destek verecek bir tirada başladı.

        Ben de gülmeye başladım.

        Amerikan ilaç dairesi diye bir şey yok çünkü.

        FDA (Food and Drug Administration) yani “Gıda ve İlaç İdaresi” var.

        Onun da kısa adı “Ef di ay” değil, “Ef di ey”. Belli ki, sunucu hanımefendi “ef bi ay” diye bir şey duymuş. Oradan yürüyor.

        “Acaba kim bu?” diye basit bir geçmiş araması yapıyorum.

        Tekstil sektöründe çalışmış uzun yıllar. “Dizaynır”lık yapmış.

        Sonra yöneticilik, genel müdürlük.

        Şimdi de yaşam koçu, kişisel gelişim uzmanı falanmış.

        REKLAM

        Araştırmacıyı da boş verin.

        Tipik bir dikkat çekmeye çalışan komplo teorisyeni.

        Ama profesör doktor akıl alır gibi değil.

        Bakın işte onu tanımak, bilmek lazım.

        Adı Prof. Dr. Serhat Fındık.

        Israrla “Aşı yok” diyor, "Bu kadar çabuk aşı geliştirilemez, yalan bu aşı” diyor.

        Yetmiyor.

        Giderek gaza geliyor ve “Ortada bir pandemi yok. Bu bir plandemi” diye ilerliyor.

        Bir buçuk saat boyunca sürekli aşı karalanıyor, hastalığın olmadığına insanlar ikna edilmeye çalışılıyor.

        Tekstilci, yaşam koçu sunucu da onlara destek veriyor.

        Diğerlerini geçtim, Sağlık Bakanlığı ve yüzlerce üyesini bu hastalığa “şehit” veren Türk Tabipler Birliği bu “Doktor” adı altında kötülük saçan Serhat Fındık ve benzerleri hakkında ne yapmayı planlıyor?

        Böylesine sorumsuzca edilen cümlelerin, iddiaların bir karşılığı, bir yaptırımı olmayacak mı!

        Hekimlik kisvesine arkasına sığınarak insanları ölümle sonuçlanabilecek bir maceraya teşvik etmenin bir bedeli yok mu!

        Ve siz Prof. Serhat Fındık.

        Bu hastalıkla mücadelede canını veren, onlarca saygın hekime hiçbir saygınız ve vefanız olmadığı aşikar.

        Eğer bir liralık adamlığınız var ise, inanmadığınız pandemi süresince bir hastanenin COVID servisinde maske takmaksızın gönüllü olarak çalışırsınız.

        Bunu yaparsanız size haklı olmasanız bile saygı duyarım.

        Ama bunu yapmazsanız benim gözümde bir “şarlatan” olursunuz.

        Bu yolla ünlü olup, para götürmeye çalışan pek çok şarlatandan biri.

        Dört tarafımız komplo

        Dört tarafımız komplo
        0:00 / 0:00

        Komplo teorisinin sonu yok.

        Sadece pandemi ve aşı ile ilgili değil elbette.

        Her türlü komplo teorisine çok açığız.

        Adaletin güçsüz, düşünce özgürlüğünün kısıtlı, bilginin eksik ve yanlı, cehaletin yaygın olması da buna hizmet ediyor.

        Üstüne üstlük iktidar tarafı da halkı uluslararası komplolara inandırmak için hayli gayret sarf edince, her türlüsüne inanmak vacip oluyor.

        Son günlerin en gözde komplo teorilerinden biri Boğaziçi Üniversitesi ile ilgili.

        Teori şu, Boğaziçi Üniversitesi’ne yandaş bir rektör aranıyormuş.

        Çünkü asıl amaç Boğaziçi Üniversitesi’nin çok değerli arazisine göz dikmişler.

        Yandaş rektör vasıtası ile üniversiteyi oradan taşıyıp, araziyi de birilerine peşkeş çekeceklermiş.

        Bunu kazık kadar adamlar, aklı başında, bilgili kültürlü geçinen insanlar sosyal medyadan birbirlerine yolluyorlar.

        İktidarın inşaat, emlak ve kupon arazi sevdası da bu saçma teori ile birleşince bu zırvaya inanan da çok oluyor.

        Yahu kardeşim iktidarın o arazide gözü var mı, peşkeş niyeti var mı bilemem.

        Ama bunun için oraya yandaş bir rektör atamaya gerek yok.

        Bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile orayı üniversitenin elinden alıp, orayı kat karşılığı bir müteahhide verirler, karşılığında dağın başında bir yere “Yeni Boğaziçi Üniversitesi” kurar hatta içinden de sahte bir Boğaz geçirirler.

        Hatta Boğaziçi Üniversitesi’ni Kanal İstanbul’un kıyısına taşıyıp “Kentin ve üniversitenin güvenliği için” bile diyebilirler.

        Rektör de ister yandaş olsun, ister candaş yeni binadaki odasına taşınır.

        Anlayacağınız böyle bir şey yapmak için özel bir rektöre ihtiyaç yok.

        Ama ben yine de böyle bir şey yapacaklarına zerre ihtimal vermiyorum.

        O kadar da değil diyorum.

        Ama Ulus’taki Boğaz manzaralı, şahane TRT arazisi için aynı şeyi söyleyemem.

        Beni şaşırtan bugüne kadar hala orada kalmış olmasıdır.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Cehaletin cüretine değil, bilginin alçakgönüllülüğüne güvendiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar