Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Anadolu Güney’de yangınlar, Kuzey’de sel felaketleri ile boğuşuyor.

        Böyle şeylere pek inanmam ama Gayretullah’a dokunmuş olmalı diyenlere de hak vermiyor değilim sanki.

        Bir uğursuzluktur gidiyor.

        Yangınlarda kötü yönetim, yılların sorumsuzluğu, THK’yı batırıp yok etme çabası etkin olduğu için yöneticileri suçladım ama bu sel felaketlerinde söylenecek söz yok.

        Bu gerçek bir afet.

        Yapılabilecek bir şey yok gibi görünüyor.

        Belki son 40-50 yılı toptan suçlamak, iklim değişikliğine neden olan tüm politikaları ve politikacıları en azından vicdanlarda mahkum etmek lazım.

        Bu yüzden, seller konusunda konuda hükümete tek kelime edemem.

        Ama tüm bunları görüp hala Karadeniz'deki doğa katliamlarına izin vermelerine, kendilerininki dahil yılların hatalarını düzeltmek için hala adım atmamalarına, Ege ormanlarını yok eden kararlardaki imzalarında ısrarlarına, hala hırsız müteahhit taifesinin ormanları ve doğayı yok edecek adımlarına izin vermelerine, onları her şeye rağmen koruyup kollamalarına, bunların para hırsının önündeki tek zayıf engel olan ÇED Raporu'ndan bile vazgeçmelerine elbette çok şey söyleyebiliriz.

        Ve tabii İBAN siyasetine de.

        Seller sonrası Devlet yardım kampanyası başlatacakmış.

        Çok açık söyleyeyim “Devletler Yardın Toplamazlar”

        Yardım toplamak, sivil ya da yarı sivil toplumun işidir.

        REKLAM

        Devletler İBAN vermezler.

        Devletler vergi toplarlar.

        Topladıkları vergilerle bu işleri yaparlar. Devletlerin yetişemediği ve yasal yetki alanına girmeyen sosyal yardımlarda ise devreye sivil toplum girer.

        Vergiler, eğitim için., sağlık için, güvenlik için ve bu gibi durumlar için ödenir.

        Ama siz devlet olarak vergileri müteahhitlere dağıtırsanız, onlardan almanız gereken ödemeleri, vergileri almaz ve affederseniz sonra yardıma muhtaç kalırsınız.

        Şimdi yardım kampanyası ile kaç para toplamayı hedefliyorlar bilmiyorum.

        Ama mesela biliyorsunuz, İstanbul Havalimanı’nın kira ödemeleri açıldığı günden bu yana erteleniyor.

        Hadi 2020 için pandemi senesiydi diyelim ve hoş görelim.

        Ama kiralar 2019 yılından beri öteleniyor.

        Havalimanı şuan yolcu rekoru kırıyor ama kira ödemeleri düşürülüyor, erteleniyor.

        Mesela Devlet, İstanbul Havalimanı’nın pandemi öncesi ilk iki yılının kiralarını 1 milyar 45 milyon Avro'dan 350 milyon Avro’ya indirdi. Hoş yolcu garanti parasını ödemiyor işletmeciye devlet ama ötelenen kirada tutar büyük.

        İki yıllık kira ertelemede tutar 1 milyar 300 milyon Avro. Türk lirası ile hemen hemen 14 milyar TL.

        Aynı devlet şimdi yardım kampanyası yapıyor.

        Merak ediyorum acaba İGA’ya yapılan indirim kadar yani 14 milyar yardım toplayabilecekler mi!

        Suriyeliye kızma, yönetemeyene kız

        Suriyeliye kızma, yönetemeyene kız
        0:00 / 0:00

        Ankara’da 18 yaşındaki bir gencin öldürülmesi sonrası başlayan olaylara ilişkin tepkilere bakıyorum.

        Ağlasam mı gülsem, kalsam mı kaçsam mı emin olamıyorum.

        Olaydan daha vahim olan olaya gösterilen tepkiler.

        Bir grup cansiperane bir biçimde Suriyelilere savunuyor.

        Öyle ki neredeyse öldürülen delikanlıyı suçlu ilan edecekler.

        Bu grup ilginç ve oldukça heterojen.

        İçinde sol liberaller, sağ liberaller, köle tüccarları, din tüccarları, şeriatçılar, enteller, danteller, yavşaklar dolu.

        Meseleyi ele alış biçimleri baştan aşağı faul. Hatta ofsayt.

        Olayı Türk gencin ırkçı yaklaşımına bağlamaya ve Türk ırkçılığı yaratmaya çabalıyorlar.

        Oysa ortada ırksal bir mesele yok.

        Mesele Türkiye’yi yöneten iktidarın göçmen meselesindeki basiretsizliğin sonucu.

        Kimsenin Suriyeli göçmenleri suçladığı falan yok.

        Tam aksine benim gibi düşünen pek çok kişi Suriyelilerle empati kurma, kendilerini onların yerine koyma çabasında.

        Bu yüzden de sorunu yaratanı Suriyeli göçmenler olarak görmüyoruz. En azından ben öyle görmüyorum.

        Sorun Türkiye’nin yönetilememesi, sorun Türkiye’nin bu büyük göç akınına karşı hiçbir akılcı önlemi ve çözümü olamaması.

        Gazeteci Nevzat Çiçek bir süredir Suriye’nin diğer komşularındaki göçmenleri inceliyor.

        Göçmenler konusunu bu ülkelerin nasıl ele aldığına bakıyor.

        Dün bana söylediği cümle şuydu: “Türkiye düğmeleri baştan itibaren yanlış iliklemiş”

        Kendisi daha detaylı yazıp anlatacaktır ama bizdeki başı boşluğun hiçbir yerde olmadığını görmüş.

        Mesela Suriyeli göçmenlerin ülke nüfusuna oranla en yüksek oranda bulunduğu Ürdün’de Suriyeli göçmenlerin kamplardan çıkmaları yasak.

        Ancak bir “Kefalet” ya da “Kefillik” sistemi ile çıkabiliyorlar.

        Yani bir Ürdün vatandaşı kamptan çıkacak bir Suriyeliye kefil olursa ve geçimini temin edeceğine dair devlete garanti verirse.

        Çalışmaları da aynı şekilde bir kefillik sistemine bağlı. Ve ancak “Belirli sektörlerde” çalışmalarına izin veriliyor.

        Canlarının istediği işi yapmaları, ticarete girmeleri, şirket kurmaları falan mümkün değil.

        Ürdün vatandaşlığına geçmeleri ise söz konusu değil.

        Türkiye’deki gibi bir düzensizlik, bir başı boşluk başka hiçbir yerde yok anlayacağınız.

        Türkiye’de olmayan bu bizim eleştirdiğimiz de bu.

        Ben ve benim gibi düşünenlerin Suriyelilerle hiçbir derdi yok.

        Demokratik olmayan rejimlerle yönetilen ve her an dış müdahaleye açık Ortadoğu ülkelerinde her birimizin her an mülteci olma potansiyeli barındırdığını bilmeyecek kadar cahil, bu insanları anlamayacak kadar insafsız değiliz.

        Bizim derdimiz bu göç meselesine doğru düzgün yön veremeyen, basiretsizlik, bilgisizlik, cehalet ve beceriksizlik gibi nedenlerle bu göçü içinden çıkılmaz ve ülke güvenliğini tehdit eder hale getirip, şimdi de siyasi ve ekonomik koz olarak kullanmaya çalışanlarla.

        Ve tabii bu meseleyi hiç ama hiç anlamayıp buradan bile bir Türk karşıtlığı çıkaran “Dahili ve harici” yavşaklarla ve köle tüccarlarıyla.

        Afgan göçü meselesine gelirsek.

        O apayrı bir iş.

        Aslında bu meseleyi ABD’nin Yunanistan’a yığdığı onca askerle birlikte ele almak gerek.

        Müthiş bir Afgan teknoloji: Quantum ışınlama

        Müthiş bir Afgan teknoloji: Quantum ışınlama
        0:00 / 0:00

        Devletimizin “Yüce yönetenleri” açıkladılar.

        “Türkiye’nin sınırları büyük bir güvenliğe sahipmiş. Müthiş korunuyormuş. Kuş uçurtmuyor muşuz”

        Devletimizin “Yüce yönetenlerinin” bu dedikleri doğru ise eğer, Afganistan büyük bir bilimsel atılım yapmış olmalı.

        Belli ki, Uzay Yolu filmlerinde izlediğimiz “Işınlanma sistemini” gerçeğe dönüştürmüşler.

        Kabil’de, Herat’ta ve Gazne’de ışınlanma tesisleri var.

        Afgan gençler bu tesislere gidiyor ve “Işınla bizi Scoty” diyorlar.

        Hoop, saniyesinde Van’dalar.

        Sistemin kapasitesi düşük olduğu için şu anda günde 5000 civarı Afgan ışınlanabiliyor.

        Ama teknoloji geliştikçe bu sayı da haliyle artacak.

        Şimdi siz bu satırları okurken “Fatih, sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” diyeceksiniz.

        Ben de “Evet” diyeceğim.

        Anlı şanlı unvanların arkasına saklanıp sizinle yıllardır “dalganın ağa babasını” geçenlere yılladır gık çıkarmıyorsunuz da benim şuradaki iki satır yazıma mı kızıyorsunuz!

        Bu milletin aklı başında insanlarının zekası ile dalga geçenlerle elbette ben de dalga geçerim.

        Sınırlarımızda kuş uçmuyormuş.

        Siz kuşa bakarken sınırlarımızdan fil uçuyor fil.

        Hem de yeni bir tür, Afgan Fili.

        Bu türün özelliği ise hiç dişisinin olmaması.

        REKLAM

        Ha aralarına PKK’lılar, Talibanlar da karışıyor mu bilemem.

        Her haltı bilen “Yüce yönetenler” belki o konuda da bize garanti verirler.

        Kargo olmasın argo olsun

        Kargo olmasın argo olsun
        0:00 / 0:00

        Bazı okurlar son zamanlarda yazılarımda kullandığım “Hafif” argo kelimelere takılıyorlar.

        “Bir yazara yakışıyor mu?” falan diyorlar.

        Haklılar.

        Yakışmıyor olabilir.

        Ama emin olun içimden geçen argo kelimelerin binde biri bile değil burada kullandığım hafif argo.

        Siz içimde kalıp, kullanamadıklarımı bir bilseniz.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Söyleyene kızıp, yapana aldırmazlık etmediğimiz zaman

        Diğer Yazılar