Diyani Vesayet
Yıllar önce dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’tan bir telefon almıştım.
“Fatih Bey uygunsanız bir ara sizi misafir etmek isterim. Biraz sohbet ederiz” demişti.
Ben de hemen kalkıp Ankara'ya gitmiş, kendisine konuk olmuş, yeni Anayasa Mahkemesi binasında uzun bir sohbet etmiştik.
Ne yalan söyleyeyim, beklediğimden farklı bir hukuk adamı görmüştüm karşımda.
Haşim Bey’in o gün söylediği bir cümleyi hiç ama hiç unutmadım.
Şöyle demişti Kılıç:
“Fatih Bey, Turgut Bey beni buraya atadığında hukukçu olmamam çok tartışılmıştı. Aradan neredeyse 20 yıla yakın bir zaman geçti. Tüm bu zamanı bir tek şey için harcamaya çalıştım. Hukukun üstünlüğünü sağlamak ve demokratik hukuk devleti üzerindeki her türlü vesayete karşı çıkmak. O zaman bu vesayetten kasıt askeri vesayetti ve ben tüm varlığımla bu vesayeti kaldırmak için savaştım. Ama bugün geldiğimiz noktada şunu söylemek isterim ki, biz bu vesayeti ortadan kaldırmak isterken yerine başka vesayet gelsin diye savaşmadık. Hele hele bireysel vesayet gelsin diye hiç savaşmadık.”
Bu sözleri sarfeden Haşim kılıç kısa bir süre sonra emekli oldu ve gitti.
Ve bugün Türkiye, Anayasal hukuk devletinin üzerinde yeni bir vesayet türünü keşfediyor.
Diyani Vesayet.
Kendini TBMM’nin yasama, Cumhurbaşkanlığı’nın yürütme ve yasama yetkilerinin üzerinde gören bu yeni vesayetin müellifi ise Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğuna oturtulmuş olan kişi, Ali Erbaş.
Yasamanın ve yürütmenin yetki alanına giren her konuda, en yüksek dini otorite sıfatıyla ahkam kesen, akıl veren, yön gösteren ve talep eden kişi olarak göze çarpıyor.
Utanmasa Anayasa Komisyonu'na temsilci gönderip Anayasa yazdıracak, kanunların uygunluğunun kendisi tarafından onanmasını talep edecek.
Ve “egemenlik" konusunda oldukça hassas görünen kesimlerden bu konuda çıt bile çıkmıyor.
Bu Diyani Vesayeti herkes sineye çekmiş görünüyor.
Hayırdır inşallah.