Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Whatsapp’tan gelen video aslına bakarsanız beni de çok şaşırttı önce.

        Seda Sayan’ın televizyon programına katılan Dr. Banu Küçükpolat, mesleği ile ilgili konuşmalardan sonra programın kapanışında Seda Sayan’ın da gazı ile dans etmeye başlıyor, “İlle de roman olsun ister çamurdan olsun” diye çalan nağmelerin eşliğinde bayağı bir döktürüyordu.

        Daha doğrusu göbek atmaya başlıyordu ama ne göbek atmak.

        Güle güle izledim videoyu ve bu görüntüleri bana yollayan dostuma “Hakikaten doktor mu?” diye sordum.

        “Hakikaten doktormuş” yanıtını aldım.

        Ne yalan söyleyeyim şaşırdım.

        Fakat sonra şaşırdığıma utandım.

        Niye “Doktor mu?” diye sorma ihtiyacı duyuyordum ki!

        Doktor da olabilirdi, atom mühendisi de, belediye otobüsü şoförü de ya da başka bir mesleğin mensubu da…

        Kime neydi!

        Doktorların dans etme, göbek atma, eğlenme, gülme hakkı yok muydu!

        Hangi meslek gruplarının göbek atabileceğine, gerdan kıvırabileceğine ilişkin bir yönetmelik mi vardı!

        Evet alışılmadık bir durumdu belki ama ortada bir suç, bir ayıp yoktu.

        Göbek atan Banu Küçütpolat doktor değil de başka bir meslekten olsa, ne bileyim mesela ev hanımı olsa garibimize gidecek miydi!

        Hayır.

        Peki ev kadınları göbek atabilir doktor kadınlar atamaz mıydı!

        Konulara aslında kökten yanlış bakıyorduk.

        Bir insanın mesleğini, işini, görevini ciddi yapıp yapmadığına değil, görev tanımına göre hayatın diğer alanlarındaki ciddiyetine göre değerlendiriyorduk.

        Kötü bir doktor olması, toplumu yanlış bilgilendiriyor olması ama bunu ciddi bir ifade ile yapıyor olması halinde bir tepki göstermeyecekti kimse.

        Ama işini gayet iyi yapıp, buna karşın işi ile çok da ilgisi olmayan bir konuda göbek atma konusunda mahir olmasına tepki gösteriliyordu.

        Hadi sıradan vatandaş bunu yapabilir, “Bu nasıl doktor" diyebilirdi.

        Asıl felaket ise Türk Tabipler Birliği’nden gelen bilgiydi.

        TTB Merkez Konseyi üyesi Prof. Dr. Vedat Bulut, resmi bir yazı ile Dr. Banu Küçükpolat’ı İstanbul Tabip Odası’na şikayet ediyordu.

        Şikayet yazısında Küçütpolat’ın hekimlik ile ilgili hangi hataları ve yanlış söylemleri yaptığı belirtilmediği için benim anladığım, başka nedenler öne sürülecek olsa da, şikayetin nedeni göbek atmış olması.

        Ben de de Sayın Vedat Bulut’a sormak isterim.

        Hocam, hekimler eğlenemez mi!

        Sizin işiniz doktorların mesleki yeterliklerini veya yetersizliklerini göz önüne almak mı yoksa eğlence anlayışlarını mı!

        Ortalıkta onca soytarı hekimim diye cirit atıp, insanların hayatı ile oynarken ses çıkarmayıp, kendi kendine oynayan bir doktor mu hedefiniz?

        Hastaların canını tehlikeye atan mı kötü doktor sizde, yoksa işini iyi yapıp sonra göbek atan mı!

        Hangisi soruşturulmalı?

        Siz dans etmediniz mi, hiç göbek atmadınız mı!

        Atmadıysanız atın.

        Rahatlarsınız!

        Sonra da gerçekten mesleği ayaklar altına alan, insanların canıyla oynayan, sağlığı ile oynayan, cüzdanı ile oynayan hekim kılığındaki soytarılarla ve edepsizlerle uğraşmaya başlarsınız.

        Allah aşkına verin şu izni de görelim

        Allah aşkına verin şu izni de görelim
        0:00 / 0:00

        İBB’nin ulaştırmadan sorumlu genel sekreter yardımcısı Orhan Demir’le sohbet ettik dün televizyonda.

        Ben kendisine İstanbul’da boş taksilerin sıraya gireceği taksi durakları olursa, vatandaşın da burada sıraya girip taksi beklemesi durumunda müşteri beğenmeme gibi bir şey yapmayacağını, taksilerin boş boş dolaşıp trafiği arttırmayacağını, gereksiz yakıt harcamayacağını, vatandaşların da önce ben gördüm önce sen gördün diye taksi için kavga etmeyeceğini, tüm medeni Avrupa şehirlerinde böyle olduğu söyledim.

        Ve tabii taksilerin şirketleşmesi ve bu şirketlerin sürücü istihdam etmesi ile sorunun bir ölçüde azalacağını belirttim.

        Taksi durağı konusunu çok benimsemedi ama şirket konusunda İBB de aynı fikirde.

        Sadece ellerinde buna zorlayacak bir yetki olmadığını ama Belediye’nin UKOME’den izin çıkması halinde 1000 taksilik bir şirket kurarak örnek olacağını anlattı.

        Konu bugün bir kez daha UKOME’ye gelecekmiş.

        Umarım izin çıkar.

        Ama ben ekstra bin taksinin, hatta taksiye dönüşecek 750 minibüs ve dolmuşun bile bu haliyle çözüm olmayacağını düşünüyorum.

        Düzen bozuk. Plaka sahipliği gibi bir saçma bir hak orada durdukça çözüm zor.

        Bu arada dijitalleşmenin önemi de ortada.

        Orhan Demir belediyenin itaksi uygulamasını bir denetim uygulamasına çevireceğini ve belediyenin taksilere müşteri organize etmesinin doğru olmadığını, bunu rekabet halindeki özel sektöre bırakmak gerektiğini de anlattı.

        Ben de yüzde 7’lik dijital komisyonunun çok fazla olduğunu söyledim.

        Zaten Demir’in verdiği rakamlar da bunu doğruluyor.

        Bir taksiden en az geliri elde eden, müşterinin kızdığı sürücü.

        Cironun sadece yüzde 21’i sürücüye kalıyor.

        Plaka sahibi ve aracılar ise yüzde 32 alıyor. Bir yüzde 7 de dijital aracıya giderse gerisini siz düşünün.

        Bu arada Orhan Demir ile deniz ulaşımının payının artırılmasını da konuştuk.

        Füniküler ve raylı sistemlerle vatandaşı sahile indirip, oradan deniz yolu ile taşımak istediklerini anlattı ve Deniz Taksi’yi de başlattıklarını söyledi.

        Bu konu için isterseniz alttaki yazıya geçelim birlikte.

        Su üzerindeki en çirkin şey

        Su üzerindeki en çirkin şey
        0:00 / 0:00

        Orhan Demir “deniz taksi” deyince ben de “Su üzerinde yüzen daha çirkin bir şey görmedim” dedim.

        O da renkler ve zevkler değişir dedi.

        Ben “Bu değişmeyecek kadar çirkin” dedim.

        Gerçekten çok çirkin. Üsküdar Belediyesi'nin garip gezi teknesinden bile daha çirkin ve İstanbul'un güzelliğine uyumsuz.

        Elbette işlev de önemli.

        Engelliler binecek, kıyılara yanaşabilecek, dalgalı Marmara’da yol alabilecek falan ama buna rağmen biraz da estetik olabilirdi.

        Bu tam bir facia.

        Ve üstelik yeni bir şey de değil.

        Kadir Topbaş döneminde de aynı zevksizlikte deniz taksiler vardı.

        Bu tüy dikmiş.

        Bakın fotoğraflarını koyuyorum.

        Siz karar verin.

        Ahşap ve çok güzel olan tabii Venedik’ten.

        Hadi orası lagün içi ve çok dalgalı değil diye bizi yesinler.

        Diğerlerine bakalım.

        Sarı olanlardan biri Grönland’dan.

        Diğeri Uzak Doğu’dan.

        Sarı olanlardan biri Mumbai’den diğeri Grönland’dan.

        Diğeri İDO’nun birkaç yıl evvel suya indirdiği deniz taksi.

        Ve niyeyse AK Parti’nin en sevdiği renk olan turkuaza boyanmış olan ise İBB’nin yeni deniz taksisi.

        Söyleyin bana en çirkini hangisi.

        Bu arada Orhan Demir’e "Çok daha iyi birkaç çizim yaptırıp yollarım” dedim.

        Onları da burada yayınlayacağım.

        Siz karar verirsiniz.

        Ama hiçbir şey denize düşmüş büyük bir ütü gibi duran bu taksiden daha kötü olamaz.

        Emin olun:))

        Venedik
        Venedik
        Mumbai
        Mumbai
        Grönland
        Grönland
        İDO
        İDO
        İBB
        İBB

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Kamu yönetimi yaptım oldu olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar