Siyasette çok önemli bir transferi anlatmak istiyorum bugün size.
Partilerarası transferler, bir parti ile özdeşleşmiş bir ismin bir başka partiye geçişi ille de milletvekili düzeyinde olması gereken bir olay değildir.
Bazen milletvekili olmayan ama bir parti için bir milletvekilinden çok daha fazla anlam ifade eden isimler bir partiden diğerine geçerler. Bugün size aktaracağım da işte böyle bir geçiş öyküsü.
Söz konusu kişi kuruluşundan bu yana AK Parti içinde görev alan ama milletvekili olmaktansa arka planda, partinin liderliğine yakın durarak partinin seçim ve yönetim stratejilerini oluşturan bir isimdi.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında öldürülen Erol Olçok’la birlikte AK Parti’nin seçim dönemi stratejilerinin en önemli ismiydi.
Önce araştırmalarla partinin sahadaki durumunu, algısını ölçerler ve bir swot analizi yaptıktan sonra da strateji ve sloganlarını bulup sonra da bunu bir kampanyaya çevirirlerdi.
Partinin kuruluşundan beri görevleri bu idi.
Hep sahne arkasında kalmayı tercih etmişlerdi.
2016’da Olçok’un ölümünden sonra tek kalmıştı.
2018 Referandumu ve genel seçiminde AK Parti’nin kampanya stratejisini belirlemiş ve yönetmişti.
Ve Olçok ile birlikte genel başkana seçim kampanyaları ve yaklaşımlar konusunda itiraz yöneltebilen iki kişiden biriydi.
Önce Abdullah Gül, sonra da Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası yürütmüştü.
Siyasette negatif kampanyaya değil pozitif kampanyaya inanırdı.
Durumu görüp, 2019 yerel seçimlerinden önce parti yönetimine “Bütün büyükşehirleri kaybediyoruz” diyen tek kişiydi.
Bu açık tavrı ile parti içindeki “yeni” odakların hedefi olmuştu.
O seçimlerde Ankara’daki kampanyayı o yürüttü.
İstanbul’daki seçim kampanyasına karışmadı.
Sonuçta onun önceden uyardığı tüm iller kaybedilince sanki kaybın nedeni onun önceden uyarması imiş gibi parti içinde hedef haline getirildi.
Zaten partideki yeni oluşumlarla da arası iyi değildi.
Ve kenara çekildi.
Erdoğan ile eskiye dayanan yakınlığına güvenerek zaman zaman yaptığı uyarıların parti içinde ama özellikle Beştepe Sosyetesi’nde hoş karşılanmadığını görünce uzak durmaya karar verdi.
Sonra yavaş yavaş eleştirilerini yüksek sesle dile getirmeye, gördüğü yanlışları açıkça söylemeye başladı.
Hatta benimle birlikte televizyona çıkmaya ve iktidar eleştirisi yapmaya başladı.
Partiden kopmaya başladığı artık aşikardı.
Beştepe’nin davetlerine icabet etmiyor, “Boşa nefes tüketmeye gerek yok” diyordu.
Hal böyle olunca diğer partilerden teklifler gelmeye başladı.
Bir büyük partiden gelen teklifi “Sizin beyefendiliğinize çok saygı duyarım ama sizinle beraber olmam siyasi mantık olarak imkansız. İnandırıcı olamayız, birbirimize zarar veririz” diye reddetti.
Çok eskiden beri tanıdığı, birlikte çalıştığı Ali Babacan’ın önerisine “AK Partili küskünler” gibi görünmemek için hayır dedi.
Ama sonunda Meral Akşener’in “Birlikte çalışalım” önerisini kabul etti.
Evet, sözünü ettiğim kişi AK Parti’nin kuruluşundan bu yana tam göbeğinde olan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la 20 yıldır özellikle seçim dönemlerinde en yakın çalışan isimlerin başında gelen, partinin stratejilerini belirlemede en yetkin 3 isimden biri olan Faruk Acar artık AK Parti’de değil.
Bundan böyle Meral Akşener’in ve İYİ Parti’nin seçim stratejilerini belirleyecek.
İnanmakta zorlandığım bu gelişmeyi duyunca öncelikle çok şaşırdım, kendisini aradım.
“Doğru” dedi.
“Zor olmadı mı ayrılmak. Tayyip Bey nasıl karşıladı?” dedim.
“Kendisi ile konuşmadım ama haber verdim” dedi.
“Çok eleştirileceksin, çok komplo teorisi olacak. Kimileri partiyi sattığını, gemiyi terk ettiğini söyleyecek, komplo teorisyenleri ise AK Parti ile İYİ Parti’nin arasını yapmak istediğini iddia edecek” dedim.
“Hepsini tahmin ediyorum ama ne dedikleri önemli değil” dedi
Erol Olçok’un ölümü AK Parti için ciddi bir kayıptı.
Faruk Acar’ın ayrılması ise 2. büyük darbe olacak bence.
Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.