Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tartışılmaz lider ve büyük önder gibi görüp bunu söyleyenler bile aslında hiç de öyle düşünmüyorlar.

        En azından belirli meselelerde.

        Bunlardan biri “dolar meselesi” diyebileceğimiz “dövize yatırım” konusu.

        AK Parti lideri en azından son 5 yıldır “milletine” dövizden uzak durmalarını, yastık altındaki veya banka kasalarındaki dolarlarını satmalarını, Türk lirasına güvenmelerini söylüyor.

        Ancak liderlerinin “Dış güçlerle büyük bir savaş” verdiğine inananlar ve o söyledi diye kendini tank altına atmaktan bile çekinmeyenler söz konusu “dolar” olunca liderlerini belli ki pek de dinlemiyorlar.

        Çünkü Erdoğan’ın tüm söylemlerine rağmen, o bunları söylemeye başladığından beri bırak yastık altındakini, bankalardaki dolar mevduatı düzenli olarak artış göstermiş ve son 10 yılda yüzde 27’den yüzde 61’e çıkmış.

        Nominal olarak da yüzde 100'e yakın artış göstermiş.

        Bunun en güzel örneği Bursa Büyükşehir Belediyesi.

        Sayıştay denetiminin ortaya koyduğu tabloya göre, Bursa Büyükşehir Belediyesi 2020 yılında elinde bulundurduğu dövizlerin değer kazanmasından ötürü 500 milyon TL’yi aşan bir “kur farkı” geliri elde etmiş.

        Yani vatandaşa “Elinizdeki dövizleri satın, kurtuluş savaşına katkıda bulunun” diyen AK Parti’nin yönettiği bir belediye tam da bu çağrıların yapıldığı dönemde dövize yatırım yaparak 525 milyon TL gelir elde etmiş.

        İktidar partisi ele vermiş talkını, belediyesi ise yutmuş salkımı.

        Peki bu suç mu?

        Tabii ki, değil.

        Belediye kendisi için doğru olanı yapmış, parasını değerlendirmiş.

        Suç değil ama iktidarın ekonomi politikasına kendisinin bile güvenmediğinin göstergesi.

        Vatandaşa döviz sattırmak isteyen bir iktidarın belediyesi bile iktidarı dinlemiyor.

        Bu kadar basit.

        Ama bunu yapan bir başka belediye olsaydı AK Parti yönetimi ne söylerdi, ne yapardı ya da AK Parti’ye muhalif bir işadamı böyle bir şey yapsaydı neler denirdi siz benden daha iyi tahmin edebilirsiniz.

        Yani demem o ki, vazgeçilmez lider olarak gördüyseniz bile söz konusu cüzden olunca herkes kendi işine bakıyor.

        Lider falan kimse dinlemiyor.

        En sıkı takipçilerinin bile Erdoğan’ın dinlemediği ve izinden gitmediği bir diğer konu ise çocuk meselesi.

        Erdoğan’ın tüm ısrarlarına rağmen kimsenin 3 çocuk hatta son zamanların talibi 4 çocuk falan yaptığı yok.

        Nüfus artış hızımız AK Parti döneminde hiç olmadığı kadar geriliyor.

        Cüzdana ve yatağa liderlik sökmüyor.

        DDK kimi denetleyecek

        DDK kimi denetleyecek
        0:00 / 0:00

        Bir süre önce açıklandığı kadarı ile Devlet Denetleme Kurulu’na döviz kurları üzerinde spekülasyon ya da manipülasyon yapılıp yapılmadığına ilişkin araştırma yapılması görevi verilmişti.

        Herkes bunu DDK’nın birikimlerini dövize çevirmek isteyen vatandaşları hedef alan, en azından onları ürkütmeye ve dövizden uzak tutmaya yönelik bir hamle olarak görmüştü.

        Oysa Devlet Denetleme Kurulu’nun vatandaşları denetlemek gibi bir görevi ve dahası böyle bir yetkisi yok.

        DDK’nın yetkileri kamu kurumları üzerinde.

        Vatandaşların parasal hareketlerini, eğer şüphe uyandırıcı bir şey var ise, DDK değil, olsa olsa MASAK inceler.

        Ancak Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 2020 yılında elde ettiği bu kur farkı gelirini görüp, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin parasını, Cumhurbaşkanı’nın talebinin aksine dövize yatırdığını görünce “Acaba” dedim, “DDK böyle yapan belediyeleri mi denetleyecek?”

        Eğer öyle ise Sayıştay o denetimi çoktan yapmış bile.

        Yeniden yapmaya gerek yok.

        Çivi meselesi

        Çivi meselesi
        0:00 / 0:00

        İktidarın İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgili eleştirileri, "Çivi bile çakılmıyor" demesi siyasi maksatlı olabilir ama içinde bir miktar gerçek barındırdığı da aşikar.

        İstanbul’da yaşayan herkesin yıllardır izlediği iki büyük rezalet var.

        İkisi de AK Parti döneminden kalma beceriksizlik ve çirkinlik abideleri.

        Bunlardan biri Taksim Meydanı, diğeri ise Kabataş Meydanı ve iskelesi.

        Taksim Meydanı iyi kötü yine halka açık ve çirkin de olsa işlevini sürdürüyor ama Kabataş Meydanı ve iskelesi bir mezbelelik halinde yıllardır duruyor.

        AK Partili İstanbul Belediyesi, İstanbul'un en önemli meydanını bir felakete dönüştürdü ve bıraktı.

        Kabataş’ta ise rahmetli Kadir Topbaş Martı şeklinde bir iskele, trafiğin o bölgede yer altına alınması ve büyük bir Kabataş meydanı oluşturulması projesi başlattı.

        Kadir Topbaş, Belediye Başkanlığından kovulur kovulmaz bu proje durduruldu ve inşaat alanı olduğu gibi kaldı.

        5 yıldır tek bir çivi çakılmadan öylece duruyor.

        Ve Ekrem İmamoğlu döneminde de bu rezilliklere kimse dokunmuyor.

        Ne bir proje var ortada ne de buralara ne yapılacağına ilişkin açıklanan, duyduğumuz bir fikir.

        Taksim Meydanı’nda meydanı daha da çirkinleştirmek için meydanın tam ortasına yerleştirilen birkaç ATM dışında yapılan hiçbir şey yok.

        Kabataş'ta ise inşaat alanını çevreleyen bariyerlere asılmış birkaç Devrim Erbil röprodüksiyonu dışında hiçbir şey yok.

        İmamoğlu yönetimi, belli ki, kentten daha fazla AK Parti’nin seçmeni olan kitlelere hizmet götürme anlayışı içinde.

        Bunu da bir yere kadar anlamak mümkün.

        Ama 3 yıla yaklaşan bir sürede, tek bir önemli, simgesel projeyi bırakın bitirmeyi, başlamamış olmak bile akıl alır gibi değil.

        İğrenç bir pistte tartışmalı kararlar ve DRS

        İğrenç bir pistte tartışmalı kararlar ve DRS
        0:00 / 0:00

        Formula 1’de son derece sevimsiz ve kötü Suudi Arabistan Cidde pistinde yapılan yarış, son zamanların en tartışılan yarışlarından biri olacak herhalde.

        Tartışılacak olmasının nedeni ise bu yılın şampiyonluk adayı iki ismin arasında cereyan eden olaylar ve bu olaylar sonrasında yarış hakemlerinin aldığı kararlar.

        F1 severler, benim de yarış hakemliği yapıyor olmam nedeniyle “Bu kararlara ne diyorsunuz?” diyerek sormuşlar.

        Bunlardan ilki Verstappen ile Hamilton’ın birbirlerine çarpması ve Hamilton’ın ön kanadının kırılması ile sonuçlanan kaza.

        Bu kaza nedeniyle Verstappen’e 10 saniye cezası verildi.

        Yarışseverler bu cezayı fazla bulmuş ve Hamilton’ın da bu olayda suçlu olduğunu düşünüyor.

        Dışardan bakışta haksız sayılmazlar.

        Ancak hakemler karar verirken sadece dışardan bakmıyor pek çok farklı veriye ulaşabiliyorlar.

        Televizyon yayınına yansımayan onlarca farklı kamera açısından tekrar tekrar izlemek dışında, otomobillerin bilgisayarlarındaki tüm verileri ve pit duvarı ile sürücü arasındaki tüm konuşmaları dinliyorlar.

        Tüm bunlara dayanarak Verstappen’e kitapta da yazan 10 saniye cezasını vermiş olmalılar.

        Hollandalı pilotun 2.4 g’lik frenlemesinin nedeni DRS avantajını rakibinden almak.

        Hamilton ise o noktada geçmek istemiyor ve çarpıyor.

        Hamilton istese kazayı önleyebilir belki ama kitap bunu öngörmüyor.

        Son turlardaki 5 saniye cezası ise kesinlikle doğru karar.

        Çünkü Verstappen, mecbur kaldığı için değil, avantaj sağlamak ya da avantajını korumak için pist dışına çıkıyor.

        Öyle veya böyle sonuç zaten komiserler tarafından değil pistte pilotlar tarafından ortaya koyuldu.

        Hala Mercedes Red Bull’dan daha iyi otomobil ve ilerleyen yaşına rağmen Hamilton hala daha iyi pilot.

        Tabii ilk olayın ortaya koyduğu şey ise DRS kullanımının son derece saçma bir şey olduğu ve lider pilota dezavantaj olduğu.

        DRS işinden vazgeçilecek olması sporun ruhu açısından çok doğru karar.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Federasyonlar mafya gibi hareket etmediği zaman.

        Diğer Yazılar