Belirsizlik ve güven
Asgari ücret ve buradaki düzenlemeye bağlı olarak, tüm ücretlere aksedecek zamlar hem iş dünyasının hem de işçi dünyasının yakından takip ettiği bir konu haline geldi.
TL’nin değerli, enflasyonun makul seviyelerde olduğu zamanlarda bu konu daha kolay halledilirdi.
Daha önceki yüksek enflasyon dönemlerinde ise enflasyonun ne olduğu bilinir, taraflar verilecek zammın enflasyonun ne kadar üzerinde olacağını tartışırdı.
Şimdi ise bambaşka bir sorun var.
Enflasyonun gerçekte ne kadar olduğu bilinmiyor!
TÜİK’in gerçek dışı veri imal ettiği konusunda sosyal taraflar hemfikir.
Asgari ücret pazarlığı ile ilgili olarak TİSK yani işveren tarafı ile röportaj yapılmış.
Soruyu soran gazeteci, TİSK Başkanı’na “İşçi TÜİK’e güvenmiyor” diyor.
TİSK Başkanı da “O nedenle yüzde 21’den başlıyoruz pazarlığa” diyor.
Yani onlar da güvenmiyor.
Güvenseler, “Devletin resmi kurumunun açıkladığı enflasyon var. Biz ne diyelim” diyebilir.
Ama güvenmiyor.
TÜİK öylesine bir “yalan dünyada” yaşıyor ki, içeriden ve dışardan yapılan tahminler yüzde 45 ile yüzde 85 arasında değişiyor.
Mesela bir grup akademisyen ve profesyonelin kurduğu Enflasyon Araştırma Grubu'nun (ENAG) yaptığı hesaplamada kasımda enflasyon yüzde 58,65.
Aslında Türkiye’de fiyat artışlarını körükleyen unsur belirsizlik.
Üretici sattığı ürünü hangi fiyata yeniden üretebileceğinden emin olmadığı için maksimum fiyatı oluşturmaya çalışıyor.
Bu da önce pahalılığa, sonra enflasyona dönüşüyor.
Yükselişin asıl nedeni belirsizlik ve önlem alınacağına, hatadan ders çıkarılacağına olan inançsızlık.
Geçmiş zaman krizleri ile bu kriz arasındaki en önemli fark da bu.
Geçmiş krizlerde “Önlem alınıyor” beklentisi ile kriz atlatılırdı, bu kez “Önlem alınmıyor, inatlaşılıyor” beklentisi ile kriz derinleşiyor.
ÖSYM’DE YAŞANANLAR
TÜİK ise Türkiye’de inandırıcılığını en fazla erozyona uğratıp, sıfırlamış kurum haline geldi bu dönemde.
Fakat gençler şunu bilsin ki, bu yeni bir şey değil ve aslında iktidarın pek çok kurumda yarattığı bir durum.
Bana göre bu durumun başlangıç noktası ÖSYM’dedir.
Bir zamanlar Türkiye’nin muhtemelen en güvenilir kurumu ÖSYM idi.
YÖK’e bağlı özerk bir yapısı vardı ve çok güvenilir sınavlar yapardı.
2010 yılında ÖSYM’de bir skandal oldu.
Bir sınavda toplu kopya çekildiği ortaya çıktı.
O sırada kurumun başında bilgisayar sistemleri konusunda uzman, Galatasaray Lisesi üzeri Lyon Üniversitesi mezunu, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ünal Yarımağan vardı.
Eleştiriler üzerine, konunun dört dörtlük uzmanı olan Yarımağan, istifa etti.
Ve yerine hakkında intihal suçlamaları olan tekstil mühendisi Ali Demir getirildi.
Benim gibi birkaç gazeteci o gün bu atamayı eleştirdik.
Bir tekstil mühendisinin bu görevi yapamayacağını söyledik ama tabii ki dinleyen olmadı.
Ve ÖSYM birdenbire Türkiye’nin en tartışmalı kurumu haline geldi.
Sınav yolsuzlukları, soruların çalınması, belli bir cemaat mensuplarına soruların ve yanıt anahtarlarının verilmesi, sadece öğrenci yerleştirme sınavlarında değil kurumda yapılan tüm sınavlarda yolsuzluk, haksızlık iddiaları ayyuka çıktı.
Güvenilir kurumun başına intihalci getirilince olması gereken oldu.
Zaten sonrasında yollarda beraber yürüme dönemi kapanınca Ali Demir hakkında FETÖ suçlamasıyla dava açıldı. Ama kendisi hala İTÜ lojmanlarında oturuyor ve çalışıyor o ayrı.
Benzer bir süreç şimdi TÜİK’te yaşanıyor.
TÜİK sosyal ve ekonomik tarafların tümü tarafından güvenilmez bulunup eleştiriliyor ama iktidarın koruması altında.
Ama hiç kimse bu korumaya güvenmesin.
Yarın keser dönüp sap döndüğünde “Yahu bu TÜİK meğer FETÖ’cü imiş, bizi halkla karşı karşıya getirmek çalışan kesimi iktidarımız aleyhine çevirmek için sayılarla oynamışlar” diye dava açılırsa kimse şaşırmasın.
Çünkü “Beraber yürüdük biz bu yollarda” filmini biz daha önce izledik.
Tutan filmlerin “Remake”ini yapmak adettendir.